16 Eylül 2013 Pazartesi

Burgonya

Bugün eşim Jelenayla birlikte bir ara çok sıklıkla gittiğimiz ancak son günlerde ihmal ettiğimiz Fransanın Bourgogne bölgesine çevirdik rotamızı.

Bu diyarın İngilizcedeki adı Burgundy, Türkçemizde de bildiğim kadarıyla Burgonya.

Ancak bu Burgonya isminin altını kanımla imzalayamam. Tarih ve coğrafyada, ulema bu beldeyi başka bir isimle de anıyor olabilir diyelim ve lafı fazla uzatmadan, en azından bu yazı kapsamında Burgonya isminin doğru olduğunu varsayıp kelamımıza devam edelim.

Burgonya, Fransa'nın güney doğu bölgesinde, yani İsviçrede yaşadığımız Lozan kentine aşağı yukarı üç saat uzaklıkta bir bölge.

Burgonya tarihte bir "Dükalık", yani bir "Dük" 'ün hüküm sürdüğü bir ülke.

Burgonya Dükünün Şatosu
Bu Düklük, Kontluk, Baronluk ünvanlarını biz pek bilmeyiz. Benim yirmi yaşıma kadar bildiğim tek kont Drakula, tek baron da Tom Braks'ın arkadaşı Baron De Castaganac'dı. O yüzden öyle aklınıza köfteden bir ünvan gibi gelmesin diye söylemiş olayım, bu Burgonya Dükleri bayağı önemli adamlar. Mesela, Adamların bir sarayı var ki neredeyse Versailles dan büyük.

Bu saray da Dükalığın başkenti Dijon kentinde,

İşte Burgonya gezimiz bu Dijon kentinde başladı.

Üç kuruşluk gezmişliğime dayanarak söyleyebilirim ki Dünyada iki ülke benim gözümde tarihin, doğanın ve insanın gerçek birer sanat eseri olma ünvanını taşır.

Bu ülkelerden biri İtalya, diğeri de Fransadır.

Bu iki ülke de tüm yüzölçümleri ile birer açık hava müzesi olabilir. Bu ülkeleri ziyaret ederken rotanızı özel bir noktaya çevirmeniz gerekmez. Neredeyse gittiğiniz her şehir tarihiyle, mimarisiyle kalbinizi çalar.

Biraz daha ileri giderek söyleyebilirim ki Fransa deyince akla ilk gelen Paris, Cannes, Nis yada İtalya dediğinizde akla ilk gelen Roma, Venedik gibi şehirler görülmesi en az zevkli yerlerdir.

Dijon
Bu şehirler yılın dört mevsimi turist doludurlar ve o harala gürelede ne ağız tadıyla gördüklerinizden zevk alanilir ne de yeni bir şeyle karşılaşma fırsatını bulursunuz. Parise gidip zaten bildiğiniz Eyfel kulesine çıkar, Venedikte ise kimbilir kaç kez resmini gördüğünüz San Marko meydanını turlarsınız. Ancak çok azımız Genova, Verona, Annecy, Avignon yada Besançón'u gezi programlarımıza alırız.

Halbuki bu ve benzeri gizli güzellikler santim santim görülmesi gerekli tarihi miraslardır bendenizce.

İşte Dijon kenti de böyle bir "saklı mücevher" arkadaşlar. Yolunuz düşerse bir gününüzü ayırın.

Muhteşem Dükalık sarayı dışında katedralleri, her santimetre karesi ayrı bir tarih sokakları, anıtları ve yemekleri ile Dijon baştan aşağı bir açık hava müzesi.

Yemek demişken hemen dokındıralım.

Burgonya bölgesi yemekleriyle ünlü tam bir gourmet cenneti. Bir de tabii ki şarap konusu var ancak ona biraz sonra geleceğiz.

Dijon da Burgonya'nın başkenti olarak bu "Gourmet" ünvanını hakkıyla taşıyor. Eğer (benim aksime) biraz maceracı bir mideniz varsa Dijonda, ve tabii ki Burgonyanın geri kalan her şehrinde, hayatınız boyunca unutamayacağınız güzellikte yemekler yiyebilirsiniz.

Dijon Hardalı
Dijon'un bu "Gourmet" ünvanına yaptığı en önemli katkı ise dünyaca ünlü hardalı.

