13 Ekim 2022 Perşembe

Londra IX - Londra'nın Gizli Cevherleri

Takip edenleriniz bilir sevgili arkadaşlar, Tapınak Şövalyeleri'ne özel bir ilgim vardır. Bu konuda bilgisi az bir çok kişi, şövalyelerin haçlı, zırhlı resimlerini gördüklerinde, bunları Haçlılar, Hristiyanlık için savaşan, İngilizce de söyledikleri gibi "Defenders of the Faith", yani inancın koruyucuları gibi bir şey zanneder.

Elbette Tapınak Şövalyeleri'nin mayalarımda hristiyanlık vardır, ve elbette şövalye oldukları için üzerlerindeki haç sembolleriyle at üstünde kılıç, mızrak sallarlar. Ancak işin aslı, örneğin hard-core haçlılara nazaran acayip islam dostu, hatta sadece İslam da değil, diğer tüm dinlerin dostu bir felsefeleri vardır.

İyice derinine inersek, bunlar, şövalyeden de çok, birer banker, birer iş adamlarıdır. Hatta iş adamlığı konusunda çığır açmışlardır. İlk çeki, daha doğrusu seyahat çeklerini bulup, kullanan bunlardır. Hristiyan hacılar Avrupa'da Tapınak Şövalyelerine para verir, karşılığında bir belge alırlardı. Kudüs'e gittiklerinde bu kağıdı Tapınak Şövalyeleri'nin Kudüs şubesinde paraya çevirirler, böylece yolda soyulmaktan kurtulurlardı.

Tapınak Şövalyeleri, Haçlı Seferleri dönemlerinde fazlasıyla büyüyüp, güçlenmiş, Avrupa'nın zamanındaki Monark'ları için önemli bir endişe kaynağı haline gelmişlerdi. Krallıkların kumpasları çerçevesinde bunlara, bir ata iki kişi biniyor diye ibne demişler, komploları kıvamına gelince de, bir gece kralların emriyle çoğu yakalanıp, önce ciddi bir işkenceden geçirilmiş, sonra da genelde yakılarak öldürülmüşlerdi.

İlginizi çekerse burada Tapınak Şövalyeleri hakkında bol bol yazmıştım, bakabilirsiniz.

Tapınak Şövalyeleri Britanya Adasında, Kıta Avrupası'ndaki gibi nefretle karşılanmamış, kendilerine bir yaşam alanı bulabilmişlerdi. Sağ kalan şövalyelerin Masonik geleneği başlattıkları düşünülür. Daha da ileri giden bazıları, günümüz İsviçre'sini kurup, bugünkü refah seviyesine getirenlerin Tapınak Şövalyeleri olduklarını idda ederler.

Ne olursa olsun ilginç bir topluluklarmış.

Temple Church - Tapınak Kilisesi
Londra gezimizin şimdiki durağı ise kentin en önemli Tapınak Şövalyeleri noktası. İsmi ise, sıkı durun, Tapınak Kilisesi, yada kısa haliyle Tapınak! Bu kilise şövalyelerin İngiltere'deki karargahları, yani genel merkezleriymiş.

Mimari itibarıyla çok eski bir kilise. Yuvarlak bir ibadet alanı var, sanki bir cami gibi. Gerçi İkinci Dünya Savaşı esnasında çok ciddi hasar görmüş, ancak yavaş, yavaş yeniden yapmışlar.

İçini ne yazık ki gezemedik, birinin Vaftizi yada Komünyonu vardı. Ancak bahçesinde oturup, bir yarım saat dinlendik.

