17 Ekim 2022 Pazartesi

Londra XI - Zaman Ve Terör

Einstein zaman görecelidir, yani herkesin kendine göre işleyen bir zamanı vardır dediğinde kastettiği, size birazdan anlatacağım şey değildi elbette sevgili arkadaşlar, ancak dünyanın gördüğü en zeki insanın bu sözünü hem anarak, hem de biraz esneterek aşağıdaki fenomene uygulayabiliriz.

İş seyahatindesiniz. Toplantılarınız bitmiş, otelinize dönmüşsünüz. Akşam vakti, güneş batmış, bir kadeh şarap içme zamanı gelmiş. Şarabınızı yudumlarken telefonunuzu çıkarıp, dünyanın diğer ucundaki karınızı arıyor, iyi bir koca olarak "Hayatım seni çok özledim!" diyorsunuz. O da size "Ben de seni" diyor, "Nasıl gidiyor, ne yapıyorsun?" diye soruyor. Siz de "Toplantılarımız bitti, otelde bir kadeh şarap içiyorum" diyorsunuz. Karınız parlıyor "Alkolik mi oldun be adam, sabahın köründe şarap mı içilir?" diye bağırıyor size. Siz de saatinize bakıp, "Ama karıcım, saat akşamın sekizi, ne sabahı?" diyorsunuz. Karınız ise "Manyak mısın, saat sabahın dokuzu" diyor. Siz de, karınız da, "Lan ben mi yanlış gördüm, saat gerçekten kaç?" deyip saatlerinize bakıyorsunuz. Gerçektende sizin saatiniz saati akşam sekizi, karınızın saati de sabah dokuzu gösteriyor.

Peki, saat gerçekte kaç?

Bu soruyu cevaplamadan önce, niye sizin ve karınızın saatlerinin farklı olduğuna bakalım.

Her hangi bir anda dünyanın güneşe bakan yarısı aydınlık, diğer tarafı karanlıktır. Sorun ise dünyanın dönmesidir. Dünya dönerken üzerindeki her nokta günün başka bir bölümünü yaşar. Zamanlarını gündelik aktivitelerine göre düzenleyen insanlar da örneğin kahvaltı sabah saat dokuzda edilir diyebilmek için saatlerini kahvaltı vaktinde dokuzu gösterecek şekilde ayarlarlar. Yukardaki örnekte şarap akşam sekizde içileceği için saatinizi akşam vakti sekizi gösterecek şekilde ayarlarsınız. Karınızın saati ise size sabah sabah şarap içilir mi diye şarlayabilmesi için sabah dokuzu gösterecek şekilde ayarlanmıştır.

Başka bir deyişle insanlar sabah kahvaltı vaktini herkes için dokuz olarak gösterebilmek için dünyanın başka boylamlarında yaşayanların saatlerine göre kendi saatlerini ileri, yada geri alarak bir düzeltme yaparlar.

Peki saatleri bu ileri ve geri alma işi dünyanın hangi noktasındaki saat dikkate alınarak yapılır? Yani hangi referans saate göre ileri yada geri alınır?

Cevap, Londra’nın hemen dibinde, Greenwich isimli bir kentte bulunan bir rasathanenin üzerinden geçen meridyen üzerindeki saat kaçı gösteriyorsa ona göre.

Yani bu noktadan, dünya üzerinde doğu yada batıya doğru ilerledikçe, insanlar aşağı yukarı kahvaltı vaktinde saatlerin dokuzu göstermesi için saatlerini bir saatlik aralıklarla artırır, yada azaltırlar. Bu meridyenin özelliği ise slfır numaralı, yani saymaya başladığımızdaki ilk meridyen olmasıdır.

Başka bir yönden bakarsak saat sadece Greenwich (ve bu noktadan geçen meridyenin üzerinde) saat gerçekten kolunuzdaki saatin gösterdiği değerdir. Diğer her noktada düzeltilmesi gerekir.

Çok karıştırmadım umarım kafanızı.

Greenwich saati, GMT yani Greenwich Mean Time diye adlandırılır. Dünyadaki diğer zamanlar GMT+ yada GMT- şeklinde tanımlanır. Örneğin, eğer Ortaçağ kafasının bizi dünyadan kopardığı bu ilkel yaz/kış saati uygulamasının eksikliğini dikkate almazsak, Türkiye zamanı GMT+2, Orta Avrupa ise GMT+1'dir.

Orta Avrupa için GMT+1 yerine CET, yani Central European Time kısaltılması da kullanılır.