Dijon hardalının diğer hardallardan farkı ise yüz sene önce bir Dijonlunun hardal yapımımda kullanılan üzüm suyunu sirke ile değiştirmesi.

Süpermarket ürünü olmayan gerçek bir Dijon hardalı yemediyseniz mideniz sizi hayatınız boyunca affetmeyecektir. Jelena ile aldığımız bir kavanoz Dijon hardalının yarısını eve gelir gelmez götürdük bile.

Köpekle aramızda geçen ufak çaptaki aile kavgasını saymazsak Dijon gezimiz olaysız geçti diyebiliriz.

Önceki ziyaretlerimiz hep alel acele olmuştu, hatta bir keresinde Jelena'yla dört saatlik bir araba yolculuğundan sonra Dijona ulaşmış, bir restoranda soğan çorbası içip yarım saat sonra da geri yola koyulmuştuk.

Neyse ki bu kez biraz daha uzun vakit geçirebildik, şehrin önceden göremediğimiz bölgelerini dolaştık ve bonus olarak orta çağları sembolize eden bir festivalin bir bölümünü de izledik.

Eski bir başkent olan Dijon her ne kadar dünyanın en cazibeli şehirlerinden biri olsa da Burgonya'ya bizim ve hemen diğer tüm ziyaretçilerin geliş amacı genellikle başka bir motife dayanır.

Şarap...

Burgonya, içinde benim de bulunduğun birçok kişiye göre Fransa ve Dünyanın en iyi şaraplarının üretildiği bölgedir.

Burada bir parantez açalım.

Ukala şarap geyiği kadar sinir bozucu birşey yoktur.

Gene ukala şarap geyikçileri sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde bulunur ve dillerini dudaklarını şapırdatarak şarapın biraz fazla tanik, biraz az yoğun, ancak tam tadında aromatik olduğu şeklinde kimsenin doğrulayamayacağı yada aksini kanıtlayamayacağı şeyleri söyleyip insanların sinirlerini kaldırırlar.

O yüzden şarap geyiği yaparken biraz çekingen hissederim kendimi, gereksiz konuşup etrafımdakilerin canını sıkmamak için.

Ancak Burgonya'yı anlatırken şaraplarından bahsetmemek, genel rölarivite teorisini anlatırken Einstein'dan bahsetmemeye benzer.

Bütün bunların ışığı altımda, 'özürlerinizle' deyip biraz şarap üzerine yoğunlaşacağım.

Burgonya şarapları benim ilk tattığım sirkeden hallice şarap çeşididir.

Eski patronum çok sever bu şarapları. Sağolsun, yirmi sene boyunca büyük bir sabırla bana Burgonya şaraplarını anlattı ve tattırdı. Belki ilk göz ağrım olduklarından hala çok severek içerim bunları. Eski patronum ise bu günlerde yavaş yavaş Bordo şaraplarına dönmekte :)

Burgonya'da günümüzde neredeyse tüm endüstri şarap üretimine odaklanmış durumda. Tüm bölge uçsuz bucaksız üzüm bağları ile kaplı.

Bu bağlarda neredeyse tamamen iki tür üzüm yetişmekte. Beyaz şarap yapımında kullanılan Chardonnay ve kırmızı şarap için kullanılan Pinot Noir.

Burgonya şarapları, ezeli rakibi Bordeaux şaraplarından bu noktada farklılaşır.

Bordo şarapları genelde Cabernet Sauvignon, Cabernet Franc, Merlot gibi değişik üzümlerin harmanından yapılırken kırmızı bir Burgonya şarabı sadece Pinot Noir türü üzümünden yapılır.

Üzüm bağları
Üzümün iyisi tepelerin yamaçlarında yetişir. Yamaçlar dikleştikçe genelde kalite artar çünkü üzüm bitkisi dikliğin verdiği açıdan dolayı daha farklı ve yararlı güneş ışınlarını alır.

Yamaçlardan aşağı inildikçe eğim azalır ve üzümlerin kalitesi düşer. Tepelerin altındaki düz ovalarda ise şarap yapımına en az uygun üzümler yetişir.

İşte bu sebeple Burgonya'nın üzerinde üzüm yetişen her parseli yamaçların konumu ve toprağın da kalitesine göre bir değerlendirme notu alır.

