16 Ağustos 2018 Perşembe

Hollywood - Prelüd

Los Angeles'ın eski tarihi daha önce size yazdığım San Diego yada Kaliforniya'nın geri kalanı ile neredeyse aynı. İspanyollar 1500'lü yıllarda buradaki yerlileri kovalamışlar, sonra Meksikalılar bağımsızılıklarını elde etmişler, sonra da buraları Amerikalılara kaptırmışlar. Kentin tarihinin bu bölümünde fazlaca orijinallik yok.

Önce bu bölgeye tren yolu ulaşmış. Bugün inanması biraz güç ancak sonrasında kentin büyümesi 1800'lerin sonunda yakınlarda petrol bulunmasıyla başlamış.

Kent büyüdükçe su kaynakları yetmez hale gelmiş ve kente yeni bir su yolu yapmışlar. Sözleşmeye göre bu suyolunun sağladığı su sadece ve sadece Los Angeles kenti için kullanılabilirmiş. Yani kent yönetiminin fazla suyu satması önlenmiş. Durum böyle olunca çevre kentler bu sudan faydalanabilmek için Los Angeles ile birleşmeye başlamışlar.

Hollywood da bu birleşen kentlerden biri olmuş.

1850'li yıllarda bugünkü Hollywood'un yerinde sadece kerpiçten bir kulübe varmış. Bu bölgede tarım iyi sonuç verdiği için küçük bir zirai komünite oluşmuş.

Hollywood ismi ilk kez 1887 yılımda Los Angeles County tapu ofisine, bu günkü Hollywood'daki 160 dönüm arazisi için gayrimenkul yatırımcısı Harvey Henderson Wilcox tarafından tescil edilmiş.

Harvey Wilcox'un bu ismi karısı Daeida Wilcox'un isteği ile koyduğunu da biliyoruz.

Kesin olarak bilmediğimiz, Daeida'nın bu ismi nereden bulduğu.

Bir rivayete göre Daeida bir seyahati esnasında, trende yanındaki Ohio'lu bir kadının memleketinin Hollandalı göçmenlerin koyduğu ismi olan Hollywood'u duymuş, beğenmiş ve kocasına önermiş.

Başka bir rivayete göre ise Daeida bu ismi Ivar Weid isimli bir arkadaşından, Ivar Weid ise yine bu bölgeden 480 dönüm arazi alan, Hollywood'un babası lakaplı, başka bir gayrimenkul baronu H. J. Whitley'den duymuş.

H. J. Whitley'in tuttuğu bir günlüğe göre, tepelerin birine çıkıp sonradan Hollywood olacak vadiye bakarken, bir çinliyi at arabasıyla bir şeyler taşırken görmüş. Ne yapıyorsun diye sorduğunda "Hauling Wood", yani odun taşıyorum demiş, ama Çinli aksanıyla "Holly-wood" gibi duyulmuş. Whitley de kafasında kuracağı yeni şehre bu ismi vermiş.

Böylece Hollywood, Hollywood olmuş.

1900'lü yılların hemen başında H. J. Whitley Prospect Avenue üzerinde Hollywood Hotel'i açmış. 1910 yılımda Hollywood Los Angeles ile birleştiğinde ise Prospect Avenue, bugünkü Hollywood Bulvarı ismini almış.

Film endüstrisi ise 1910'lu yıllarda Hollywood'a gelmeye başlamış.

Bunun en önemli nedeni, zamanın filmlerinin doğal ışıkta, yani güneş ışığında çekilmeleriymiş. Bunun için de yılın neredeyse her ayı güneşli olan Kaliforniya'dan daha iyi bir yer bulmak zor olurdu herhalde.

Ancak yine görenleriniz bilir, Hollywood deniz kıyısından bayağı uzaktadır. Film yapımcıların böyle bir seçim yapmalarının nedeni ise denizle birlikte gelen haze'den yani pustan korunmakmış.

