17 Ağustos 2018 Cuma

Goodbye America

Otelimizden check out yapmış olsak da valizlerimizi Jelena'nın artık iyi arkadaşı "Betty" 'ye bırakıp bir taksi çağırdık.

Önümüzde çok yorucu bir üç gün olacaktı, çünkü bu süre boyunca yatakta bile uyuyamayacaktık. Los Angeles'da tam bir gün geçirip, akşam otel yerine New Yorka uçağına binecek, gece boyu uçacak, New York’da günü geçirip, yine gece boyu uçarak Avrupa'ya dönecektik. Porto'ya inip, bir başka uçakla Cenevre'ye geçecek, oradan Fransa'ya geçip mutfak alış verişimizi yapacak, oradan da Lozan'a, eve dönecektik.

Demek hala o kadar yaşlanmamışız.

Taksi, bizi (ne mutlu ki) son kez göreceğimiz Hollywood Bulvarı'na bıraktı. Tur otobüsü bizi Beverly Hills'e götürdü, oradan da başka bir otobüsle Santa Monica'nın yolunu tuttuk.

Bir süre boyunca da eski Route 66 üzerinde yolumuza devam ettik. Oradan da Santa Monica'ya ulaştık.

Santa Monica, Los Angeles'lıların Çeşme'si gibi bir yer. Okyanus kıyısında bir sayfiye yeri ancak aynı zamanda bir şehir olduğundan ticaret de var.

Route 66'nın bitiş noktası
Okyanus, bol bol dalga, büyük bir kumsal, surfing ve Beach Boys, biraz yemek, biraz eğlence. Alın size bir cümlede Santa Monica. Bana sorarsanız manzara sıkıcı, dalgalı, pis, tatsız bir deniz. San Diego gibi, altı, gıdıkladı. Kötü değil ama bir özelliği yok.

Önce Santa Monica Pier'ine, yani iskelesine gittik. Bu Amarikan 'iskeleleri' eğlenceli olur, Burası da fast food büfeleri, bir lunapark ve bir iki mağazası ile San Francisco'daki Pier 39'u andırıyordu.

Ancak bu pier'in önemli bir özelliği var sevgili arkadaşlar. Route 66 tam burada 'bitiyor'. Oraya bir bitiş tabelası koymuşlar zaten.

Cheescake Factory
Buradan 3rd Street Promnade isimli yürüyüş yoluna geçtik. Güzel bir yer. Bir cadde buyumca cafe'ler, mağazalar, ama en önemlisi sokakta şarkı söyleyen amatör sanatçılar. Rap, pop, rock, Karayip, her türlü müzik var.

Jelena ile 🐝Mezzy🐝 alış verişe gittiler, ben de zenci bir şarkıcıdan hafif jazz'imsi bir müzik eşliğinde bir açık hava kahvesinde oturup, onları bekledim.

Oradan, caddenin sonundaki bir Cheesecake Factory'de yemek yedik. İzleyenleriniz hatırlayacaktır, The Big Bang Theory dizisinde Penny ve Bernedate bu restoranda garsonluk yaparlar.

Rodeo Drive
Hiç de fena bir yer değildi. Yemekleri çok güzel, bir de isterseniz özel bir menü'den low calori yemek seçebiliyordunuz. Ama zaten balık batmış, son günümüzde de oturup low calori yemedik tabi. Şarapları da güzeldi, mutlu olduk sizin anlayacağınız.

Bu alış veriş merkezinde annesi 🐝Mezzy🐝'nin doğum günü için ona bir Swarowski Mickey kolye aldı. Canım kızım hem annesinden bir Swarowski, hem de babasından bir Pandora Mickey kolye ile hatırlayacak bu doğum gününü.

Otobüsümüz bizi Beverly Hills'e bıraktı. Oradan Rodeo Drive'da biraz yürüyüp, Versace'nin bulunduğu yaya bölgesinde bir kaç resim çektik.

Willshire Bulvarı
Buradan Beverly Drive'a geçip bir şeyler yedik, ben de LA'deki son şarabımı içtim. Bir taksi bizi otelimize geri götürdü. Çantalarımızı alıp başka bir taksiyle de hava alanına, ünlü LAX'e geçtik.

Gece saat on ikide kalkan Delta'nın bir B-757'si sabah saat sekizde bizi New York'un JFK hava alanına indirdi.

