10 Kasım 2018 Cumartesi

Tapınak Şövalyeleri II

Knights Templar, yani Tapınak Şövalyeleri ortaçağın en gizemli topluluklarından biriydi. Bu gizemleri yizünden de geçmişten bu güne bir çok kişinin merak konusu olmuşlardır. Bu merakın kaynağı aslında Tapınak Şövalyelerinin kim oldukları ya da ne yaptıklarından değil, daha ziyade kim olmuş ya da ne yapmış olabileceklerindendir.

Gerçekten de Tapınak Şövalyeleri hakkında bilinmeyen bir çok şey vardır. Bu bilinmeyenler de, biraz tahmin , biraz da mistisizmle karıştırılıp öykülere dökülür, kitaplarda, filmlerde anlatılır.

Birçok kişinin ilgisini çeken bu öyküler çoğunlukla kayıp hazineleri, kutsal emanetleri, doğaüstü olayları konu alır, ki bunlara elbette geleceğiz. Ancak başlangıç olarak fantastik olmayan tarihin bu ilginç topluluk için ne dediğine balalım.

Tapınak Şövalyeleri ilk kurulduklarında dokuz kişilerdi. Kuruluş amaçları olan Hristiyan hacıları koruma misyonları göz önüne alındığında, dokuz kişi ile kimi ya da neyi koruyabilmişler, o biraz tartışılır tabi.

Kuruldukları günlerde tek gelir kaynakları yerel bağışlardı. Oldukça kısıtlı olan bu finansman, topluluğun büyümesini engelliyordu, hatta bu kadar az bir gelirle bu organizasyonun yaşayabileceği bile şüpheliydi.

Yardıma kurucu dokuz şövalyeden birinin de akrabası olan Saint Bernard de Clairvaux isimli Fransız bir papaz koştu. Zamanın en etkili din adamlarından biri olan Bernard de Clairvaux, bıkmadan, usanmadan, Katolik yönetiminin her kademesine, Tapınak Şövalyelerinin yaptığı işin önemini anlatan mektuplar yazdı, bu gurup için bol bol lobi yaptı.

Bu emekler karşılığını buldu. Üyeleri üst düzey Katolik papazları olan Troyes Konseyi, 1129 yılında Tapınak Şövalyelerinin kilise tarafından tanınıp, desteklenen bir topluluk olduğuna dair bir kararı onayladı. Bu karardan sonra Tapınak Şövalyeleri, Hristiyan dünyasında ayrıcalıklı bir gurup haline geldi ve tüm Avrupa ülkelerinden para, arazi ve ticaret fırsatları gelmeye başladı. Soylu aileler, erkek çocuklarını bu kutsal davada görev alabilmeleri için Kudüs'e göndermeye başladılar.

Başka önemli bir dönemeç de 1139 yılında geçildi. Papa Innocent II, imzaladığı Papal bir kararname ile Tapınak Şövalyelerini her türlü yerel kanundan muaf saydı. Tapınak Şövalyeleri hiç bir ülkenin kanunlarına değil, sadece Papa'ya karşı sorumlu olacaklardı. Böylece şövalyeler vergi ödemeyecek, istedikleri ülkeye hiç bir kısıtlama olmaksızın girebilecek ve burada kanuni hiç bir sonucu olmadan istedikleri her şeyi yapabileceklerdi.

Tapınak Şövalyelerinin sayıları hızlı bir biçimde arttı. Zamanın korkulan, etkili bir askeri gücü oldular.

Şövalyeler asker oldukları kadar birer din adamıydılar. Bunlar, dünyevi zevkleri ve zenginlikleri reddetmiş, Hz. İsa'nın öğretisini takip eden keşişlerdi. Bu özellikleriyle zamanın yağmalayıp öldüren sonra da içip zaferlerinin tadını eğlenerek çıkaran klasik asker tipinden önemli bir biçimde farklılaşıyorlardı.

Kendilerine amblem olarak fakirliği sembolize eden, bir at üzerine binmiş iki şövalyeyi seçmişlerdi.

Topluluğa katılırken normal bir rahibin ettiği yeminin aynısını ediyorlardı. Ancak diğer rahiplerin aksine, şövalyeler için insan öldürmek serbestti. Bu Katolik kilisesinin tarihinde bir ilkti.

Hem bir asker, hem de birer din adamı olmaları, beraber savaştıkları Haçlı ordusunun diğer askerleri tarafından bile tuhaf karşılanmıştı. Bazıları Tapınak Şövalyelerinin kimsenin bilmediği farklı bir görevleri olduğuna inanıyordu.

Yemek için çok basit yiyecekler seçer, ve bunları tek başlarına, kimseyle konuşmadan yerlerdi.

