12 Ağustos 2018 Pazar

Arizona

Las Vegas'tan çıkmış, Henderson'ı geçmiş ve artık çölün kahverengi-kırmızı renklerini görmeye başlamıştık.

Sonra Boulder City çıktı karşımıza. Hoover Dam'in inşaatı esnasındaki işçi barınağı hali çoktan kaybolmuş, modern bir yer haline dönüşmüş. İçine girmedik ama arkadaşım çok düzgün, çok güzel bir şehir olmuş dedi.

Sonra da Hoover Dam'in yanından geçtik. Ama bir tepenin ardında kaldığı için, "Gitmesek de görmesekte o bizim barajımızdır" olduk. Hoover Dam'i helikopterden görmüştüm, bu gelişimizde de uçakla inerken de bir kez daha gördük.

Hoover Dam, Colorado nehri üzerinde, büyük ve etkileyici bir baraj, ama sonuçta bir baraj işte sevgili arkadaşlar. Beton yani.

Yapıldığı zaman çok kişi görmek için gelmiş. Bunda biraz benim neslimin Keban Barajını ziyaret etmesindeki motifler var tabi. Zamanın en büyük barajı, bilmem kaç eyalete elektrik sağlıyor, çölün ortasında sulama yapıyor falan.

Hoover Dam'ı ilginç kılan bir başka özelliği ise yapılışı esnasındaki efsaneler.

Bu barajın yapımında beş küsür bin işçi çalışmış, bunlardan yüz civarı inşaat sırasında hayatını kaybetmiş. Amerika'da hala baraj yapılırken, kazayla betona düşen işçilerin, çıkarılması vakit alacağı için orada bırakılıp, üstlerine beton dökülmeye devam edildiğine inananlar var.

Hoover Dam bir beton yığını olsa da oluşturduğu Lake Mead gölü gerçekten görmeğe değer bir güzellik.

Gün ışığının durumuna göre doğal yeşilin ötesinde çok ilginç bir yeşil tonu, ya da mavi tonu rengi alabiliyor. Yine kıyıları çok ilginç, beyazımsı bir renkte. Bu kıyılar aslen alttaki kanyon tepelerinin zirveleri olduğu için de zig-zag'lar halinde gölü çevreliyor. O yüzden bu manzarayı havadan görmek çok daha ilginç.

Lake Mead'ı havadan görmek
Lake Mead'ı havadan görmek için, bir helikopter ya da uçak turuna alternatif olarak, Las Vegas'a gelmek için bindiğiniz yolcu uçağını kullanabilirsiniz. Biz gelirken Lake Mead sol taraftaki pencereden görülebiliyordu. İnerken dönüp, McCarran'ın pistlerini aksi istikametten almadığımızı düşünürsek, bunun hava alanının olağan operasyonlarında tekrarlayacağımı varsayabiliriz. Sözün kısası, Lake Mead'i görmek için Las Vegas'a gelirken uçağın sol tarafına oturun 😛. Los Angeles, San Francisco gibi batımsı bir yerden geliyorsanız da sağ tarafına oturun.

Hoover Dam tam Nevada ve Arizona eyaletlerinin sınırında sevgili arkadaşlar. Biz de Colorado nehrini geçtik ve 🐝Mezzy🐝'cik ilk defa Arizona topraklarına ayak basmış oldu.

Arizona her halde insanın kafasındaki Vahşi Batı resmine en çok uyan yerlerden biri sevgili arkadaşlar.

Bir kere uçsuz, bucaksız bir çöl. Ancak Arizona'yı özel yapan şeylerden biri, bu çölün bir kum çölü olmaması. Başka bir deyişle, çölde bol bol dağ, tepe ve kayalıklar var. Bu resmi bir de kahverenginin her tonuyla boyayın, ortaya dünyanın başka hiç bir yerinde göremeyeceğiniz manzaralar çıkıyor.

Hepimiz yeşil'i severiz tabi. Üstüne biz dünyanın en yeşil ülkelerinden birinde yaşama şansına sahibiz. Ancak Arizona'yı görmeden kahverengiyi o kadar küçümsemeyin derim. Her dağ, her kaya, her düzlük başka bir güzellik.

Arizona'nın kahverengisine bir de Colorado nehrini eklediğinizde ise ortaya gerçek mucizeler çıkmış. Grand Canyon bunlardan sadece biri, ki sonra ona geleceğiz zaten. Bu nehir Arizona kayalarını bin yıllar boyunca oyup, ortaya ressamların hayal güçleriyle bile çizip, boyayamayacakları manzaralar çıkarmış.

Nehir, bir de çölün ortasına su getirdiği için çöl yaşama kavuşmuş, kaktüsleri, çakalları, tilkileri, çıngıraklı yılanları ile ortaya tam bir Vahşi Batı geri planı çıkarmış.

