15 Nisan 2012 Pazar

Çin İzlenimleri

Çin anılarından sonra biraz da Çin izlenimlerini yazmak istedim.

Pekin havaalanına indiğimizde itiraf etmeliyim çok heyecanlıydım. Çin, bildim bileli beni meraklandıran mistik bir ülke olmuştur. Hem tarihiyle hem de bir medeniyet inşa etmiş bir ulus olmasıyla beni hep cezbetmiştir.

İşte bu yüzden bir an önce havaalanından çıkıp ülkeyi görme isteği ile acele ediyordum.

Ama çok iyi de biliyordum ki eski doğu bloku ülkelerine, rejimleri değişmiş bile olsa yabancı bir pasaport ile girmek traomatik bir deneyimdir.

Pasaportunuzu defalarca göstermek zorundasınızdır. Görevli, bir size, bir de pasaportunuzdaki resme defalarca bakar.

Sayfalarca kâğıt üretilir, bu kâğıtlar ikiye bölünür, biri girişte kullanılır, diğerini çıkarken verirsiniz. Geri kalanlarına delikler açılır, klasörlere konur. Pasaport bankosunun arkasında devamlı pum, pum, pum seklinde damga sesini duyarsınız. Doğu bloğu ülkeleri damgalamayı her nedense çok severler.

Sonra size görev gereği geleneksel, niye geldiniz, nerede kalacaksınız sorularını sorarlar ama cevabini dinlemezler bile.

O güne dönersek, uçakta dağıtılan ve inmeden doldurduğumuz giriş formlarından sonra en az bir saati gözden çıkarmıştım.

Pasaport bankosunu bulduk. Görevli kız güler bir yüzle belgeleri istedi. Bu arada bir kamera otomatik olarak resmimizi çekti. Sadece bir kere “pum” sesini duydum. Ve neredeyse üç dakika içerisinde işlemimiz bitti. Bankonun hemen yanında memurun size karşı davranışı ve hızını değerlendireceğiniz otomatik bir terminal koymuşlardı. Memnuniyetimizi belirtip geçtik.

Çin benim ilk gördüğüm komünist ülke. Komünizm sonrası birçok ülkeyi görmüş olsam da bunların çoğu komünizmden kurtulma psikolojisi içinde ülkelerdi.

Pekin ilk görüşümde beni mahcup etmedi. Evet, tüm şehir tipik komünist bir cehreye sahip. Eskiden düşündüğümüz kadar gri ve zevksiz olmasa da tek tip binaların, ayni türde estetik olarak fazla önemsenmemiş yapıların oluşturduğu bir şehir.

Komünizmin iyi taraflarından da payını fazlasıyla almış Pekin. Bir kere dünyanın neredeyse en güvenli şehri. Sonra belki İsviçre’den bile daha temiz – ama burada yerlere tükürenleri hariç tutmak gerek. Çinde yerlere tükürmek ayıp değil. Kadın, erkek herkes yerlere tükürüyor. Her an o “Haaaak!” sesini duymanız mümkün. Her nedense “Tuuuu!” bölümü pek duyulmuyor.

Caddeler her iki yöne de beş-altı şerit genişliğinde. Yani karşıdan karsıya geçmek için koşmanız gerekmekte. Ama trafiği hiç sormayın. Türkiye’den sonra gördüğüm en kötü trafik. Yayalara yeşil yanarken bile arabalar tereddütsüz yayaların üzerine geliyorlar.

Ayni Türkiye gibi, yayalık ikinci dünya savaşı zamanlarında, Berlin’de, boynunuza “Ben Yahudi’yim” yazılı bir tabela asıp dolaşmaya benziyor.

Cinde her şey “halkın”. Cumhuriyet, “Halkın Cumhuriyeti”, para birimleri “Halkın Parası”, caddelerin ismi “Halkın Caddesi”, meydanların ismi “Halkın Meydani”, parlamentoları “Halkın Parlamentosu”. Bir sure sonra Çincesini bile söküyorsunuz. Çincede “Ren Min”, “Halkın” demek.

Aksam belli bir saatten sonra estetik amaçlı bina aydınlatmaları kapanıyor, belli cadde ve meydanlara giriş yasaklanıyor.

Facebook, Youtube yassah.

Tam komünist bir ülke yani.

Tam bu fikre alışmışken, bir sure sonra bu komünist ülke tanımında sanki bir tuhaflık var hissine kapılıyorsunuz.

Proletaryaya karışmış, yolda yürürken karşınıza bir Porsche bayisi çıkıyor. Hadi bu Halkın Porsche’u diyecekken bir alış veriş merkezine giriyorsunuz ki Las Vegas’da yok böylesi. Louis Vuitton’dan Armani’ye, Prada’dan Gucci’ye her şey var.

Bunlar öyle turistik falan değil. Sokaklarda Ferrari’leri, Prosche’ları görüyorsunuz, Proletaryanın ellerinde Louis Vuittonlar, üzerinde Gucciler. İnanmayanlar Facebook’taki albüme baksınlar.

İşte bütün bunların üstüne bir de Şanghay’ı görünce artık bu komünist ülke düşüncesini çöpe atıyorsunuz. Şanghay ile New York arasında çok az fark var.

Hem de kapitalizmin tüm “şeytani” enstrümanları ile. Bankalar, Menkul Kıymetler Borsası, büyük şirketler, vs...

Kimse yanlış anlamasın, bence bu çok iyi bir şey. Tüm bunlar Çin ve Çin halkı için son derece faydalı kurumlar. Çin bir gün gerçek bir süper güç olursa bunların sayesinde olacak.

İşte böyle. Çin’de komünizm kapitalizme adapte olmuş. Bu çok ilginç gelse de kulağımıza, Çin’e önemli bir avantaj kazandırıyor. Eğer her iki ideolojinin de iyi taraflarını kullanmayı becerebilirse Cin’i tutmak çok zor olacak gibi.

Her ne dersek diyelim Çin artık kapılarını açmış, geliyor, hem de gümbür gümbür. Dünyanın gerisinin hayati artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.

Cinle ilgili birkaç başka önemli noktanın altını çizelim

Komünizmin ilk dönemlerinde yasaklanmış olsa da daha sonra inanç özgürlüğü benimsenmiş. Budizm, Taoizm, İslam, Protestanlık ve Katoliklik devlet tarafından resmi olarak tanınan dinler. Konfüçyüzim ise bir din değil felsefe olarak kabul ediliyor.

Gezip görmek için ise esi bulunmaz bir hazine. Unutmayalım, Çin bir uygarlık kurabilmiş Yunanlılar, Romalılar, Moğollar ve tabii ki Türkler gibi nadir uluslardan biri. Bu yüzden de tarih, kültür ve yaşamlarında görmeğe değer birçok şey var. Yasaklı şehir, Çin seddi, tapınakları, sarayları, mutfakları görüp yasayan herkesi fazlasıyla etkileyecektir.

İşte benim penceremden uzak doğunun süperstari.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...