Girişte ve çevredeki duvarlarda mermer üzerine yazılı, eskiden kalma tabelalar bulunur. Bunlar da genelde başta Latince, Jelena'nım konuştuğu bir dilde olduğundan hep ona sorarım, ne diyor diye. Yine öyle bir tabela gördüm, hemen "Jelenacım, ne diyor bu?" diye atladım. Bana bakıp güldü, "Farkındaysan Londra'dayız, tabela da İngilizce" dedi. Gerçekten de dikkatli bakınca gördüm, belki bir milenyum yaşında olsa da, İngilizce hala İngilizce. Utandım…

Temple Church'dan ayrıldık, ancak çok yakında Birleşik Krallıkta bulunan, neredeyse dünyanın en tanınmış başka bir Tapınak Şövalyeleri noktasını ziyaret edeceğiz sevgili arkadaşlar. Oradan da biraz Tapınak Şövalyeleri nostaljisi yaparız zamanı geldiğinde.

Şimdi konumuzu biraz dünyevi zevklere çevirelim.

Türkiye bir çay ülkesidir. Her evde, her zaman çay içilir. Keza İngiltere. Çay, bu kültürün gerçekten de önemli bir parçasıdır.

Tarihte biraz geriye gidersek, çayın içilmeye başlamadan önce yenilen bir bitki olduğunu görürüz. Evet, kökeni olan Doğu Asya'da insanlar çok eski çağlarda çay yerlermiş. Sonra çay yapraklarını kaynatıp yeşil çay, yaprakları kaynatmadan önce de kurutup, bildiğimiz siyah çay içmeye başlamışlar.

Twinings Çay Mağazası
Kayıtlara göre ilk kez çay üretilip, içilen ülke Çin'miş. Zaten bugün de dünyadaki çayın çoğu Çin'de üretiliyor. Avrupa'da ise ilk kez Hollanda'da içilmeye başlammış. Sonrasında da Fransa ve Amerika. Çay İngiltere'ye çok daha sonra gelmiş.

Ama bir gelmiş, pir gelmiş.

Londra'da açılan bir çayhaneden bütün ülkeye yayılmış. Bu ilk çayhane, yada İngilizcede dedikleri üzere Tea House, 216 Strand Caddesinde. Thomas Twining isimli bir İngiliz, satın aldığı bir kahvehaneyi, kahve sektöründeki rekabetten kurtulmak için çayhaneye çevirip, işletmesiyle hayatına başlamış. Bugün Twinings çayları en ünlü İngiliz çaylarının başımda gelir. Çocukluğumda Avrupa'ya, Kıbrıs'a gidenlerden Twinings getirmelerini rica ederdik.

216 Strand'de bugün bir Twinings çay mağazası var. Girip, nostalji yapmanız, farklı çayları tatmanız olanaklı.

Twinings mağazasının önünde bir kaç dakika nostalji yapıp, yönümüzü başka ilginç bir mekana çevirdik.

Tapınak Şövalyeleri'nden söz edip, Masonları atlamak olmaz.

Freemasons' Hall
Masonlar bizde dünyayı gizli gizli yöneten, James Bond filmlerindeki Drax, Stormberg gibi vilanların organizasyonları şeklinde algılanırlar. İşin aslı, Masonlar hakkımda bildiğimiz kadar bilmediğimiz de çok şey olsa da, şimdiye kadar Mason oldukları için başlattıkları bir savaş, neden oldukları bir yıkım, kısacası yaptıkları bir kötülük bilinmiyor. Hattızatında Süleyman Demirel de tescilli bir Mason'du. Sıkışınca şapkasını alıp gitti. Dünyanın hiç bir yerinden de Türkiye’nin üzerine nükleer füzeler, bulaşıcı hastalıklar falan salınmadı.

Herneyse, çok başınızı ağrıtmayayım. İlgilenirseniz burada biraz Masonlardan da bahsettim. Bir bakın isterseniz.

İngiltere, Avrupa'nın gerisine göre daha liberal bir yer olduğundan, Masonlar burada biraz daha göz önündeler sevgili arkadaşlar. Londra'nın göbeğinde gerçekten insanı etkileyen devasa bir merkezleri var. Artık hangi Lodge, hangi Chapter bilmiyorum ama binaları 'ben buradayım' diyor. İçini gezmeye hazır değildim, yeteri kadar okumamıştım, bir de, şu sıralar hep tekrar ettiğim üzere zamanımız çok azdı.