Tommiks'in kızılderililer ile savaştığı, kervanları koruduğu, posta arabalarına refakat ettiği, haydutları kovaladığı mekanlar hep buraları işte.

Güneş yavaş yavaş yükselmiş, arabanın camları yine sıcaktan dokunulamaz hale gelmişti.

Willow Beach
Colorado nehrinin üzerinde, Willow Beach isimli bir parkta durduk. Hava öyle bir sıcaktı ki, sevgili kardeşim, arabanın motorunu durdurmadı ve 🐝Mezzy🐝'yi başında birimiz nöbetçi, arabanın içinde tuttuk.

Nehir burada bir dirsek yapıp dönüyordu ve bir sahil sayılabilecek kadar da genişlemişti. Etraftaki tepelerin ve suyun oluşturduğu ilginç bitki örtüsünün altında ortaya mükemmel bir manzara çıkmıştı.

Yeniden yola koyulduk. Bu kez hedef Kingman kentiydi.

Kingman önemli bir Route 66 konaklama noktasıymış. Zaten şehre girer girmez hemen sağda bir müze, orijinal bir de Route 66 tabelası vardı, yanında ise eski bir at arabası, bahçede de de eski model arabalar ve tren vagonları...

Western kokusu
Kingman'ın içinden geçen yol da zaten Route 66, bu yüzden yol boyu Historic Route 66 işaretlerini görmek mümkün.

Müze ise küçük olmasına rağmen oldukça ilginçti. Route 66 zamanlarından kalma benzin pompaları, arabalar, trafik işaretleri, araba plakaları gibi bol bol anı malzemesi gördük. Müzenin bir köşesinde de zamanın binalarını canlandırmışlardı.

Gezdiğimiz ikinci bir müzede de bol bol kızılderili-kovboy malzemesi vardı. Totemler, halılar, kilimler, battaniyeler, silahlar, eyerler, vesaire.

Dönüş yolunda hedeflerimizden birini daha gerçekleştirdik. Gerçek bir kaktüsle resim çektirmek!

Joshua Tree
Kaktüs yoğun bir alan bulup durduk. Oldukça ilginç kaktüslerin saysinde, çok ilginç resimler çektik. Ancak bu kaktüslerin isminin "Joshua Tree" olduğunu akşam yemekte sevgili kardeşlerimin kızından öğrenecektim.

Joshua Tree'yi U2'dan hatırlarsınız herhalde. Bu isim, ağaç ellerin açıp dua eden bir figüre benzediği için, Incil'de Joshua Peygamberin bir dua esnasında ellerini gökyüzüne kaldırdığı olaydan esinlenilip, Mormonlar tarafından verilmiş.

Güneş, gök yüzğnde alçalmaya başlarken Las Vegas'a doğru yola koyulduk. Hedefimiz Grand Canyon'ın arabadan bir manzarasını yakalamaktı. Yine yol üzerinde sevgili arkadaşım, Vegas'ın en ucuz Grand Canyon helikopter turlarının yerini gösterdi. Adam başı 39 dolar! Yürüyerek gezseniz daha pahalıya gelecektir! Biz İnternetten adam başı 300 dolara bulmuş, pahalı diye vazgeçmiştik.

Biraz daha ilerlediğimizde Grand Canyon'vari kaya yapılanmalarını görmeye başladık. Daha ileride ise South Rim dedikleri devasa kaya bloğunu gördük.

Aslen planımız içeri girmemek olsa da, hadi gidelim dedik, bastık gaza.

Arabayı park ettik ve bizi kanyonun içine götürecek otobüse bindik. On dakika sonra otobüs şoförü kadın beklenen anonsu yaptı.

"Ladies and gentlemen, the one and only Grand Canyon!"

Grand Canyon'u en kıse şekilde bir doğa harikası olarak tanımlayabiliriz, sevgili arkadaşlar.

En azından benim kayıtlarımda, bir doğa harikası, dünyanın başka bir yerinde göremeyeceğiniz bir güzelliktir. Rio Negro ve Rio Solimões nehirleri Brezilya'nın Manaus kenti yakınlarında birleşip, Amazon nehrini oluştururlar. Rio Negro'nun karanlık suları, Rio Solimões'un sarı suları ile karışmadan yüzlerce kilometre akar. Bu bir doğa harikasıdır. Arjantin, Brezilya ve Paraguay sınırındaki Iguaçu şelaleleri bir doğa harikasıdır. Kapadokya bir doğa harikasıdır. Çünkü böyle yerlerin bir ikincisi yoktur.

Grand Canyon'da böyle bir yer işte sevgili arkadaşlar. İnsan gördüğünde kendisinin doğa karşısında ne kadar küçük olduğunu idrak ediyor.

Colorado nehri milyonlarca yıl boyunca, çok daha önce bir iç deniz olan bu alanı, oymuş, oymuş ve ortaya dört yüz elli kilometre uzunluğunda, ama en etkileyicisi, iki kilometre derinliğinde bu inanılması güç sanat eserini çıkarmış.

