8 Ekim 2022 Cumartesi

Londra VII - İyi Ki Doğdun Sevgili Kızım

Fazlasıyla kuru, bayat ve banal bir film zevkim vardır sevgili arkadaşlar. Hıyarlık olsun diye söylemiyorum, gerçekten de izlediklerim yalnızca James Bond başta casus, savaş, bilim-kurgu ve vurdulu kırdılı aksiyon-macera filmleridir. Son yıllarda Bond'u da bıraktım, kendimi Netflix dizileriyle avutuyorum.

İyi kötü kültürlü biri sayılırım. Arkadaşlarla bir muhabbet esnasında genelde, konuşulan konu hakkında iyi kötü bildiğim bir şeyler vardır, dinlemekten ve paylaşmaktan zevk alırım. Ancak iş filmlere gelince afakanlar basar, bazen muhabbetin ortasında kalkar giderim.

O herkesin bildiği, sevdiği, zaman zaman da tapındığı, siz türkler nasıl diyor 'kült' - bu arada 'cult' kelimesinin bu sözde Türkçeleştirilmiş halini duyduğumda yine bir gülme gelir, herneyse - filmleri birileri sıralamaya başladığında gerçekten sosyopatik duygularım depreşir. 'Tarantino' dediğinde sık gırtlağını, 'Pulp Fiction', giyotin!, 'Kubrick', kazığa oturt!, 'Killy Billy', toplu tecavüz! Adam Mission Impossible'a 'Hollywood crap' der, aynı adamın oynadığı Eyes Wide Shut'a ibadet eder, çünkü ikincisini Kubrick mi, Tarantino mu, hangisi diye bakmaya bile elim gitmiyor, midem bulanıyor, yönetmektedir.

Avamsa avam, ne yapayım, böyle biriyim işte.

O yüzden yukarda yazdıklarım ışığında Londra'daki bu durağımız sizleri biraz şaşırtabilir.

Notting Hill!

Grant'in Filmdeki Evinin Kapısı
Julia Roberts ve Hugh Grant'in başrollerini oynadığı aynı adlı filmin geçtiği mahalle.
  
Notting Hil bir romantik komedi. Oturup 'tahammülden' izlemişliğim vardır. Önceki hayatımda bir aralar yakın olduğum biri severdi bunları, ben de tag-along yapardım.

Film tam olarak benim tipim değilse de, neredeyse beğenmiştim bile diyebilirim. İnsan beyni arada bir rutinden sapmayı sevebiliyor, hatta bazen bu gerekli bile olabiliyor.
Filmde Julia Roberts ünlü bir artisti, Hugh Grant da Notting Hill'de yaşayıp, bir kitapçı dükkanı işleten fakir ama namuslu bir genci canlandırmakta.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim, hayatımda çok az kadın bana Roberts kadar çirkin, itici, sevimsiz gelir. Dünya bu kadının 'güzelliğiyle' büyülenmiş halde, biliyorum elbette, ancak size bundan daha açık olamam, nefret seviyesinde duygular besliyorum bu kadına karşı.

Notting Hill filminin geçtiği Notting Hill semti Londra'nın biraz eteklerinde kalmış bir yer. Yaşayanlar etnisiteleri bakımından daha çeşitli, daha renkli. Ancak bir cümleyle, semt, isminin ima ettiği gibi bir yer.

Portobello
Notting Hill'deki ilk durağımız Grant'ın filmdeki eviydi, daha doğrusu filmdeki evinin kapısı. Cart mavi bu kapı filmden sonra herhalde Londra'nın en bilinen 'kapılarından' biri olmuş.

Fotoğraf için sıramız geldiğinde🐝Mezzy🐝 ile birimizin kapıya gitmesi gerekiyordu. Jelena hiç öyle Notting Hill'lik bir kız değildir. Bana "Sen git, ben de resminizi çekeyim" dedi. İtiraz ettim, eş dost görecek bunu, ne derler bu Notting Hill resmime diye. "Sen kızsın, sen git, ben resminizi çekeyim" dedim. Mecburen 🐝Mezzy🐝 ile gitti ama resimde mahkeme duvarı benzeri bir ifadesi vardı!

