10 Ekim 2022 Pazartesi

Londra VIII - Kraliyet

Kambersiz düğün, Kraliyet'siz de İngiltere olmaz sevgili arkadaşlar.

İngiliz Monarşisi, dünyanın en ileri demokrasisi ile birlikte sorunsuz yürüyen acayip bir yönetim şekli. Momarklar ise binlerce yıllık geleneklerin izlerini taşıyan acayip bir aile.

Kraliyet saray, saray da her zaman, her yerde entrika, kıskançlık, kibir ve kapalı kapılar arkasında bitmeyen kavgalar demektir. İngiliz Monarşisi de elbette bunlardan fazlasıyla payını almış.

İngiliz Monarşisi'nin tartışılmaz karargahı, Londra'nın göbeğindeki Buckingham Sarayı'dır.

Buckingham Sarayı
Geçenlerde hayata gözlerini yuman Kraliçe Elizabeth, Philip ile hayatını birleştirdiğinde, annesi Ana Kraliçe Elizabeth hayattaydı. Düğünden sonra başka bir saraya taşınmayı reddetti ve kızına yakın olabilmek için Buckingham Sarayı'nda kalmaya devam etti. Asıl amacı tabii ki devlet işlerinde söz sahibi olmaya devam etmek, kızının kulağına ne yapması gerektiğini fısıldayabilmekti.

Prens Philip bu işe çok bozulmuştu. Birisi karısı Kraliçe II. Elizabeth'in kulağına bir şeyler fısıldayacaksa, bu ancak kendisi olabilirdi.

O yıl kış soğuk geçiyordu. Philip, hemen saraydaki görevlilere talimat verdi ve Ana Kraliçe'nin kaloriferlerini kapattırdı. Ana Kraliçe ertesi gün saraydan ayrıldı.

Yılmaz Özdil, bu Philip'in seceresini geçenlerde çok güzel anlatmış, okumadıysanız mutlaka bir bakın derim.

Buckingham Sarayı, İkinci Dünya Savaşı'nda tam dokuz kez bombalanmış. Bir keresinde, Kraliçe ve kocası da evdeyken bir bomba sarayın tepesine inmiş, şapeli havaya uçurmuş ve sarayın bütün pencereleri kırmış. Kraliçe bombardıman bittikten sonra hasarı incelerken "Aman, iyi olmuş, bomba binayı yıkmış, artık doğu kanadını daha rahat görebileceğiz" demiş.

Battle of Britain zamanında bir Alman uçağı sarayı bombalamak için dalmış. Arkasındaki Ray Holmes isimli İngiliz pilotunun cephanesi bittiğinden Hurricane uçağını Alman bombardıman uçağına çatır diye geçirmiş, sonra da kendisi paraşütle atlamış. Alman uçağı sarayı bombalayamadan düşmüş.

Buckingham Sarayı'nın bugün de hala tam olarak çözülememiş çok ciddi bir sorunu var sevgili arkadaşlar.

Fareler!

Yine İkinci Dünya Savaşı esnasında Ana Kraliçe elinde bir tabanca ile gezer, bir fare gördüğünde "dan" diye vururmuş. Soranlara da talim yaptığını söylermiş, eğer Hitler sarayı işgal ederse…

İngilizlerin, hatta Birleşik Krallığın çoğu Kraliyet Ailesi için deli olur. Onları görmek, özel hayatlarını izlemek sokaktaki adam için çok önemlidir. Hal böyle olunca, Buckingham Sarayı, ister istemez şan, şöhret peşinde bir dolu avanak için bir numaralı çekim merkezi haline geliyor.

Gençten biri bir gece sarayın avlusuna sızıp, bir kat tırmanmış ve açık bir pencereden içeri girmeyi başarmış. Önce taht odasında bir selfie çekmiş, sonra da kapılardaki isimlere baka baka ilerlemiş, ve 'Her Majesty' yazılı kapıyı açıp, içeri girmiş.

Kraliçe'nin yatak odası!

Kraliçe de yatağında uyuyor. Bu gitmiş, Kraliçe'nin ayak ucuna oturmuş. Kraliçe uyanmış, bunu görünce önce bir 'ciyak' olmuş tabii. "Sen de kimsin?" diye sormuş. Adam ismini söylemiş. Kraliçe bu arada alarmı çaldırdığından nöbetçiler koşmuş, bunu paketleyip götürmüşler.

Filmini de izledim, bunu bahçede ite kaka götürürlerken kapüşonunu indirip, etrafa gülücükler saçıyordu. Nasıl girdin diye sorduklarında "Bu ilki değildi ki" dedi, inanır mısınız?

Buckingham Sarayı genç sayılabilecek bir yapı, sadece iki yüz yaşında. İngiliz Monarşi'sinin tarih boyunca ikametgahı olan Windsor Kalesi ise tam bin yıldır asilzadeleri ağırlamakta. Mesela Prens Charles ile Lady Diana burada evlenmiş. Buckingham Sarayı yapıldıktan sonra bile Monarklar, Buckingham'ın keşmekeşinden biraz sıyrılıp, kafa dinlemek için Windsor Kalesi'ne gelirlermiş.

Kraliçe Elizabeth de bir hafta sonu konvoyuyla Buckingham'dan Windsor'a gelmiş.

Ama kapı duvar. Kimse kapıyı açmıyor!

Resimlerini gördüm, çok güldüm. Kraliçe bir başörtüsü takmış, ama aynen yazmalı gelin, Kemocum görse, kesin koşar, hemen helalleşir, sinirle arabasında oturuyor. Arabaları kalenin girişinde, hava almak için kapılarını açmış, korumaların ve diğer azaların bir ayakları dışarı sarkmış, sallanıyor, içlerinden biri de gitmiş, "Kimse yok mu?" diye kapıyı zorluyor.