Tepelerin dik yamaçlarındaki parseller genellikle en kaliteli Grand Cru, aşağılara doğru daha az dik yamaçlardaki parseller ise ikinci kalite Premier derecelerini alırlar. Köylerin etrafındaki düz ovalardaki bağlar Village ve geri kalan tüm bağlar ise Regional değerlendirmesine sahiptir.

Bir fikir vermesi açısından söyleyeyim, yıllanmış, iyi bir şişe Burgonya Grand Cru şarabı yirmi bin dolar'a kadar fiyatlanabilir.

Bu parsele yani toprağa göre kalite belirleme, Bordo şaraplarına göre başka bir farkı ortaya çıkarır.

Bordo'da Grand Cru gibi değerlendirmeler toprağa ve burada yetişen üzüme değil, şarap üreticilerinin kendilerine verilir. Bu üreticiler üzümleri Bordo'dan almak kaydıyla istedikleri topraktan temin edip, yine istedikleri gibi harmanlarlar.

İşte bu yüzden, Bordo'da tarihten gelme gelenekle şarap üreticileri şato sahipleri olduğundan neredeyse tüm şaraplar şato bilmemne, şato falanfilan diye isimlenir.

Burgonya'da ise üzüm üreticileri ve şarabı şişeleyenler farklı olabilir. Yani siz de gidip Grand Cru değerlendirmesine sahip bir parselden gelen üzümleri kullanarak kendi adınıza bir şarap üretebilir, onu da Burgonya Grand Cru diye etiketleyip satabilirsiniz.

Burgonya şarap bölgeleri
By DalGobboM¿!i? - Own work, CC BY-SA 4.0, Link

Burgonya'nın en güzel şarapları Dijon'un güneyinden başlayan Côte d'Or bölgesinden gelir. Côte d'Or bölgesi hattızatında iki alt bölgeden oluşur, Côte de Nuits ve Côte de Beaune.

Bu iki bölgede ise Route des Grands Crus isimli, hayli ünvanlı bir yol vardır ki adından da anlayacağınız üzere en kaliteli üzümlerin yetiştiği köyleri birbirine bağlar.

İşte Dijon'dan sonra, Jelena'yla bu ünlü yola girdik ve rotamızı ilk durak olarak Côte de Nuits'nin belki de en güzel şaraplarının üretildiği Gevrey-Chambertin'a çevirdik.

Gevrey-Chambertin, dokuz Grand Cru parseli ile Côte de Nuit'deki en çok Grand Cru değerlendirmesine sahip köy.

Gevrey-Chambertin'a ilk kez bundan onüç sene önce gelmiştim. Bir arkadaşım aracılığı ile fazlasıyla bilinen bir şarap üreticisinin mahzenini gezme şansım olmuştu. Teknoloji adına gördüğüm tek şey etiketleri şişelere yapıştıram bir makineydi. Gerisi hep yüzyıllarca öncesindeki gibi.

Gevrey-Chambertin
Üzümleri devasa bir tahta presle eziyorlardı. Ben daha sormadan söylediler:

"Evet, bazı üreticiler üzümleri hala çıplak ayakla çiğneyerek eziyorlar..."

O yıllarda bu üreticinin şarapları o kadar popülerdi ki Gorbaçov'un Fransa'yı ziyareti esnasında, menüye koymuşlardı.

Üzümlerin preslenip, fıçılarda depolanmasına, sonrasında şişelenip yıllandırılmasına kadarki bütün süreçi hem göstermiş, hem de anlatmıştı.

Tütün endüstrisinde uzun süre çalıştığımdan biraz bilirim. Tarımsal bir ürünle çalışmak çok zordur, çünkü ham made çok değişkendir. Mevsimin uzun, kısa, yağmurlu, kuru, soğuk, sıcak olmasına göre ürünün rengi, tadı, aroması değişir. Üreticiden beklenen ise bitmiş ürünün her sene aynı tadı ve keyfi vermesidir.

Zorluk burada başlar.

Şarabın tadı, aroması ve içim keyfini sabit tutabilmek için bitkinin değişik konumlarından toplanılan üzümleri (ya da Burgonya'da pek olmasa da farklı üzümleri) doğru oranda karıştırmak, ilk preslemeden sonra kalan tortuyu değişik oranlarda yeniden presleyip harmana dahil etmek, preslenmiş şarapları doğru oranda yeni ve eski fıçılarda saklamak, fıçılarda yıllanma zamanının uzunluğu hep şarabın tadını sabit tutmanın yöntemleri.