Her iki duvarın birinde
Etrafında şöyle bir dolanmakla yetindik. Her iki duvarın birinde bunu bilmem kim yaptı, her iki binanın birinde de bunu bilmem kim tasarladı diye levhalar var. Malumunuz Masonlar duvar ustalarıdır, zamanın Karadenizli müteahhitleri gibi yani.

Herneyse, görmek isterseniz, Mason'ların Londra karargahının kısa ismi Freemasons' Hall, yeri de Holborn yakınlarında.

Sıradaki ziyaret noktamız, Londra'da en çok görmek istediğim yerlerden biriydi sevgili arkadaşlar.

Bir cümleyle özetlersek 'Shaken, not stirred' diyebiliriz. Evet, tahmin ettiğiniz üzer söz ettiğim kişi 'Bond, James Bond'.

SIS (MI6) Karargahı
Monte Carlo'dan Rio'ya, Alp'lerin zirvelerinden, Venedik'in kanallarıa bir çok James Bond lokasyonunu gezmişliğim vardır. Ne var ki, bu kez kafadan 007'ın evine gidiyorduk.

MI6'in gerçek hayattaki merkezi Londra'nın Vauxhall bölgesinde. Koca bir kompleks, resmi ismi ise SIS, uzun hali ile Secret Intelligence Sevice. Yani Gizli İstihbarat Servisi, Bond işte yahu…

Koca, yeşilli beyazlı modern bir bina. Goldeneye'da ilk kez görünmüş, ancak izlediyseniz World Is Not Enough'da, Bond'un jet takviyeli bir sürat motoru ile duvarından fırlayıp, Thames nehri üzerinde başlattığı unutulmaz kovalama sahnesinden hatırlayabilirsiniz.

Binanın bir tarafı caddeye, diğer tarafı ise Thames Nehri'ne bakıyor. Nehir kıyısı daha romantik tabii ama binanın bu tarafında bir tür inşaat vardı. Yine de World Is Not Enough hattına bir iki resim çektik.

Yakalarsak Oyarız...
Binanın etrafını çevreleyen duvarlarda, belli ki geçmişte meraklı, gereğinden biraz fazla şarja takılı kalmış, şan şöhret peşinde üç beş adamın yüzünden başlarına işler gelmiş, böyle gereksiz vakaları önlemek için durumu net olarak anlatan bol bol uyarı levhası vardı. Bunlar mealen şöyle diyorlardı: "Burası giriş ve çıkışın izne tabii olduğu bir devlet binasıdır. İçeri izinsiz girmeye çalışmak suçtur. Yakalarsak oyarız!"

Belki gerçek hayatta 'Double-Oh' ve 'Q' gibi servisleri yok ama MI6 görünüşe göre hala ciddi!…

SIS'in Thames Cephesi
Cok severim Bond'u. Özellikle Moore ve Brosnan'ı. Hadi Lazenby'ye de biraz kredi verelim. Onun için binlerce metre yükseklikte, Schiltorn'da, Piz Gloria isimli bir restorana bile çıkmışlığım vardır, ama adam gitti, bir kızla evlendi ya! Sean abim kızları tokatlardı, bu ise Bond'un şerefini iki paralık etti.

Sean Connery, benim gibi yaşlı bir dinozora göre bile eski sayılır, saygım vardır, ama sever miyim, çok emin değilim.

Tim Dalton, Moore ve Brosnan arasında geldi, öyle aklımı başımdan almadı ama çok da kötü değildi. O Bratislava macerası mesela bayağı iyiydi, ditto, filmdeki Slovak kız.

Londra güzel şehir arkadaşlar.

Gezimiz sürüyor.

Bizi izlemeye devam edin 😍

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...