1 Eylül 2018 Cumartesi

Zaman Yolculuğu

Genç kız bitkin bir halde, cafe'de kendisini bekleyen arkadaşının karşısına oturdu. Ellerini kalbinin üzerinde birleştirip, "Bir dakika soluklanayım, sonra senle konuşacağım" anlamında sempatik bir hareket yaptı. Bir kaç saniye dinlendikten sonra, masanın yanındaki ekrandan en sevdiği meyve kokteylini seçti. Açılan kapaktan bardağına uzanıp, ilk yudumunu aldı.

Arkadaşı dayanamayıp sordu:

"Çok mu zor geçti?"

"Sorma, canımı çıkardılar. Bir önceki gözlemde mühendislerden birinin gerçek babasının mahallenin kadastro müdürü olduğunu anladığından beri çok ince eleyip, sık dokuyorlar. Bir dolu psikolojik test, sağlık muayenesi, sinir kontrolü, prosedür uyum çalışması..."

İçeceğinden uzun bir yudum alıp, devam etti.

"Sabahın sekizinden beri test, mülakat, doktorlar... Sorma işte."

"Bu kadar didiklemekte aslında haklılar. Bu işlem çok masraflı. Ekipten biri kontrolünü kaybedip saçma bir şey yapar diye korkuyorlar."

"O yüzden yakın geçmişe bütün seyahatleri durdurdular ya. Zamanda yolculuk dikkat istiyor, geçmişe en ufak bir müdehale, bu günü değiştirebilir. Bundandır, yolculukları, ekipler geçmişe gittiğinde yakın akrabalarını göremeyecek şekilde planlıyorlar."

"Sonucu ne oldu? Seni kabul ettiler mi?"

"Onayladılar... Ama zar zor. O da gideceğimiz döneme ait annemin babasından dinlediklerini bildiğim için."

"İyi etmişler. Dedenle babaannen, anneni çok geç yaptıkları için, arada bir nesil kaybı olmadan bir çok şeyi sana aktarabilmiş."

"Öyle. Dönemin bir çok yaşlısı bellek engram transfer teknolojisi gelişmeden ölmüştü. Annem geç geldiği için yetişebildi. İlerde bu bellek transferleri sadece akraba olmayanlar arasında da yapılabilecek herhalde, ama şimdilik ellerinde sadece ben varım."

"Tam olarak nereye ve hangi döneme gideceksiniz?"

"Türkiye'ye, yirmi birinci yüzyılın başlarına..."

"Türkiye mi? Ne işiniz var orada? Okulda tarih derslerinden hatırlıyorum, Amerika, Trump falan daha ilginç değil mi?"

"Şaka mı yapıyorsun? Yirmi birinci yüzyıl Türkiyesi siyasal toplumbilimcilerin mabedidir. Bütün bilim dünyası iki yüz yıldır çalışıyor olsa da, hala o dönemin Türkiye'sinde olan biteni anlamış değil. Bunu çözen bilim adamı kesin Nobel alacaktır. Geçenlerde bulunan soğuk füzyondan daha fazla ses getirecek bir buluş olacak bu."

"Gerçekten mi? Nedir o dönemi bu kadar özel yapan?"

"Türkiye, tüm zamanların ülkelerine kıyasla, en kısa zamanda, en fazla tersine evrilip, geriye gitmiş bir ülke. On yıl içinde, yüzyıllarca geriye... Tüm tarihte başka bir örneği yok."

"Peki ülkenin insanları engelleyememiş mi bu gerilemeyi?"

"Ne engellemesi, ülkenin insanları istediği için bu gerileme kavgasız, gürültüsüz gerçekleşmiş!"

"Yani insanlar bile bile mi yüz yıllarca geriye gitmeyi kabul etmişler?"

"Aynen öyle. Kadınlar isteyerek haklarından ve özgürlüklerinden vaz geçmişler. İnsanlar o zamanın değişim aracı olan paralarının değer kaybettiğini görüp, bize ne demişler. Modern bir eğitimden, çağdışı bir eğitime geçişi kutlamışlar. Yine o zamanın kaynak paylaşım sistemi olan ekonomileri batmış, aldırmamışlar. Yargı sistemleri işlevini kaybetmiş, yine boş vermişler. Ülkede üretim durmuş, kaynaklar üretime ve ilerlemeye katkısı olmayan din görevlilerinin yetişmesine harcanmış. O zamanlar robotlar yok biliyorsun, madenlerde insanlar çalışıyormuş. Sistemin işlememesi yüzünden yüzlerce insan toprak altında kalıp, ölmüş, halk bu geriye gidişi daha da fazla desteklemiş."

"İnanmıyorum!"

"Tamamen gerçek! Bu yüzden kimse bunların nasıl olduğunu anlayamıyor ya..."

"Peki bu Türklerin zihinsel gelişimlerinde bir problem mi varmış ki, göz göre göre geriye gitmeyi kabullenmişler?"