Grant'in filmdeki kitapçı dükkanı ise Portobello Road üzerinde. Geziden önce okuduğum yazılar Portobello Road'u çok renkli, neşeli bir yer olarak anlatmışlardı. Ancak buraya geldiğimizde gördük ki "neşeli" ve "renkli" sıfatları bu yeri tanımlamak için kesinlikle ilk kullanılacak sıfatlar değil.
 
Filmdeki Kitapçı
Londra’da değil de, İstanbul'da, Mahmutpaşa'da gibiydik..

Yerel dil Arapça ve Urdu'ydu. Her yer işportacı, seyyar satıcı doluydu. Hem satıcılar, hem de müşteriler devamlı bağırma halindeydiler. Yürümek imkansızdı, gelen geçem bizi omuzluyordu.

Kitapçıyı bulduk sonunda ama bu keşmekeşin içerisinde filmi hatırlayıp, nostalji yapmak falan mümkün değildi tabii. Hemen bir iki resim çekip, oradan ayrıldık.

İki Katlı Kırmızı Londra Otobüsünde

İki katlı, ünlü kırmızı Londra otobüslerinden birine binip, Hyde Park'a doğru yola koyulduk. Otobüsün ikinci katımda, en önde şansımıza bir yer bulduk ve neredeyse yarım saatlik bu yolculukta bol bol Londra manzarası görme şansımız oldu. Bir de önde oturunca insan yolun solundan gittiğini daha bir güçlü idrak edebiliyor. Alışana kadar bayağı ters geldi gözüme. Trafiğin aksi yönden işlediği bu ülkelerde araba kullanan, sizin, benim gibi yolun sağımdan gitmeye alışmış şoförler bu tersliğe çok kısa zaman içinde alışıp, uyum sağladıklarını söylüyorlar. Ben hala o kadar emin değilim.

Hyde Park kıyısındaki bu Hard Rock Cafe'ye aylar önce rezervasyonumuzu yapmıştık. Sevgili kızımın doğum günlerini her daim bir Hard Rock Cafe'de kutlarız. İlk doğum günü Venedik, sonrasındakiler ise sırası ile Ibiza, Las Vegas, Paris, Nice ve Lyon Hard Rock Cafe'lerdeydi. Bu sonuncusu ise Hard Rock Cafe London'da olacaktı.

Hard Rock Cafe London
Doğum günlerinin yanı sıra sevgili kızım daha bir çok farklı Hard Rock Cafe'lerde bulundu. New York, Los Angeles, Helsinki, Berlin, Barcelona, Gran Canaria, ister inanın, ister inanmayın İstanbul, Lizbon, ve olasılıkla aklıma şu anda gelmeyen başkaları.

Ancak yedinci doğum gününü kutlayacağımız Hard Rock Cafe Londra bunların belkide en özeli olacaktı. Bunun sebebi ise Londra’da açılan bu Hard Rock Cafe'nin dünyadaki ilk Hard Rock Cafe olmasıydı.

Herkes Hard Rock Cafe'nin bir Amerikan restoran zinciri olması nedeniyle ilk Hard Rock Cafe'nin Amerika'da açıldığını, ve bir çoğu da bunun Orlando'daki devasa Hard Rock Cafe olduğunu düşünür. Gerçekten de Hard Rock Cafe Isaac Tigrett ve Peter Morton isimli iki Amerikalı'nın 1971 yılında başlattığı bir Amerikan restoran zinciridir. Ancak bu iki şahsiyet Amerika'da değil, Londra'da yaşamaktaydı ve Ingiltere’de yerleşmiş Amerikalılar'a hem ev hasretini gidermek, hem de güzel müzik dinlemelerini sağlamak için bu mekanı açmışlardı. Myfair de, Old Park Lane üzerinde, altı aylık bir kira kontratı ile sevgili kızım 🐝Mezzy🐝'nin doğum gününü kutlamak üzere şereflendireceği bu mekanı açmışlar.