Hepsi çok iyi eğitim görmüş usta askerlerdi. Hem kendileri, hem de atları üzerinde kırmızı haçlar bulunan beyaz mantolar giyerlerdi. Savaşta en ön saflarda yer alır, çok hızlı bir biçimde saldırıp, düşman hatlarını yarar, ferideki asıl kuvvetin saldırması için uygun bir zemin hazırlarlardı.

Kendi koydukları kurallar gereği, hiç bir Tapınak Şövalyesi, savaştıkları gücün sayısı kendilerinin üç katından fazlası değilse geri çekilemezdi.

Tarihçiler, Selahattin Eyyubi'nin 25 bin askerine karşı üç bin küsür askerle karşılaştıkları Montgisard savaşında, zaferin kazanılmasını Haçlı ordusundaki 500 tapınak şövalyesine bağlarlar.

Özetle şövalyeler gerçekten güçlü, yerkin askerlerdi.

Ancak bu askerler toplam Tapınak Şövalyeleri personelinin sadece yüzde onunu oluşturuyordu!

Geriye kalan yüzde doksan, bugünün değişiyle masa başı işlerle meşguldü.

Vergiden muaf ve savaşan gücü dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş olan bu organizasyon bağışlar ve ticari faliyetleri sonucu çok büyük bir gelir elde ediyordu.

Tapınak Şövalyelerinin çiftlikleri, üzüm bağları, şaraphaneleri, tarlaları, atölyeleri, depoları vardı. Bunlarla birlikte Avrupa'nın hemen her noktasında kaleler, barınaklar, kiliseler, manastırlar yapmışlardı ve bunların tümü organizasyon için birer şube, birer temsilcilik biçiminde çalışıyordu.

Papa dışında kimseye de karşı sorumlu olmadıklarımdan serbestçe ticaret, ithalat ve ihracat yapıyorlardı.

Tapınak Şövalyeleri tarihin ilk çek uygulamasını gerçekleştirmişlerdi.

Öncelikle Kudüs'e giden hacılar, sonrasında da Avrupa'nı her yerine seyahat eden yolcular, Tapınak Şövalyelerinin bürolarından birine gidiyor, nakit paralarını buraya yatırıp, karşılığında yazılı bir döküman alıyorlardı. Kudüs ya da Avrupa'daki gidecekleri yerlere vardıklarında da, bu kağıdı Tapınak Şövalyelerinin oradaki bürosuna götürüp, yatırdıkları parayı geri alabiliyorlardı.

Yüzde on gibi 'ufak' bir komisyon düşülerek tabi...

Bu hizmetin oldukça fazla müşterisi vardı. Bu, tam tanımıyla bir seyahat çeki olan sistem, yolculuk boyunca paranın çalınması ya da kaybını engelliyor, bu uygulamanın farkında olan haydutlar da bir şey alamayacaklarını bildiklerinden bu yolculara saldırmıyorlardı. Kısacası yolcular paralarını korumakla kalmayıp, canlarını da kurtarıyorlardı.

Gelir bu kadar fazla olunca bu paranın da değerlendirilmesi gerekiyordu tabi.

Tapınak Şövalyeleri Kazandıkları bu parayı Avrupa'daki monarklara, yani kral ve soylulara borç olarak veriyorlardı. Faiz o zamanlarda günah sayıldığı için de karşılığında kar payı istiyorlardı.

Kısacası Tapınak Şövalyeleri tarihin ilk bankasını kurmakla kalmamış, tarihin ilk çok uluslu şirketini de yönetiyorlardı.

Toplam personelin savaşla ilgisi olmayan yüzde doksanlık bölümü de bu ticari işlemler için çalışıyordu.

Tapınak Şövalyelerine militarist, teolojik ve mistik bir anlam yükleyen birçok kişiyi üzme pahasına, bu organizasyon askeri değil, ticari bir organizasyondu. Şövalyeler de birer tüccardı.

Şövalyelerin bir de diplomatik tarafları vardı.

Hem Musevi, hem de İslam kültürüne yakınlaşmışlardı. Arapça ve İbranice öğrenip, Müslüman ve Yahudi din adamlarıyla etkileşimde bulunmuşlar, onların kültürlerini, inançlarını öğrenmişlerdi.

Tapınak Tepesindeki karargahları Mescid-i Aksa'nın bir parçasıydı. Burada bir köşeyi diplomatik görevlerle arada bir gelen Müslüman ziyaretçilerin namaz kılıp, dua etmesi için ayırmışlardı.

Tapınak şövalyeleri alışılagelmişten çok farklı bir topluluktu.

—-

Devam edeceğiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...