Yine de zaman zaman yönetmenler deniz kıyısına gitmişler tabi.

Bunların birinde deniz kıyısında bir gün doğumu sahnesi çekmeleri gerekiyormuş. Takdir edersiniz ki Los Angeles, batıdaki Pasifik Okyanusuna komşu bir kenttir. Burada da okyanus üzerinde mükemmel güneş batımı sahneleri çekmek mümkünse de, güneş doğuşunu hakkıyla çekebilmek için ta Miami'ye falan gitmek gerekir.

Bir aklıevvel, Los Angeles'da, daha doğrusu kıyıdaki Santa Monica'da bir güneş batışı çekip, filmi tersine oynatmayı düşünmüş. Aslında hiç de fena da bir fikir değil. Gerçek hayatta güneşin batışı ile doğuşu arasında manzara olarak çok az fark vardır.

Neyse, bunlar gün batımını çekmiş ve tersine gösterip, bir gün doğuşu sahnesi oluşturmuşlar.

Her şey çok iyi gitmiş, ta ki filmi izleyenler geri geri uçan martıları fark edene kadar...

Bu hikayeyi otobüste dinlemiştik, çok gülmüştüm 😍

Birinci dünya savaşı öncesi Warner Brothers, Paramount, Columbia gibi büyük firmalar hep Hollywood'a taşınmış. 1920'lerin sonunda ise eski ahbabımız Howard Hughes, burada filmlerini çekmeye başlamış.

Hollywood ve Hughes'ın hikayesini biraz da fiction'la karışık, zevkli bir biçimde okumak isterseniz Harold Robbins'in The Carpetbaggers kitabını kaçırmayın derim. Kitapta protogonistin ismi Howard Hughes değil Jonas Cord, ama öykü Hughes'un öyküsü.

Yine 1920'lerde, gayrimenkul satışını desteklemek için Hollywood Hills'deki tepelerden birine, ayrı ayrı harflerden oluşan "HOLLYWOODLAND" yazılı, devasa bir işaret koymuşlar. 1950'lerde bu harfler artık eskiyip, kırılıp dökülünce, Hollywood Ticaret Odası, Los Angeles belediyesiyle bu işareti tamir etmek için bir anlaşma yapmış. Bu anlaşmaya göre, sözcüğün sonundaki gayrimenkul satışını anımsatan "LAND", yani "arazi", "diyar" anlamına gelen kısmı kalkacak, sadece "HOLLYWOOD" kısmı kalacaktı.

Tepelerdeki ünlü Hollywood yazısı da işte böyle ortaya çıkmış.

Unutmadan, söyleyeyim. Yukarda "Hollywood Hills'in tepelerinden birine..." gibi bir şeyler yazdım. "Hollywood Hills", zaten "Hollywood Tepeleri" demek. "Hollywood Tepeleri, tepelerinin birine..." diye okuyup da gülmeyin bana. Hollywood Hills aynı zamanda bir semt ismi. Çevirmeden, sadece İngilizcesini okuyun 😛

İron Maiden'in bir şarkısında dediği gibi;

The Sheriff of Huddersfield locked in his castle
Look down on Hollywood Hills
The Sheriff of Huddersfield locked in his castle
You're our own Hot Rod on wheels

Iron Maiden'in menajeri Rod Smallwood için yazılmış bir şarkı. Adam çok pinti biriymiş. Hollywood Hills'de bir eve taşınmış ama hep guruba pahalılıktan şikayet ediyormuş. Gurup da gırgır olsun diye bu şarkıyı onun için yapmış. Şarkının içinde şerif olarak konuşan da Rod Smallwood'un kendisi zaten. Şerif benzetmesi ise Robin Hood'daki Sheriff of Nottingham'a ithafen. Komik bir şarkıdır, bir dinleyin fırsatını bulursanız...

