8 Kasım 2018 Perşembe

Tapınak Şövalyeleri I

Ellerinin bir arada, dua eder şekilde bağlanmasında ısrar etmişti. Vücudunu Notre Damme Katedralini görcek şekilde çevirdiler. Sonra da üzerinde durduğu odun yığınını ateşe verdiler.

Jacqıes de Molay'ın ağızından çıkan son sözler şunlardı:

"Dieu sait qui a tort et a péché. Il va bientot arriver malheur à ceux qui nous ont condamnés à mort"

Yani "Tanrı kim haksız, kim günahkar biliyor. Çok yakında bizi ölümümüze gönderenlerin başına felaketleri gelecek".

Jacques de Molay ve yanındaki yoldaşı Geoffroi de Charney'in ölmeleri bir kaç saat aldı. Ortaçağın yaygın infaz yöntemlerinden biri olan canlı canlı yakılmak sanıldığı gibi bir anda alevler içinde kalarak ölmek biçiminde değil, zayıf bir ateşin üzerinde, yavaş yavaş kavrularak, acılar içinde can vererek gerçekleşiyordu.

18 Mart 1314'te biten bu dönem, bundan iki yüz yıl önce, 1095 yılında Papa II'nci Urban'ın, Clermont kentinde Katolik konseyine yaptığı bir çağrı ile başlamıştı.

Bu çağrışında Papa, Anadolu'da gitgide artan Müslüman varlığına dikkat çekiyor, özellikle güçlenip, büyüyen Selçuklu Türklerin ilerleyişini durdurmak için Bizans İmparatorluğuna yardım edilmesi gerektiğine işaret ediyordu.

Elbette ki bu yardımla birlikte asıl hedef Kutsal Topraklar ismini verdikleri Kudüs'ü ele geçirmekti.

Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği, daha sonra yeniden dirildiği, havarilerinin Hristiyanlığı yaymaya başladıkları Kudüs, yine Hz. İsa'nın doğduğu Bethlehem kentleri ve çevresi, bu inancı izleyenlerin gerçekten çok önem verdiği, kutsal kabul ettiği yerlerdir.

İncil'in Yeni Ahit isimli, Hz. İsa'nın hayatını anlatan bölümünün neredeyse tamamı bu bölgede geçen olaylarla doludur. Bu da Hristiyanların bu bölge ile arasındaki bağı devamlı taze ve güncel tutar.

Papa II. Urban'ın çağrısı açık ve netti.

"Ben haydutlardan şövalye olmalarını bekliyorum!"

Karşılığında da indulgence, yani semavi bir af öneriyordu. Bu kutsal savaşa katılan herkesin günahları sıfırlanacak, doğrudan cennete gitmeye hak kazanacaktı.

Batı Avrupa'da dört haçlı ordusu kuruldu. Bunların önemli sayılabilecek bir bölümü Avrupadaki katiller, hırsızlar ve benzeri suçlulardı.

Bu ordular İstanbul yakınlarında birleşti, önce İznik'i Kılıçarslan'dan aldılar, sonra da Antakya'yı ele geçirdiler.

Akdenizin doğu kıyısından güneye yürüyen Haçlı ordusu, yol üzerindeki kentleri ele geçirdi ve Kudüs'ü kuşattı. Zorlu bir mücadele sonrası Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdi ve kentteki Müslümanların tümü ve Yahudilerin de bir bölümünü kılıçtan geçirdi.

Haçlılar Anadolu'da ele geçirdikleri Bizanslı Hristiyan kardeşlerine bıraksalar da, güneyde ele geçirdikleri yerleri Bizanslılara vermeyip, kendilerine sakladılar.

Böylece Orta Doğu'nun haritası tuhaf bir hale geldi. Bugün Suriye ve İsrail'in bulunduğu bölgede Batı Avrupalı Katolik devletçikler oluştu. Kudüs ise krallık statüsünü aldı.

Unutmayalım, sefere çıkan askerler aslen affedilme sözü almış suçlularla birlikte evleri, barkları Avrupa'da olan esnaf, işçi ve çiftçilerdi. Bu yüzden Kudüs alınıp, görev tamamlandığında Haçlı ordusu Avrupa'ya geri döndü.

Kudüs’ün yeniden hristiyanların egemenliğine girmesi Avrupa'da yaşayanların aklını başımdan aldı. Bir çok dindar Hristiyan, hacı olup, İncil'i yerinde yaşayabilmek için kutsal topraklara doğru yola koyuldu.

