8 Ağustos 2018 Çarşamba

Welcome to Fabulous Las Vegas

Jelena valizimizi bulmuş, 🐝Mezzy🐝 ile bana doğru geliyordu ki, şöyle bir durdu. Sonra kulağıma yaklaşıp:

"Bugi, bu sen olabilir misin?" diye sordu.

Anlamadım önce, ne ben olabilirmişim? Sonra Jelena, elinde iPad, sicim gibi giyinmiş bir zenciyi işaret etti.

Adam "Airport Pickup" dedikleri, uçaktan inenleri karşılamaya gelen şoförlerden. Adamla aynı yöne bakıyoruz, iPad'in üzerinde ne yazıyor, göremiyorum. Bir yarım daire yapıp iPad'ın karşısına geçtim.

Üzerinde "Bulent Nalbı" yazıyor!

Yirmi sene bir Fortune 100 şirketinde finans yaptım, genlerime işlemiş. "Nalcı" değil de "Nalbı" yazıyor ya, ben olmayabilirim diye geçti içimden. Bir de öyle pick-up falan da çağırmamıştık.

Gittim, sordum adama.

"Benim adım 'Bülent Nalcı', beni bekliyor olabilir misiniz."

Adam:

"Evet sizi bekliyorum." Dedi.

Şaşırdım, "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" diye sordum.

Adam güldü, "Hard Rock Hotel'e gideceğiz, değil mi?" dedi.

"Evet" dedim.

"Hadi gidelim o zaman." dedi, Jelena'ya "M'am..." diye yol gösterdi. Sonra da bana dönüp:

"Believe me sir, there are not many couples with their daughters on the Dulles flight, who have a reservation at the Hard Rock Hotel!" dedi.

Yani "İnan bana, Dulles uçağında kızlarıyla Hard Rock Hotel'e giden o kadar fazla çift yoktur." diyor.

Güldüm, "It kind of narrows it down, doesn't it?", yani haklısın, olasılıklar o kadar fazla değil anlamında bir şeyler söyledim.

Adamın bekledikleri bizdik, işin o tarafını anlamıştık. Sonraki soru ise niye bizi beklediğiydi. Acaba Jelena farkımda olmadan bileti alırken pick-up mı istemişti, ya da McCarran hava alanının piyangosunu mu kazanmıştık?

"Arkadaşlarım bizi karşılayacaktı, onlara bir bakayım." dedim ama bu beni duymamazlıktan gelip yürüdü. Jelena ile 🐝Mezzy🐝 de önümüzde, ben de ister istemez yürümeye devam ettim. Bir taraftan da sağa, sola bakıyorum, bizi karşılayacak arkadaşları görür müyüm diye.

Dışarı çıktık, caddeyi geçtik, adam kelimenin tam sözlük anlamı ile dev gibi bir limuzinin önünde durdu. Kapıyı açtı, Jelena ve 🐝Mezzy🐝 'ye binmeleri için yardım etti.

Dev gibi bir limuzinin
Arabanın içi yuvarlak koltukları, loş elegant ışıklandırması ile arabadan çok bir otel odasını andırıyordu. Şoför gizli buzdolabını açıp bize şampanya ikram etti. Ben arsızlık yapıp, kırmızı şarap var mı diye sordum. O da gülüp, "Sizde varsa açın, beraber içelim sir!" dedi.

Arabanın içine biraz dikkatli bakınca bir çocuk koltuğu ve 🐝Mezzy🐝 için koca bir Prenses Elsa bebeği gördüm.

Şoför, kardeşimin ismini söyleyip, "Mr. Xxx, sizi otelden alacak" dedi.

Gözümden bir damla yaş geldi. Canım kardeşim bizi otele götürmek için bir presidential limuzin göndermiş, 🐝Mezzy🐝'nin doğum günü için hediyesini ve bizle arabada gezebilmesi için koltuğunu bile düşünmüştü.

Bize odamıza yerleşmemiz, bir duş alabilmemiz için zaman bırakmıştı.

Eh, öyle iddalı konuşmamak için yumuşatarak söyleyeyim, çok az kişinin böyle arkadaşları vardır...

Terminal binasından çıkar çıkmaz öyle bir sıcak vurdu ki yüzümüze, bir an nefes alamadım. Sahara, Arabistan çölleri, Mısır çölleri gibi sıcaklıkta iddalı yerlerde bulunmuşluğum vardır ama böylesini görmedim desem yeri. Neyse ki arabada biraz soğuyabilmiştik.

McCarren hava alanı zaten Las Vegas'ın atar damarı Strip'e çok yakındır. Bizim otelimiz de, Strip'in hava alanına en yakın noktasında. O yüzden limuzin yolculuğumuz çok uzun sürmedi. Şoförle vedalaşıp, içeri girdik.

Strip üzerindeki otellerin genelde kendilerine özgü birer temaları vardır.

