5 Ekim 2022 Çarşamba

Londra VI - Abbey Road

Sevgili arkadaşlar, tanıyanlarınız bilir, uslanmaz bir müzik tutkunuyumdur. Geçmişte bir iki müzik aletini çalma denemem olmuş olsa da, dinlemek çalmaktan daha kolay olduğu için tembelliği seçip, hep işi amatör düzeylerde bıraktım. Ama elli altı yaşındayım, hala ortaokul yıllarımdaki gibi aynı heyecan ve zevkle aynı müzikleri dinlerim.

İtalyanlar'ın operalarını, Kuzey Avrupa'nın senfonilerini, siyahi Amerikalıların Caz'ını, Soul'unu Disko'sunu, R&B'sini, Latin Amerika'nın Rumba'sını, Samba'sını bir kenara koyarsak, geriye elimizde safkan Rock müziği kalır. Diğer tüm müzikleri aynı özenle ve saygıyla dinlesem de, ağızımın suyu 'Rock' deyince akmaya başlar. Soft Rock'dan, Heavy Metal'a kadar ayırmadan, zevkle dinlerim.

Herkes Rock'n'Roll'u Elvis Presley ile özleştirse de, Elvis ilk kaydını 1953 yılında yapmıştır, ancak o zamanki şarkıları Rock'tan ziyade Blues tarzındaydı. The Beatles ise 1960 yılında bir araya gelmişti ancak dakika bir, gol bir, canavar gibi Rock yapmaya başladılar. Hem de "Rock Around The Clock" Rock'ı değil, bugün Bon Jovi'ye taş çıkarttıracak "I Saw Her Standing There" Rock'ı.

Herneyse, amacımız kim daha uzağa çiş yaptı yarışı değil. Ancak bana sorarsanız gerçek Rock, The Beatles ile birlikte Birleşik Krallıkta doğmuştur. 1960'lardan 1980'lere kadar da Rock dünyasını Britler domine etmiştir. Deep Purple'lar, Led Zeppelin'ler, Bad Company'ler, Dire Straits'ler, Queen, Pink Floyd, Alan Parsons, Mike Oldfield, 10cc, Thin Lizzy, AC/DC (n'olur Avusturalyalı falan demeyin, köküne kadar İskoç'lardır, hatta Brian Johnson kafadan İngiliz'dir) ve daha adını sayamadığım bir çok Rock sanatçısı hep Birleşik Krallık'tan gelmedir.

Sonra ne olduysa o Limp Bizkit'li, R.E.M. 'li, The Cranberries'li acayip, ne olduğu belli olmayan bu yeni tarz gelişti, Amerikalılar da her zaman yaptıkları gibi hemen başkasının buluşunun üzerine atlayıp, boşluğu doldurdular ve Rock müziğinin merkezi haline geldiler.

The Beatles konusuna bu yazıyı yazdığım gün itibarıyla, bir on gün sonra fazlasıyla derinlemesine gireceğiz sevgili arkadaşlar. Şimdi gelin Londra gezimize dönelim.

Londra'da bir sonraki durağımız, ister inanın, ister inanmayın, bir 'yaya geçidi'!

Aranızdaki The Beatles severlerini, neden söz ettiğimi anladıklarımdan bir gülümseme alacaktır. Evet, "Abbey Road" albümünden bahsediyorum…

The Beatles'ın dağılmadan önce kaydına başladıkları bu son albümlerinin kapağında sadece bir yaya geçidinden karşıya geçen dört grup üyesinin resmi bulunur. Başka ne bir grup ismi, ne bir albüm ismi, ne de bir şarkı listesi vardır. Albümün prodüktörü, "The Beatles dünyanın en ünlü müzik grubu, herkes onları tanıyor, isimlerini yazmaya gerek yok" demiş ve kapağı sadece resimle sınırlandırmış.

İşin aslı, ilerleyen zamanlarda albümün kapağı, içeriğinden çok daha ünlü, çok daha tanınır hale gelmiş.

Resimdeki yaya geçidi, albümle aynı isimli Abbey Road üzerindedir.

Fotoğrafçının gözü ile hemen solda, resimde yer almasa da, albümün kayıt edildiği Abbey Road Stüdyoları bulunur. Grup üyeleri stüdyonun bulunduğu taraftan yolun diğer tarafına doğru caddeyi geçmektedirler. En önde John Lennon, arkasında ise sırasıyla Ringo Starr, Paul McCartney ve en arkada George Harrison bulunur. Neredeyse tümü tören düzeninde uygun adımla giderken sadece McCartney yanlış ayakla yürümektedir, hattızatında ayaklarında ayakkabı da yoktur.

Yine fotoğrafçının gözüyle caddenin sol tarafında bir VosVos tospağa park etmiş durumdadır. Bu arabanın LMW 281F numaralı plakası, albüm şöhrete ulaştığında çalınmış, hem de üst üste bir kaç kez, ve hiç biri de bir daha bulunamamış. İngiliz centilmenliği işte. Bizde olsa o VosVos'u toptan götürürlerdi…

Caddenin karşı tarafında geri planda ise flu bir erkek vardır. İki binli yılların başında Paul Cole isimli bir Amerikalı fotoğraftaki bu kişinin kendisi olduğunu idda etmiş. Akibeti ne oldu, bilmiyorum.