Hard Rock Cafe'nin ilk açıldığı zamanlarda, herkesin tanıdığı devamlı bir müşterisi varmış. Eric Clapton. Her halde bilmeyeniniz yoktur. Canavar bir gitar virtüözüdür. Lakab-ı diğer 'Slow Hand', yani 'Yavaş Elli'.

Pete Townshend'in Gitarı
Her 'run-of-the-mill' Brit gibi Clapton da masa yerine barda oturmayı tercih edermiş. Her geldiğinde de barın en sol tarafındaki taburede oturur, demlenirmiş.

Bir gün yanında gitarı ile bu Hard Rock Cafe'ye gelmiş, sonra da gitarını patronlardan birine verip, "Bunu benim taburemin üzerine as, bundan kelli burası benim yerim ola" demiş. Patron da gitarı taburenin yanındaki duvara asmış tabii.

Aradan üç beş gün geçmiş, Hard Rock Cafe'ye posta ile koca bir paket gelmiş. Hemen açmışlar. İçinde siyah bir gitar, bir de küçük bir not. "Mine's as good as his. Love, Pete". "Benimki de en az onunki kadar güzeldir, Sevgiler, Pete". Gönderen The Who'nun gitaristi Pete Townshend. The Who, Clapton zamanının en hızlı gruplarından biri. CSI'ları izliyorsanız, tümünün jenerik şarkıları The Who'dandır.

Sevgili kızımın taburede bir resmini çektim
Hard Rock'çılar bu gitarı da aynı duvara asmışlar. Bundan sonra Hard Rock Cafe'lerde, rock müzisyenlerinin enstrümanları, giysileri, hatta altın, platinum plakları toplanıp, sergilenmeye başlamış. Bugün itibarıyla on binlerce, zevk sahipleri için tabii, paha biçilmez koleksiyon parçaları, dünyadaki Hard Rock Cafe'lerde sergilenmekte.

Günün yorgunluğunun üzerine açtığımız bir şişe şarap hayat suyu gibi gelmişti. Shift'i bitmesine rağmen, sonraki garsonun gecikmesi yüzünden bize yardımcı olan Tom her şeyi ayarlamıştı. Tom'dan sonraki garsonumuz çok iyi, çok kibar bir kızdı. Ona Clapton we Townshend'in hikayesinin detaylarını sordum. Uzun uzun anlattı, sonra da alt katta, her iki gitarın asılı olduğu duvarı ve Clapton'ın taburesini gösterdi.

Aşağıya, bara indik. 🐝Mezzy🐝'nin bu taburede bir resmi olsun istiyordum.

Tabure doluydu, iki genç bira içip, geyikliyorlardı. Onlara, taburede kızımının bir resimini çekip çekemeyeceğini sordum. Adam tereddütsüz kalktı, yerini 🐝Mezzy🐝'ye bıraktı. Sevgili kızımın taburede bir resmini çektim. Yerini bize veren nazik adam istersek 🐝Mezzy🐝 ile birlikte bir resmimizi çekebileceğini söyledi. Böyle şeyler her yerde olmaz sevgili arkadaşlar, Londralılar gerçekten kibar, nazik, iyi insanlar. Tabii dedim, beraber bir resim çektirdik.

Teşekkür edip, ayrılırken arkadaşı sordu: "Rolling Stones için bu resim değil mi?" diye.

Anama küfür edilmiş gibi oldum. Niyet kötü değil tabii ki ama… Neyse, bir nefes aldım, "Eric Clapton" dedim. Güldük beraber.

Tom ve arkadaşı garson kız, kızıma catar-patarlı, yanar-dönerli bir doğum günü pastası hazırlamışlardı.

🐝Mezzy🐝 yedi yaşına basmıştı!

Nice mutlu yıllara sevgili kızım❤️

Nice mutlu yıllara sevgili kızım❤️





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...