Etraftan geçenler gülmeye başlamış. Sonradan 'bekçiyi' bulup, kapıyı açtırmışlar tabii ama Kraliçe bu işe çok bozulmuş.

Bu gidişimizde Windsor Kalesi için vaktimiz yoktu ancak bir sonraki ziyaretimizde mutlak göreceğiz.

Bunlar eğlenceli öyküler. Bir de her sarayda olduğu gibi burada da geçmiş yüzlerce acı ve üzüntülü öyküler var.

Lady Di çok çekmiş bu asilzadelerden. Kıskançlıktan, remen kızı hayatından bezdirip, kaçırmışlar. Kraliyet ailesi kız öldükten sonra günlerce ağızlarını açmamış, halktan tepki görünce çok üzüldük falan olmuşlar.

Bana sorarsanız Fransızlar bile Ingilizlerden daha çok sahip çıkmışlar Lady Diana'ya. Paris'e yolunuz düşerse görmeye çalışın, hemen Eyfel kulesinin karşısında, nehrin diğer tarafında Diana ile Dodi'nin kaza geçirdiği tünelin önünde bir heykeli var. Bunca zamandan sonra bile hala insanlar gelip, çiçek bırakıyorlar.

Herhalde bir sonraki ziyaret noktamızı anladınız sevgili arkadaşlar.

Buckingham Sarayı'nda Kraliçe'nin muhafızlarının nöbet değiştirme töreninin izleyecektik.

Sabah kalkar kalkmaz 🐝Mezzy🐝 hemen sordu "Kraliçe geleceğimi biliyor, değil mi?" diye. Güldük, "Bilmiyorum, geleceğiz diye bir mail attım ama…" dedim.

Bir Şeyler İçmek İçin Oturduk
Önce Victoria İstasyonu'na gittik, sonra da saraya doğru yürümeye başladık.

Buckingham'a beklediğimizden biraz daha çabuk ulaşmıştık. Nasılsa vaktimiz var, bir cafe'ye oturup, bir şeyler içelim dedik.

Cafe'de garson vızır vızır yanımızdan geçiyor, yüzümüze bakmıyordu. Jelena buna şarladı "Sipariş vermek istiyoruz" diye. Adam da "İnternet'ten verebilirsiniz" dedi. Londra’da herkes kibar değil elbette. Nasıl verceğiz diye sorunca, muhtemelen anlatmak siparişi almaktan daha zor geldi arkadaşa, "Tamam, ben alayım siparişinizi" dedi.

Bizim buralarda 'escargot' derler, yani salyangoz, Fransızların ne dediği aklımıza gelmedi sabah sabah, kıvrımlı, üzümlü şu herkesin bildiği Fransız çöreği. İngilizler ne diyor buna hiç bilmiyorum. Adama spiral, üzümlü çöreklerden istiyoruz dedim. Zorlama, hatta komik bir taklit Fransız aksanıyla "Pain aux raisins" dedi. Kör istedi bir göz, adam bize Fransızca'sını söylüyor. Rengini baştan belli etmişti gerçi, havalı bir arkadaş anladığınız üzere. "Pain aux raisins it is mösyö, getir anasını satayım" dedik.

Ben diyeyim beş,
siz deyin on bin insan
Saraya ulaştığımızda ağızım açık kaldı. Ben diyeyim beş, siz deyin on bin insan sarayın duvarlarına, yollara, meydanlara yayılmış, nöbet değişimini bekliyordu. Atlı polisler insanların sağa sola taşmalarını önlemek için dolaşıyor, herkes birbirinin üzerinde, Temmuz güneşinin altında baygınlık geçiriyordu.

Sonunda nöbetçiler kesintisiz bir drum-roll eşliğinde dışardan gelip, sarayın avlusuna girdiler.

Gencecik çocukları görünce içim acıdı, bu insan bayıltan güneşin altında, koca kürklü şapkaları ve Blek'in hep dövdüğü kırmızı ceketli üniformaları ile, ikişer ikişer, avlunun kapısına kadar gelip, geri nöbet yerlerine dönüyorlardı. Bu yürüyüş esnasında ciddiyetleri hiç bozulmuyor, yüz ifadeleri duvar gibi, hiç değişmiyordu. Ama İngiliz mizah anlayışı işte. Değişim noktasından avlunun kapısına bir elli metre var, iki tanesi raptiye rap rap, kapıya kadar geldiler, yürüyecek yer kalmadı, geri dön yapıp yerlerine gidecekler. Aramızda on beş santim falan var, bir tanesi bana "Good morning!" dedi, dönüp, yerlerine gittiler.

Önümüzdeki Fransız kadından rica ettim, sağolsun, yer değiştirdik, en önden bunların resmini çekme şansım oldu.

God, Save The Queen!

Etrafımızdakilerden duyduklarım doğruysa Kraliçe biz oradayken saraydaymış. Bilmiyorduk, zar zor bir aylık ömrü kaldığını. Hayat işte…

Buckingham Sarayı'nı görmek bir deneyim elbette sevgili arkadaşlar. Hele bir de bu Kraliyet meselelerine ilginiz varsa eminim fazlasıyla hoşunuza gidecektir.

Biz ise bu Kraliyet havasından sıyrılıp, Londra gezimize devam ettik.

Bu güzelim şehirde hala yapacak çok şeyimiz vardı.

Devam edeceğiz 😍

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...