Penn Station'da bir Philedelphia Steak and Cheese sandviçi yedim, ki bu seyahatin önemli hedeflerinden biriydi, ve hemen sonra o kadar başımıza gelenin ardından alabilmeyi umduğumuz Liberty Cruise'un kalkacağı World Trade Center civarına ulaştık.

11 Eylül'den hemen sonra gelmiştim buraya. O zaman ikiz kulelerin bulunduğu yer sadece temelleri kalmış bir hafriyat alanı halindeydi. Şimdi kulelerin yerine anıt olarak birer havuz yapmışlar.

Buradan iskeleye geçip gemiye bindik.

Ellis adasının yakınlarında ayağa kalkıp bir resim çekeceğim, arkamdan biri, bir kadın, sivri tırnağını omuzuma pıt pıt diye vurup...

"Sit daun piliiiiz..." dedi.

Manhattan gökdelenleri
Sinema salonu değil ki burası, herkes ayağa kalkıp resim çekiyor. Ama aksanı yetti. Canını yediğimin müptezeli tabi ki Türk! Benim Türk olduğumun da farkında değil, yanında babası mı öyle biri var, ona hava basıyor aklınca Ingilizce sit daun piliz diye...

Resimlerimi çekene kadar ayakta durmaya devam ettim, sonra da oturdum.

Bu hala arkadan söylenmeye devam ediyor.

"Resim çekeceksen git önden çek kardeşim, niye benim manzaramı bozuyorsun!..."

Önde resim çekilebilir ama yanda çekilemez gibi bir kuralı kendi kendine nasıl koymuş bilinmez ulu kanuni sultan, ama öyle hissediyorsa öyledir tabi. Tabiyetimiz icabı her şeyi biliriz malumunuz...

Döndüm, Türkçe "Bunca insan resim çekmek için bu gemiye para verdi, farkında mısın?" dedim.

Benim de Türk olduğumu anlayınca önce biraz kızardı ama Türk istikbalinin evladı, eğilir, kırılmaz, çıktı hemen üste.

Özgürlük Anıtı
"Ama, ama siz ayağa kalkınca ben göremiyorum, resim çekecekseniz çekin, sonra oturun..." falan diye zırvalamaya devam etti.

Bu arada geminin yan tarafında, açık alanda arka arkaya oturuyoruz. Manzarasını falan kapatıyor değilim.

Heykele yaklaştığımızda tabi ki herkes kalkıp resim çekti. Bunlar kalktı gitti sonra.

Biz de canım kızıma verdiğimiz sözü tutup, Özgürlük Heykelini ona göstermiş olduk.

Gittiğinizde bu turu almanızı tavsiye ederim sevgili arkadaşlar. Denizden Manhattan'ı, Jersey City'yi, Brooklyn ve Manhattan köprülerini çok güzel, çok değişik açılardan görüyorsunuz.

Amerika gezimiz işte böyle sonlandı sevgili arkadaşlar. Sizleri de biraz baydım, kusuruma bakmayın.

Ne dersek diyelim, Amerika doğasıyla ve kültürüyle gidilmesi, görülmesi gerekli bir yer.

Brooklyn Köprüsü
Hepimiz yönetimine biraz kızgınız, çoğu zaman da haklı olarak, ama insanları gerçekten naif, iyi niyetli insanlar. Biraz dünyadan habersizler. Pancake, maple syrup ve peanut butter'ın olmadığı bir kahvaltının olamayacağını düşünürler. Ancak unutmayın, ben, yakınlarım da dahil, bir çok Türkün "Yaa, bırak bu acayip peynirleri, yok mu kahvaltılık beyaz peynir, zeytin" dediğine de şahidim.

Yine dünyadan habersiz, her şeyin en iyisinin Amarika'da olduğunu düşünürler. Bu da doğru, ama yine Türkiye'den dışarı adımını atmamış, hatta Antalya'yı görmemiş bir çok Türk’ün, inanarak, "Türkiye cennettir, böyle memleket dünyada yok" dediğini de biliyorum.

Her şey siyah yada beyaz değil yani.

Ne olursa olsun günümüzün modern kültürünün önemli bir parçası Amerika kaynaklı, bu da bu ülkeyi görülesi bir yer yapıyor.

Sağlıcakla kalın and be good 😍

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...