Hollywood Hills
Bu arada İron Maiden gibi bir Ingiliz gurubun menajerinin Hollywood'a yerleşmesi de tesadüf değil, ama bu konuya daha sonra geleceğiz.

Hollywood'un gelişmesi sonrasında da sürmüş, film yıldızları, yönetmemler falan hep bu bölgeye yerleşmişler. İlerde bunlardan bazılarının detaylarına gireceğiz.

Filmler seslenmiş, renklenmiş, kaliteleri artmış, konuları çeşitlenmiş.

Ancak gelişen teknoloji bir çok endüstriyi olduğu gibi, Hollywood'un da tahtını sarsmış.

Bir kere artık güneş ışığı eski önemini yitirmiş. Bir çok sahne doğal ışığa gerek kalmadan Sound Stage denilen film stüdyolarında çekilebilir hale gelmiş.

Yine teknoloji sayesinde önce basit montajlama, sonrasında da post prodüksiyon esnasında, filmlere efektler aracılığı ile karmaşıklığı git gide artan müdehaleler yapılabilir olmuş.

Ancak en büyük darbe bilgisayarların gelişmesiyle vurulmuş. Önemli sayıda sahneler, aktör ve dekor olmaksızın, bilgisayarlarda hazırlanmaya başlamış.

Hollywood da bütün bunlarla birlikte bir mekan olarak yavaş yavaş eski cazibesini kaybetmiş.

Bana sorarsanız sinema bu günkü anladığımız haliyle ölmeye mahkum bir sektör sevgili arkadaşlar.

Gelişen teknoloji sayesinde, geleceğin film yıldızları tamamen bilgisayarda doğmuş, ete kemiğe hiç bürünmemiş sanal artistler olacak.

Sonasında interaktif sinema gelecek. Sinema filmleri bugün sizden bir girdi almadan başı, sonu belli, hiç değişmeden gösterilen senaryolar şeklindedir. Gelecekte izleyiciler de filme katılıp, gerekirse filmin sonunu bile etkileyebilecek katkılarda bulunabilecekler. Artistlere şuraya git, bunu söyle falan gibi komutlar verebilecekler.

Bu aslında çoktan başladı. Şimdilik onlara bilgisayar oyunları diyoruz, ve ana akım sinema seyircisine henüz tam anlamda ulaşmış değiller.

Ancak er yada geç ulaşacaklar ve sinema filmleri tarihe gömülecek.

Öngörebildiğim son aşama ise seyircilerin de film ortamına bizzat girecekleri üç boyutlu projeksiyonlar. Yani sadece seyretmeyecek, gittiğiniz filmin de bir parçası olup, içinde oynayacaksınız. Uzay yolunda bunun çok detaylı bir tasviri vardır. İsmi Holodeck. Yani Holografik Platform. Ancak 'Holodeck' sözcüğünün 'Hollywood' sözcüğüne yakınlığı da pek tesadüf olmasa gerek.

Unutmayın, Uzay Yolu'nun yaratıcısı Gene Roddenberry, hem akıllı mobil telefonları, hem de tablet bilgisayarları Steve Jobs'dan çok daha önce tasvir etmiş bir dahiydi. O yüzden benim yaşam süremde, dizideki Holodeck kadar karmaşık olmasa da, ona yakın bir konsepti görebilmek çok sürpriz olmayacaktır.

Umarım Hollywood ve Los Angeles yazılarımızın geri planını, yani dekorunu yeteri kadar oluşturabildik.

Bir sonraki yazımızda bol bol fortune-fame diyeceğiz. Iron Maiden ile başladık, Metallica ile bitirelim.

Heavy rings hold cigarettes
Up to lips that time forgets
While the Hollywood sun sets behind your back

And can't the band play on?
Just listen, they play my song
Ash to ash
Dust to dust
Fade to black

Fortune, fame
Mirror vain
Gone insane...
But the memory remains

Bizi izlemeye devam edin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...