GMT için kullanılan popüler bir alternatif tanım ise UTC, yani Coordinated Universal Time'dır.

GMT'ye bazen "Time [Meridian] Zero" 'nun "Z" 'sinin fonetik karşılığı olan "Zulu" da denir. Filmlerde duyarsınız, "We will attack at oh-eight-hundered Zulu" dediklerinde, saat Greenwich'de 08:00 olduğunda saldıracağız demektir.

Bu referans noktasının Greenwich'te olması, Greenwich'in sahip olduğu bir özellikten kaynaklanmıyor sevgili arkadaşlar. Dünyanın her hangi başka bir noktasındaki zaman da referans, yani başlangıç zamanı sayılabilirdi. Görünüşe göre İngilizler bu ayrıcalığı kapmışlar.

Herkes Greenwich'te saatin kaç olduğuna göre saatlerini ayarlıyor da, Greenwich'te saatin kaç olduğunu kim hesaplıyor derseniz, onu da arzedeyim.

GMT, bir süre, Greenwich'te gökyüzüne bakıp, güneşin tam tepede olduğu an saat 12'dir şeklinde belirlenmiş. Güneşin tam tepede olduğu an doğru açıyla dikilmiş bir çubuğun hiç gölgesinin olmadığı andır.

Ancak astronomik fenomenlere göre zaman saptama yöntemi artık kullanılmamaktadır sevgili arkadaşlar. Örneğin bir gün de her zaman 24 saat değildir. Başta gel-git'ler, dünyanın ve yörüngesinin şeklindeki kusurlar yüzünden dünyanın çevresindeki dönüş hızı farklılık göstermektedir. Bu yüzden her öğlen saat 12'de, Greenwich'te güneş, gökyüzündeki en yüksek noktasında olmayabilir, yada güneş tam tepedeyken saat 12 olmayabilir. Yumurta-Tavuk meselesi…

Günümüzde zaman, atom çekirdeklerinin osilasyonlarına yani titreme sayılarına göre hesaplanır. Boulder, Colorado'da, NIST isimli bir labaratuvardaki bir atomik saat, doğru zamanı, sezyum atomunun titreşim sayısına göre hesaplar ve bu saatin yayımladığı zaman değeri dünyada çoğunlukla gerçek zaman, yani UTC, yani Greenwich'te saatin kaç olduğu şeklinde kabul edilir. İnternet üzerinden bu saati okuyarak saatlerinizi ayarlayabilirsiniz.

Eh, biz de Greenwich'e kadar gelmişken, bu tarihi rasathaneyi görmesek olmazdı tabii ki.

Bahçeden Londra'nın Gökdelenleri

Greenwich'teki, doğru ismiyle Royal Observatory, Greenwich, yani Greenwich Kraliyet Rasathanesi hayli büyük ve gerçekten çok güzel bir parkın içindeki bir tepenin üzerine kurulmuş. Bahçesinden Londra'nın gökdelenlerinin çok güzel bir görüntüsü var.

İçeride ise devasa bir teleskop ile astronomi ve zaman ölçümü ile ilgili gereçler sergilenmiş. Ancak kuşkusuz, buraya gelenlerin görmek istediği tek bir nokta var, daha doğrusu tek bir 'çizgi'…

Sıfır Meridyeni!

Bahçe üzerine net bir şekilde işaretlenmiş ve her gelen de bunun üzerinde bir selfie çekiyor doğal olarak. Hatta müze, meridyen çizgisi üzerinde çekilen selfilerin katıldığı bir yarışma başlatmış.

🐝Mezzy🐝 Meridyen Sıfirda
Biz de bu ilginç noktada bol bol resmimizi çektik. Hem 🐝Mezzy🐝, hem Jelena rasathaneyi ve meridyen çizgisini ilgi ile gezdiler. Buraya gelme fikri benimdi ve ikisinin de sevip, sevmeyeceğini kestiremiyordum açıkçası.

Londra'daki öğle yemeklerimizi hep Taco Bell'de yemiştik, bu kez de Holborn'da bir Taco Bell'e gidip, taco'larımızı afiyetle yedik, ve yeniden yola koyulduk.

Whitechapel, Londra'nın doğusunda bir semt sevgili arkadaşlar. 1880'li yılların sonunda burası Londra'da iş bulmaya gelen yerli ve yabancılarla dolu bir gecekondu bölgesiymiş. Bu bölgede de zamanın ruhu, bol bol orospular bulunurmuş. 1888 ile 1891 yılları arasında birisi yada birileri bu kadınlardan on birini cart curt kesip öldürmüş.