Grand Canyon
Kanyonun duvarları bir ressamın fırçasından çıkmışcasına, değişik renkleri ve şekilleriyle akla ziyan bir manzara oluşturmuş.

Grand Canyon çoğunlukla Kızılderililere ait bölgelerden oluşmuş. Otobüsümüz de bizi Hualapai yerlilerinin arazisinde ilk durağımızda bıraktı. Hualapai Yerlileri Skywalk isimli, altı cam bir platform yaparak bu doğa harikasının ırzına geçmişler. Bu güzelliği akvaryum gibi, bir camın ardından görmek bence saçmalık. Yine bir iki noktaya Las Vegas kılıklı modern binalar dikmişler ki, ırza geçme, toplu tecavüze dönüşmüş.

Bu zırvalara kafanızı çevirdiğinizde ise dünyanın en görülmeye değer manzaralarından biri var tabi.

Yamaçları çok doğal, kendi haline bırakmışlar. Yükseklik korkunuz varsa yaklaşmayın. İki bin metre aşağıda akan Colorado nehrini görmek için bayağı kenara yaklaşmanız gerekiyor.

İyice alçalan güneş, içlerindeki demir cevherinin paslanmasından kırmızıya çalan kayaların rengini daha bir güzel açığa çıkarmış.

Grand Canyon
Kanyon'un içinde olmasa da çok yakınında çöl kumlarının taşlaşarak oluşturduğu bir vadi var. İsmi Valley of Fire. Yine inanmak için görülmesi gerekli bir yer. Bütün kayalar portakaldan vişne rengine kırmızının tonları. Total Recall, Star Trek gibi bir çok Mars filmleri burada çekilmiş. Ben yine havadan görmüştüm, ama bir gün kamerayı alıp gitmek isterim.

Bölgede başka ziyaret noktaları da var. Horseshoe Bent isimli bir kanyon örneğin, hiç görmesem de görmüş kadar olduğum bir yer. Fotoğrafı en çok çekilen kanyondur herhalde. Colorado nehri, burada bir tepenin etrafını at nalı şeklinde çevrelemiş.

Yine görmediğim ancak ününü duyduğum bir Zion park'ı da listemize ekleyelim.

İkinci durağımıza gitmek üzere otobüsü beklerken sıradan bir Amerikalı kız sordu.

"Neredensiniz?"

Bazı Amerikan hatunlarının vardır bu huyu. Sırada sessizce bekleyemezler, kendilerini konuşmak zorunda hissederler. Genelde niyetleri iyidir, ama çoğunluğunun, nasıl söyleyeyim, sizle konuşmayı sürdürecek birikimi yoktur. Bir noktadan sonra bir şey söyleyip, sinirinizi kaldırırlar genelde.

Grand Canyon
Arkadaşım "Las Vegas'tan" dedi.

"Ama sizin aksanınız var!"

Adam yirmi küsür senedir Vegasta yaşıyor, ve evet Las Vegas'tan geldik buraya. Soru nerelisiniz değil, hangi diyardan buralara geldiniz gibiydi zaten. Sana da yalan söylemek gibi bir zorunluluğumuz yok. Üstüne, Vegas'ta yaşayanların yüzde sekseni Ingilizceyi ikinci dil olarak konuşur, hepsinin aksanı var. Aksanımız varsa da var, what's your point?

Arkadaşım, "Haklısın, ben Nijeryalıyım." dedi.

Kız da bize küstü, iyi mi?

İkinci durağımız biraz daha yüksekteydi. Jelena korktu ve 🐝Mezzy🐝 ile yamaca inmedi. Biz yine manzaranın tadını çıkarıp, bol bol resim çektik. Ben bütün gün yaptığım gibi kafama su dökerek dolaşmaya devam ettim.

🎶 I'm a poor lonesome cowboy 🎶
Geri dönüş için yola koyulduğumuzda güneş artık batıyordu. Çok güzel bir bulut batan güneşi kapamış, ortaya inanılmaz güzel renkler saçıyordu. Sevgili kardeşime rica ettim, otoyolda kenara çekti.

Arizona'nın uçsuz, bucaksız çölünde, başı, sonu olmayan bir otoyolda, güneş batımında bir "🎶 I'm a poor lonesome cowboy 🎶" resmi çektik.

Çok güzel bir gün geçirmiştik, ancak bu gün gezimizin belki de en yorucu günü olmuştu. Outbeck's et restoranında birer dinozor bifteği yedik ve şarabımızı içtik. Geldikten sonra başka bir garsonun onayıyla masa değiştirip, bunun kapsama alanına girdiğimiz için bize küsen eşek garsonun ukalalığı bile et ve şarabın güzelliğini bozamadı.

Otele gittik ve kendimizden geçtik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...