Fotoğraf çekilirken trafik polisi gruba ve fotoğrafçıya sadece on dakika süre vermiş ve trafiği durdurmuş. Düşünün, The Beatles şöhretinin doruğunda, dünyayı sarsıyor, McCartney gerçi henüz şövalye olmamış, yani 'Sir' unvanını almamış, ama şövalyelerin yüksek onuruna hak kazanmış, buna rağmen trafik polisi "On dakika, fazla yok" diyor. Şeytan dön, "Sen benim kim olduğumu biliyomusun la?" de diyor da…

Yanlış anlamaları önleyelim, trafik polisi tabii ki The Beatles'ı tanıyor ve kimle konuştuğunu da biliyor. Ancak demokrasi ve insana saygı böyle bir şey işte.

Hemen ufak bir merdiveni yolun ortasına koymuşlar, fotoğrafçı da altı kare resim çekmiş. McCartney uzun bir süre büyüteçle hepsini tek tek inceleyip, bu fotoğrafı seçmiş.

Albümün kendisine gelirsek, içinde "Something" ve "Come Together" gibi anıtsal şarkılar bulunsa da şahsımın kalbi, The Beatles'ın bu ustalık şarkılarından çok, Liverpool günlerindeki o ilk müzikleri için daha bir hızlı atar. Zaten John Lennon bu albüm daha piyasaya çıkmadan gruptan ayrılmıştı. Kısacası yukarda bahsettiğim iki şarkı dışında - aksi gibi ikisini de deli gibi severim, şahsımı ilgilendiren pek bir şey yoktur Abbey Road'da.

Abbey Road Stüdyoları

Ne olursa olsun, Abbey Road Stüdyoları'nın yanına geldiğimde içim şöyle bir kalktı, indi. Albüm 1970'de çıkmış, ben daha dört yaşındayken, yıl şimdi 2022, ben de elli altı yaşındayım. Elli iki yıllık bir rötarla görüyorum bu tarihi mekanı.

Abbey Road Stüdyoları, eski, o günlerin mimarisinde bir bina. Etrafımda alçak bir duvar var ve beklenebileceği üzere duvar baştan aşağı grafiti.

Bahçe kapısında girmeyin diye bir işaret var ama kapı açık. Türküz işte, bir şey olmaz amk, uzat, esnet, gevşet biraz, bir iki adım atıp, bahçeye girdim. Binanın arada çitler, ağaçlar olmadan engelsiz bir fotoğrafını çektim. O arada stüdyodan biri çıktı, bekçi falan değil, belli ki içeride çalışan biri.

Beni bahçede görünce hemen düdüğünü çaldı, güvenlik geldi, beni yaka paça dışarı attılar, sonra da polisi çağırdılar…

Yok, yok, geri saralım.

Beni bahçede görünce bana bakıp gülümsedi ve "Yapma be kardeşim" gibisinden bir baktı. Ben de utanıp, sağ elimi kaldırıp, kusura bakma işareti yaptım, bir iki adımla geri çıktım.

Stüdyonun bir iki adım ilerisinde de meşhur yaya geçidi var. Etrafında da bir kalabalık. Hepsi de eski ahbaplar.

Çinliler!

Kızlı, erkekli, en yaşlısı otuz diyelim, koca bir grup. Babacım, hadi ben elli altıyım, zar zor hatırlıyorum Abbey Road'u. Size ne oluyor? Aranızda üç jenerasyon var. Ne işiniz var burada?…

Duvar baştan aşağı grafiti
Yolun bir o tarafına, bir bu tarafına koşuşturuyorlar. Arabalar, bunlar fotoğraf çektirirken acı acı frenlerine, kornalarına basıyorlar. Öyle bir keşmekeş ki, yaya geçidinde 🐝Mezzy🐝 ile bir fotoğrafımız olsun istiyordum, nasıl yapacağız diye düşünmeye başladım.

Bir on dakika bekledik, heyecanları biraz yatıştı. Yol boşaldığında 🐝Mezzy🐝'nin elinden tuttum, karşıya geçmeye başladık. Jelena da telefonla pozisyonunu aldı. Tam ortaya geldiğimizde, Jelena fotoğrafı çekecekken, bu çinlilerden bir kaçı koşup kareye girdi, ikisi birbirleriyle çarpıştı, birisi kayıp, düştü falan. Tipik Çin işi, tanıyanlarınız bilir. Ancak bizim fotoğraf da bu arada güme gitti.

Jelena bunlara hırladı, sonrasında biraz sakinleştiler, ancak 🐝Mezzy🐝 ile ben caddenin karşı tarafında kalmıştık. Ne yapalım, The Beatles'ın aksine caddeyi stüdyoya doğru yeniden geçmeye başladık. Jelena'nın korkusuna Çinliler iyice sakinleşmişlerdi, Jelena fotoğrafı çekti.

Jelena fotoğrafı çekti

Caddeyi geçerken çok eski bir arkadaşı da andım. Yıl 1978 mi, 79 mu hatırlamıyorum, The Beatles maceram ondan ödünç aldığım bir kasetle başlamıştı.

Hayat güzel sevgili arkadaşlar. Hıyarlar ve hıyarlık her yerde var tabii, ama yine The Beatles'dan bir alıntı ile "Let It Be", koyun kenarından, rahvan gitsin.

Sevgili kızımın doğum gününü kutlamak üzereyiz, az kaldı.

Bizi izlemeye devam edin ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...