Morey-St-Denis
Şarap içmeyi sevseniz de, sevmeseniz de, yapımının bir sanat olduğunu anlıyorsunuz böyle yerleri ziyaret edince.

Bu arkadaş işi öylesine ilerletmişti ki kendisine özel bir deney bahçesi yapmış, bu bahçedeki üzümlere suni olarak hastalık bulaştırıp yeni tedavi yöntemleri geliştiriyordu.

Route des Grands Crus'daki ikinci durağımız Morey-St-Denis köyüydü. Beş Grand Cru parseliyle iddialı bir köy olsa da her nedense benle pek yıldızı barışmadı, daha doğrusu tadı bana uyanına henüz denk gelemedim. Siz yine de benim böyle dediğime bakmayın. Birçok kişi Morey-St-Denis şarapları için ayılıp bayılmakta.

Bir sonraki köyün adı Chambolle-Musigny. Bu köyün hem şarapları, hem de kendisi çok güzel. Kahverengi taş binaları ile zaman içinde bir kaç yüzyıl geriye gitmiş gibi oluyor insan.
Chambolle-Musigny

Clos Vougeot
Sonraki durak Vougeot köyü. Bu köyün en ayırıcı özelliği etrafı tamamen duvarla çevrili Cote de Nuit'nin en büyük Grand Cru parseli ile muhteşem güzellikteki şatosu. Eski rahiplerin kurduğu ve bu büyük bağın ismi Clos Vougeot. Hem şaraplar hem de manzara on üzerinden ona çok yaklaşıyor.

Ancak gerçek süperstar bir sonraki köyde. Köyün ismi Vosne-Romanée, süperstarın ismi ise Romanée-Conti .

Romanée-Conti, dünyanın en pahalı kırmızı şarabı, nokta.

Bir şişesi yirmi beş bin dolara kadar alıcı bulabilmekte. Öyle bir şişe Romanée-Conti alıp eve de götüremiyorsunuz. Bir şişe Romanée-Conti alabilmek için yanında başka şaraplardan oluşma bir paketi de almanız gerekiyor.

Geçmiş zamanda dört arkadaşla birlikte para denkleştirip bir şişe Romanée-Conti - tabii ki yirmi beş bin dolarlık şişe değil - alıp birer kadeh içme gibi bir girişimimiz olmuştu ama sonuçlandıramadık.

Romanée-Conti böyle bir şarap sizin anlayacağınız.

Durum böyle olunca düldülün istikametini Romanée-Conti bağına çevirip gaza bastık tabii ki.

Bağın üzerindeki üzümlerin değeri milyon dolar seviyesinde olsa da bağın etrafında duvar, dikenli tel, mayın tarlası gibi şeyler yok. Bir medeni insandan diğer medeni bir insana yapılmış medeni bir uyarı levhası var sadece.

Diyor ki "Lütfen bağa girmeyin".

Jelena Romanée-Conti bağında
Jelena ilk sıradaki ilk üzüm bitkisinin yanında bir ninja-hırsız pozu verdi. Bir de gövdenin altında yere düşmüş bir tane üzüm bulup ağzına attı.

Ve tadını beğenmedi....

Bağın etrafında gezerken yine bir on sene önceki ziyaretten kalma bir anı geldi gözümün önüne.

Nur içinde yatsın, canım köpeğim Yumuk, kaşla göz arasında Romanée-Conti bağına çiş yapmıştı. O yılın şarapları muhtemelen ekstra bir pirimle satılmakta :)

Ve her gelişimde olduğu üzere aynı cevapsız soru aklıma takıldı.

Gözünüzde canlandırın. Sağınızda ve solunuzda üzüm bağları ve bu üzüm bağlarını ortadan ikiye bölen üç metre genişliğinde bir yol.

Solda Grande Rue 2, sağda Romanée-Conti
Bu yolun sağ tarafı bir dünyanın en pahalı şarabının yapıldığı bir bağ, üç metre solda ise şarapları neredeyse onda biri fiyatına satılan ikinci bağ. Aynı güneş, aynı toprak ve aynı üzüm.