"Uzunca bir süre bilim dünyası bunu araştırmış. Hatta Türklerin o zaman Homo Sapiens düzeyine evrilemediklerini falan düşünenler olmuş, ama bulunan fosiller bu teorileri kanıtlayamamış. Türkler görünüşe göre antropolojik olarak normal insanlarmış."

Meyve suyundan bir yudum alıp, devam etti.

"Ancak mezarlarda bulunan kafatasları incelendiğinde, beyinlerinde ufak bir anormallik bulunmuş. Synapsis anında oluşan homongolus kromozomlarının dizilişindeki bir hata yüzünden Türkler doğuştan her şeyi bildiklerine inanıyorlarmış."

"Eh, anlaşılabilir bir şey bu. Yetersiz beslenme, fakirlik ve eğitimsizlik yüzünden tabi..."

"Yok, yok, tam tersine. Bu bozukluk zamanın hali vakti yerinde, düzgün beslenmiş, eğitimli aydınlarında daha da fazla, daha da etkin görülüyormuş."

"Nasıl yani? Eğitimli biri her şeyi bildiğine inanabilir mi?"

"Bu yüzden işte yirmi birinci yüzyıl Türkiyesi ilginç bir hale dönüşüyor ya..."

"Gerçekten ilginçmiş. Peki bu aydınlar ülkenin nereye gittiğini görüp, bir şeyler yapmamışlar mı?"

"Yapmışlar. Sosyal medya dedikleri bir ortamda, ülkenin nasıl kötüye gittiğini, ülkenin nasıl kötüye gittiğini zaten bilen başka aydınlara bıkmadan, usanmadan, defalarca anlatmışlar."

"Ama o anlattıkları aydınlar zaten ülkenin kötüye gittiğini anlamışlarsa, niye onlara yeniden anlatmışlar? Anlamayan cahillere anlatsalarmış ya..."

"Anlamayan cahiller de diğer anlamayan cahillere ülkenin nasıl iyiye gittiğini anlatıyorlarmış çünkü. İşin aslı aydınlar anlatsalar da bu cahil kesimin anlayacağı şüpheliymiş. Yukarda söyledim ya, bu her şeyi bilme bozukluğundan..."

"İnanılmaz..."

"Bu görev niye bu kadar önemli zannediyorsun?"

"Peki bu ekipte senin görevin ne olacak?"

Tablet bilgisayarının üzerinde bir sayfa açıp, arkadaşına gösterdi.

"Bana bu adamı inceleme görevi verildi."

"Kim bu? Kılıbık, Kıçılık, Kılçık, Kıçımlık..."

"Kılıçdaroğlu...."

"Neyin nesi bu adam?"

"Tarihin iktidar olmayı istemeyen tek muhalefet lideri. Görevinin sağdan soldan cumhurbaşkanı adayı 'atamak' olduğuna inanan tuhaf bir karekter."

"Böyle deliler her dönemde vardır. Bunun özelliği ne?"

"Bunun özelliği falan yok. İşe yaramaz, aptalın biri. İki sayıyı toplamayı beceremeyen, doğru düzgün bir cümle kuramayan, üçüncü sınıf bir muhasebeci. Aldığı hiç bir karar, yaptığı hiç bir öngörü, verdiği hiç bir taahhüt doğru çıkmamış."

Durup, meyve kokteylimden bir yudum daha aldı.

"Bu adamı ilginç kılan, dokuz seçim kaybetmesine rağmen, taraftarlarının bunun 'başarılı' olduğuna inanmaları. Bunun sayesinde iktidar partisi lideri adım adım belediye başkanlığından Sultanlığa evrildi. Her seçimi kaybettiklerinde muhalefet taraftarları muhalefet liderini başarısından dolayı kutlayıp, bir sonraki seçimi kazanacaklarına inandılar. Arka arkaya dokuz kere! Son seçimle ülkenin rejimi değiştikten sonra muhalefet taraftarları buna sonunda "Sen artık git" demeye başladılar. Bu sefer de bu, hayır, ben başarılıyım, niye gideyim diye çıktı işin içinden. Antropologlar da sonunda pes edip, topu biz siyasal tarihçilere attılar."

"Peki iktidardaki partiyi ve liderini kim araştıracak?"

"Kimse araştırmayacak. İktidarın hiç bir orijinalliği yok ki. Tarih boyunca örneğini bol bol gördüğümüz, tipik bir din sömürücü demogog. İcraatları o kadar klişe ki, yarım günlük bir ders bütün tarihini anlatmaya fazla geliyor..."

"Sen anlatınca daha iyi anladım. Bu işi çözerseniz, kesin ucunda Nobel var. İyi şanslar..."

3 yorum:

  1. Aynen. Süper.. Ve bu yazı hâlâ güncel bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu blog'da beş yüz civarı yazı var, yazarken en çok zevk aldığım yazıdır diyebilirim 😍

      Sil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...