Kutsal topraklardaki Haçlı devletçikleri, bulundukları kentlerde egemenliklerini sağlamış olsalar da, geride kalan askerlerin sayılarının azlığımdan dolayı tam anlamıyla bölgesel bir hakimiyet kuramamışlardı. Hristiyan hacılar Betlehem'den Kudüs'e kadarki bir kaç kilometrelik yolda bile saldırıya uğruyor, paraları ve yanlarında taşıdıkları eşyaları ellerinden alınıyor, çoğu zaman da hayatlarını kaybediyorlardı.

Bir Fransız şövalyesi olan Hugues de Payens, Kudüs'ün çiçeği burnunda kralı Baldwin II'ye bu haçlıları korumak için askeri bir güç oluşturmayı teklif etti.

Kral bu teklifi kabul etti ve karargah olarak da de Payens'a Kraliyet Sarayı'nın sol kanadını tahsis etti.

Kraliyet sarayı Kudüs’ün, belki de dünyanın en çok bilinen ve en çok kutsal sayılan "Tanrının Evi" isimli tepesinde bulunuyordu. Bu tepeye Müslümanlar "Harem El Şerif", Yahudiler ise "Har HaBáyit" ismini vermişlerdi.

Ancak hemen herkes için bu tepenin ismi Tapınak Tepesiydi, çünkü inanca göre Solomon Tapınağı bu tepede inşa edilmişti.

Solomon ismi İbraniceden Arapçaya ve sonrasında da Türkçeye Süleyman olarak geçmiş. Her üç semavi dine göre, Hz. Davut'un oğlu Hz. Süleyman, İsrail Krallığını babasından devralmış, varlıklı bie bir hükümdarmış. Serveti ile de M.Ö. 957 yılımda bu tapınağı yaptırmış.

Tapınak tanımını pagan anlamıyla, örneğin bir Yunan ya da Roman tapınağı şeklinde değil, daha ziyade büyük boyutlu bir Sinagog şeklimde düşünmek gerekir. Bugün, özellikle Ortadoks inancında, Katolisizm'de Katedral şeklinde isimlendirilen büyük kiliselere hala Tapınak derler.

Yine inanışa göre içinde, üzerinde on emirin yazıldığı tabletlerden ikisinin de bulunduğu Kutsal Sandık ve Hz. Musa'nın kardeşi Hz. Harun'un asası da bu tapınakta muhafaza ediliyormuş.

Solomon Tapınağı Babilliler tarafından M.Ö. 586'da yağmalanıp, yıkılmış. M.Ö. 516 yılında İsrailliler aynı yerde ikinci bir tapınak inşa etmişler. Bu da M.Ö. 70 yılımda Romalılar tarafımdan yıkılmış. Musevi inancına göre bir gün yine bu noktaya üçüncü ve son bir tapınak yapılacaktır.

Museviler için bu tepe çok önemli ve kutsal bir yerdir. Nasıl Müslümanlar namaz kılarken kıbleye dönerlerse, Yahudiler de dua ederken Solomon Tapınağının bulunduğu bu tepeye dönerler. Bazı Yahudiler hala bir parçalarının burada olduğuna inandıkları dinen kutsal kişileri rahatsız etmemek için bu alanda yürümezler bile.

Bu tepe İslam inancında da kutsal bir yerdir. Hz. Muhammed Miraç"a buradan yükselmiştir. Müslümanlar da bu tepeye Mescid-i Aksa camiini ve Kubbet-üs Sahra isimli, altın renkli dev bir kubbesi olan ibadethaneyi inşa etmişler.

Öykümüze geri dönersek, Hristiyan hacıları korumak için kurulan güç bu üç din için de kutsal sayılan tepede konuşlanmıştı.

Kendilerini de mütevazi bir biçimde isimlendirmişlerdi. Latincesiyle "Pauperes commilitones Christi Templique Salomonici", İngilizcesiyle "Poor Fellow-Soldiers of Christ and of the Temple of Solomon", yani "Hz. İsa ve Solomon Tapınağının fakir yoldaş askerleri".

Ancak bütün dünya onları bilinen isimleriyle çağıracaktı. "Knights Templar" yani "Tapınak Şövalyeleri".

—-

Devam edeceğiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...