Bu cinayetler hiç bir zaman aydınlatılamamış. Halk, olasılıkla gazetecilerin tirajlarını artırmak için yazdığı sahte bir ifşaat mektubundan esinle bu katili Jack The Ripper ismiyle tanımış. Bizde Karın Deşen Jack diye geçse de tam anlamı parçalayan, kırpan Jack'dir.

The Ten Bells Pub
Bu on bir cinayetten özellikle 1888 yılında işlenen beşi birbirine çok fazla benzerlik gösteriyormuş. Her beşinde de kurbanın önce boğazı kesilmiş, öldükten sonra da abdomen ve jenital bölgeleri açılarak iç organları çıkarılmış. Bu on bir cinayetin kaçını Jack'in işlediği bilinmese de, en azından bu beşi ona mal edilir.

Cesetlerden iç organların maharetle çıkarılmış olması, Jack The Ripper'ın, bir cerrah kadar olmasa bile en azından bir miktar anatomik bilgisi olduğunu göstermiş.

Yukarda sözü geçen beş cinayet kurbanından Annie Chapman ve Mary Jane Kelly, her biri farklı tarihlerde, evlerine dönmek üzere The Ten Bells isimli pub'dan çıkmışlar ve sonrasında Jack The Ripper'ın saldırısına uğramışlardı. Büyük olasılıkla Jack'de aynı pub'ın bir müdavimiydi ve kadınları burada gözüne kestirip, eve gitmek üzere çıktıklarında takip etmiş ve öldürmüştü.

Hit The Road 'Jack'...
Biz de bir şeyler içmek üzere bu pub'a girdik. Ne Whitechapel, ne de The Ten Bells 1880'lerdeki gibi elbette. Whitechapel fazlasıyla modern, çekici bir semt haline gelmiş. The Ten Bells ise popüler, posh bir mekan. Pub'ın içinde o günlerden kalma resimler var, havasını çok değiştirmemişler. Çok güzel bir yer. Jack için olmasa bile, sadece çekici, cazibeli bir yerde oturmak için gidin derim.

Bir sonraki durağımız ise ünlü Hyde Park'tı.

Gölleriyle, havuzlarıyla, bahçeleriyle çok güzel ancak çok büyük bir park. Yine ünlü Kensington Palace Hyde Park'ta bulunuyor. Diana, bu sarayı çok severmiş. Londra'yı gezerken, güneşli bir günde bir iki saat geçirip, biraz da dinlenmek için gidilesi bir yer.

Hyde Park ve Kensington Palace
Londra'da son günümüzün, son saatleri yaklaşırken yeniden Piccadilly Circus'a geçtik. Buradan aşağı, Regent Street'te 🐝Mezzy🐝 için ona doğum günü hediyesini aldık. Geleneksel bir seramik mağazasından, Londra'dan bir anı olması için de sevgili kızıma iki kişilik, İngiltere'ye özgü seramik çay takımı aldım. "İlerde hayat arkadaşınla oturur, birer bardak çay içerken, Londra'yı ve beni hatırlarsın" dedim. Gerçi eve döner sönmez "Mommy, I want tea with my new cups" diye tutturdu, ama 🐝Mezzy🐝 işte…

Ertesi sabah uçağımız çok erken saate kalkacaktı. Bu yüzden Greenwich'teki otelimizden ayrılıp, Heathrow yakınlarındaki bir otele check-in yaptık. Londra'daki son aktivitemiz sevgili karımla bu otelde içtiğimiz Earl Grey çayı oldu.

Ertesi gün ise bizi deniz ve güneş bekliyordu.

Londra'ya Yeniden Görüşmek Üzere Veda
Sevgili arkadaşlar, sizi bilmem tabii, ama benim için gezilerimizin çoğu geldim, gördüm, check şeklindedir. Gittiğimiz yerlerin çok azına geri döner, yada dönmek isteriz. Bu yerlerin kötü olduklarından değil elbet, sadece yeniden dönersek, ilk gittiğimizden farklı yapacak fazlaca bir şey olmadığından.

Ancak örneğin bir Paris, bir New York her zaman gidebileceğimiz, gittiğimizde de her zaman güzel vakit geçirebileceğimiz yerlerdir. Londra da bu yeniden gidilesi yerler listesindeki yerini tartışmasız bir biçimde aldı. Kimse benden Londra'ya gidelim mi şeklinde bir tavsiye beklemiyor elbette, ancak adetimizi bozmayalım ve fikrimizi söylemiş olalım.

Londra’yı görün sevgili arkadaşlar.

Sevgi ile kalın ❤️



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...