Statosphere otelinin sizi neredeyse adı gibi stratosfere çıkaran 350 metre yüksekliğinde bir kulesi vardır! Bu kulenin tepesinde de akla ziyan atraksiyonlar. 350 metre yükseklikte sizi boşluğa atıp, çeken kayaklar, Las Vegas ayağınızın altında, sizi fırıl fırıl döndüren salıncaklar, roller coaster'lar, hatta belinize bir kablo bağlayıp sizi aşağı bile atıyorlar.

Treasure Island, yani Define Adası otelinde korsanları, The Mirage’da yarım saatte bir patlayan volkanı, beyaz kaplanları ve yunusları, Mandalay Bay'da köpek balıkları ile dolu dev akvaryumu, Hotel Paris'de Eyfel kulesi dahil Paris sokaklarını, Venetian'da saat kaç olursa olsun, zamanjn hiç değişmediği Venedik, Grand Canal ve San Marco meydanını, Caesar's Palace'da eski Roma'yı, Belagio'da tonlarca suyun metrelerce yükseğe fışkırtılıp, sizin için dansetmesini, Luxor'da bir Mısır piramitinin içini, Excalibur'da King Arthur'un kalesi Camelot'ı, New York, New York'da Manhattan sokaklarını, MGM'de de canlı aslanları ve film stüdyolarını görebilirsiniz.

Dahası da var da, başınızı ağrıtmayayım.

Bizim bu kez kalacağımız otelin teması zaten isminden anlaşılıyor. Hard Rock Otel!

Daha check in yaparken gülümsemekten alamadım kendimi. Las Vegas standardı, birinci sınıf lüks, devasa bir casino-otele giriyorsunuz ve bangır bangır AC/DC çalıyor.

"🎶 I'm on a hıghway to Hell! 🎶"

Yalnız kumar oynarken hard rock dinlemek gibi bir fanteziniz varsa biraz çabuk davranın, çünkü gelecek sene bunu yapabilecek bir yer bulamayabilirsiniz. Her şey gibi hard rock da eskiyor. Otel seneye hem isim, hem de tema değiştirecek.

Zaten biraz da onun için bu oteli seçmiştik. 🐝Mezzy🐝'cik ilerde Hard Rock Cafe anılarına ek olarak, Hard Rock Hotel'de de kaldım diyebilsin diye 😍

İki sevgili kardeşimle burada buluştuk. Otelden ayrıldık ve Strip'e çıktık. 🐝Mezzy🐝'cik bir kaç saat önceki limuzin sefasından sonra kapkara, devasa bir Hummer'ın içerisinde Las Vegas'ı turlamaya başladı 😛😍

İlk durağımız Strip'in başındaki ünlü "Welcome to Fabulous Las Vegas” tabelası oldu. 1959 yılında yapılmış, Las Vegas'ın alameti farikası. Mutlak filmlerde falan görmüşsünüzdür.

Welcome to Fabulous Las Vegas
Sonrasında ise Hard Rock Cafe'ye geçip, 🐝Mezzy🐝'nin resmi doğum günü kutlamalarını gerçekleştirdik.

İki sevgili kardeşimle uzun, uzun catch-up yaptık. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik. Dostluğumuz, odadaki elektrik lambası misali, anahtara basıp yakınca, kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı.

Birbirimizi ta ortaokul, lise zamanlarından beri tanırız. İlk tanıştığımızda daha karı koca değillerdi tabi. Bunca sene sonra onları hala, hem de aynı eskisi gibi bir arada görmek içimi ısıtmıştı.

Elmanın hemcinsim yarısıyla yemediğimiz halt, başımıza gelmemiş iş kalmamıştı. Bir çoğu burada yazamayacağım şeyler, ama unutulmaz günler geçirmiştik. Hayat bizi de böyle pişirmişti işte.

Ama en güzeli, Ankara, Gaziosmanpaşa'da başlayıp, Las Vegas'ta hiç bir şey değişmemiş gibi devam etmekti tabi, daha doğrusu edebilmek. Yer, zaman, mekan, ortam, bunlar hep dekor. Baki olan dostluk işte.

Hard Rock Cafe Las Vegas
Akşam yemeği için bizleri bir Brezilya restoranına götürdüler. Brezilya lezzetini, Amerikan porsiyonlarında hayal edin.

Gece boyunca net bir kilo aldığıma eminim.

Yemekte iki dünya güzeli kızları da bize katıldı. Biri yönünü tıbba, diğeri de hukuğa çevirmiş. Güzellikleri, kusursuz Ingilizceleri, sosyal hayatları ve altlarında son model arabaları ile kararlı, ne istediklerini bilen, pırıl pırıl iki dünya insanı. Ne mutlu anne ve babalarına. Gurur duydum, koltuklarım kabardı onları görüp, tanıdığım için.

Elim istemeye istemeye masada, yanımda duran işareti "No Meat", yani yeter, artık et getirme konumuna getirdi. Yoksa patlayacaktım.

Evden çıktığımızdan beri üç zaman dilimi değiştirmiştik. Lizbon, bir saat, New York ve Washington altı saat, Las Vegas da dokuz saat.

Vücudum lokal saat ne olursa olsun, artık saatin kaç olduğunu idrak edemez hale gelmişti.

Otele döndük ve birbirimize iyi geceler diyemeden uyuya kaldık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...