Niye derseniz..... İşte ööle :)

Yorgunluk yavaş yavaş çökmeye başladı. Vosne-Romanée'de Jelena da köpek de arabadan inmeyi reddetti. Ben de tek başıma fotoğraf çekmeye gittim.

İşte bundandır ki rotayı Côte de Nuits'nin belki de en şirin köyü olan ve isminin de kaynaklandığı Nuits-Saint-Georges'a yani Aziz Jorj Geceleri'ne çevirdik.

Nuits-Saint-Georges
Bu köy diğerlerinin aksine sadece şarap üreticilerinin yaşadığı bir köy değil. Otelleriyle, kafeleriyle ve Burgonya'nın tadına doyamayacağınız yiyecek ve içeceklerini satın alabileceğiniz mağazaları ile tam bir konaklama yada duraklama noktası.

Bu köyün güzelliğini hayalinize yada Facebook fotoğraflarına bırakıyorum ancak yolunuz düşerse merkezdeki otelin bahçesinde bir Burgundy Trilogy ısmarlamanızı tavsiye ederim. Burgonya'dan üç çeşit şarap ve üç çeşit peynir.

Burgonyada bulabileceğiniz peynir çeşitleri hayal gücünüzü zorlayacak kadar çok. Karabiber, hardal, mantar, soğan yada kül kaplı tekerlek beyaz peynirler ve sayısız sarı peynir. Peynir Fransa'da kendi başına bir mutfak.

İçmek için ise - herhalde artık şarabı geçebilirim - ilk tavsiyem Marc de Bourgogne.

Şarap üretilen her bölgede suyu sıkılmış üzüm tortularının damıtılmasıyla yapılan kuvvetli bir alkol çeşiti bulunur. İtalyada mesela bu içkiye Grappa, İsviçre'de ise Lie derler. Bu içkinin Fransa'daki ismi Marc, Burgonyadaki ismi ise Marc de Bourgogne.

Yemek üstüne, genellikle kahve ile içildiğinden bu tür içkilere Digestive yani hazım içkisi derler ancak hazma herhangi bir yardımları olmadığı gibi bir de midenizi cayır cayır yakmak gibi zararlı etkileri vardır.

Ne olursa olsun ben Marc'ı çok severim.

İyi bir Burgonya Marc'ı yıllanmış satılır ve şişenin üstü mumla mühürlenir.

Benim gibi sormadan sazanlarsanız kendinizi bir bıçak ile saatlerce bu mumdan mühürü kazımaya çalışırken bulabilirsiniz. Halbuki şişenin ağızını bir süre sıcak su altında tutmak bu mühürü açmak için yeterlidir.

Grappa'nın aksime Marc buzdolabında soğutulmaz. Bir de çok içmemeye bakın çünkü adamı çok fena çarpar.

Burgonya'nın başka satın alınabilesi Gourmet ürünü ise baharatları. Ben pek girmedim bu baharat işine ancak hastaları çok.

İşte Nuits-Saint-Georges, bu tür malzemelerin ikmali için mükemmel bir durak.

Eğer Nuits-Saint-Georges'u kaçırırsanız benzeri fırsatları bizim de son durağımız olan Beaune'da bulabilirsiniz.

Nuits-Saint-Georges'dan ayrıldığımızda artık Côte de Nuits'yi geride bırakıp Côte de Beaune bölgesine geçmiş olduk. Côte de Beaune şarapları da tartışmasız mükemmel lezzette Burgonya şarapları içindedir.

Ancak benim ilk göz ağırım ve favorim Côte de Nuits'yi geride bıraktığımızda bu gezimizi ve bu yazıyı da sonlandırmış olduk.

Belki başka bir sefere Côte de Beaune bölgesini size anlatma şansım olur. Kim bilir...

Ancak tüm bu gezinin en üzücü anektodunu en sona sakladım, bitirmeden onu da aktarayım size.

Tüm bu gezi boyunca bir damla bile şarap içemedim, çünkü şoför bendim :(

Unutmayın, Burgonya'da birçok şarap üreticisi sizi hiçbir parasal karşılık yada taahhüt beklemeden mahzenine davet eder ve şaraplarını tatmanıza izin verir.

Sağlıcakla kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...