11 Kasım 2018 Pazar

Tapınak Şövalyeleri III

Haçlı seferleri, genelde düşündüğümüz gibi örneğin Kosova ya da Mohaç muharebeleri gibi başı sonu belli, kazanan ve kaybedenin açıkça bilindiği savaşlar değildi.

Batıdan yola çıkan ve başlarımda farklı komutanların olduğu, askerlerinin kiminin gerçek asker, kiminin esnaf ya da çiftçi, kiminin de kanun kaçakları ve suçlulardan oluştuğu çok fazla bir bütünlüğü olmayan topluluklardı.

Örneğin Kudüs'e giderken yolda karısını kaybeden bir komutan, zamanın kanunları gereği, karısının sahibi olduğu mallar üzerindeki haklarını da kaybetmişti. Kısacası beş parasız kalmıştı. O da emrinin altındaki askerlerini ordudan ayırıp, doğuda bazı kentlere saldırmış, bunları yağmalayarak mali durumunu düzeltmiş, sonra da geri dönerek Haçlı ordusuna yeniden katılmıştı.

Haçlı ordularının Batı Avrupa’dan Anadolu'ya ve sonrasında da Kudüs'e ulaşması yıllar alıyordu. Bu süre içinde de gereken yemek, su vesaire gibi ihtiyaçlarını yanlarında taşımaları mümkün değildi. Bu ihtiyaçlarını da geçtikleri yerlerden sağlıyorlardı. Zaman zaman yiyeceklerini para ile satın alsalar da, çoğunlukla kısa ve kolay yolu seçip, doğrudan köyleri, kentleri yağmalıyorlardı.

Yine Macaristan’dan geçerken yaptıkları yüzünden, Macar ordusu Haçlılara saldırmıştı. Birinci Haçlı seferleri esnasında Bizans Kralı Haçlıları İstanbul'a sokmamıştı bile.

Yine çok fazlasıyla tipik bir Avrupa fenomeni olan kendinden olmayanı nefret sırasına dizip sınıflama da bu seferlerin en belirgin özelliklerinden biriydi.

Örneğin Haçlı Seferlerinin birinci hedefi Müslümanlardı. Ancak sanmayın ki Haçlılar sadece Müslümanlarla savaşmışlardı. Fırsat buldukça Katolik olmayan diğerlerine de hatrı sayılır derecede zarar veriyorlardı.

Örneğin Yahudiler.

Hristiyan inancı Yahudileri özel bir yere koyar, çünkü Hz. İsa ve Havarileri hep Yahudiydi. Ancak Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinden de Yahudileri sorumlu tutarlar. Ne olursa olsun, İncil'in yarısı Tevrattır (hoş, Kuran'ın bir bölümü de Tevratta geçen ama bunu başka bir yazıya bırakalım). Bu yüzde de bu iki din arasında önemli bir yakınlık vardır.

Buna rağmen Haçlı seferleri sırasında önemli bir Yahudi katliamı yaşanmıştır. Katoliklerin hiç biri Kudüs'ü ilk sahipleri olan Yahudilere bırakmayı düşünmemiştir bile.

Hristiyan olmalarına rağmen Katolik olmayan Ortadoks Bizanslılar da bir çok farklı olayda Haçlılardan nasiplerini almışlardır. Çok dillendirmeseler de, Ortadokslar, Katolikler için dinden sapmış heretikler sayılır. Bu biraz İslam'daki Sünni-Alevi ilişkisine benzer.

Haçlılar, biraz da bu motifle, Bizans'a ait toprakları ele geçirdiklerinde bunları tekrar Bizans İmparatorluğuna vereceklerine dair ant içmiş olsalar da, eski Bizans topraklarının birçoğunu kendilerine saklamışlardır.

İşin derinine inersek, Katolikler kendi aralarında da sen Fransızsın, ben Almanım, o İngiliz diye birbirlerine girmişlerdir.

Benzeri koşullar içerisinde Tapınak Şövalyeleri de yavaş yavaş göze batmaya başlamışlardı.

Bir kere rakip oluşumlar ile aralarında git gide büyüyen bir sürtüşme oluşmuştu.

Tapınak Şövalyelerine rakip sayılabilecek iki önemli gurup vardı.

Bunlardan ilki Knights Hospitaller isimli şövalyelerdi. Bunlar yine Kudüs'te konuşlu, Papa'ya bağlı çalışan dinsel bir askeri güçtü. Finansal olarak Tapınak Şövalyelerin ticari yetkinliğine sahip olmasalar da, askeri olarak yine çok güçlü bir topluluktular. Knights Hospitaller, Türk tarihinde Malta Şövalyeleri ve Rodos Şövalyeleri olarak geçer.

İkinci rakip oluşum ise yine Kudüs'te kurulmuş, Teutonic Order ya da orijinal dillerimde Deutschherrenorden denilen, Alman, Katolik şövalye gücüydü.

Tapınak Şövalyeleri her iki gurupla da doğrudan askeri bir mücadeleye girmemişti, ama üç topluluk da özellikle kilise katlarında birbirlerinin kuyusunu kazmaktaydı.

Rekabetin getirdiği zararın üzerine, bir de Tapınak Şövalyelerinin, özellikle finansal olarak çok fazla güçlenmeleri, Avrupa Monarkları arasında bir endişe konusu olmaya başlamıştı. Şövalyeler iyice güçlendiğinde Rodos Şövalyeleri benzeri, bağımsız bir devlet kurmaktan söz etmeye başlamışlardı ki, Avrupa'daki Krallar bu sözlerden sonra soğuk ürpertiler geçirmeye başladılar.

Bu esnada, Kudüs'ü kaybeden Müslümanlar da boş durmuyordu.

Kudüs'ün Haçlıların eline geçtiği 1099 yılından itibaren başta Selçuklular, bütün Müslümanlar Haçlıları bölgeden çıkarıp, kaybettikleri toprakları geri almayı planlıyorlardı.

Birinci Haçlı Seferi esnasında, tarihimizin bizlere çok çok yumuşatarak anlattığı, Kılıçarslanın kabul edilemez sarsaklığı yüzünden başkent İznik dahil, Anadolunun yarısı ve Suriyenin neredeyse tamamı kaybedilmişti.

Selçukluların toparlanmaları yarım yüz yıl aldı. Musul Atabeyi Zengi, 1144 yılında saldırıp, Urfa'yı geri aldı.

Durumlarının zayıfladığını gören Haçlılar bir ordu daha toplayıp, 1149 yılında Anadolu'ya ulaştılar. Zengi'nin oğlu Nureddin bu ikinci Haçlı seferine başarıyla direndi. Haçlılar hiçbir sonuç alamadan ya ortadan kaldırıldılar, ya da geri evlerine döndüler.

1180'li yıllar Selahaddin Eyyubi'nin güçlenmesine tanık oldu. Selçuklu Sultanı Nureddin'in görevlendirmesiyle Mısıra giden ve sonrasında burada Eyyubi devletini kuran Selahaddin Eyyubi, Nureddin'in ölmesiyle önce onun dul karısıyla evlendi, sonra da Nureddin'in çocuk yaşta oğluna saldırdı. Sonra Selçuklulara saldırmaktan vaz geçip, bu kez güçlerini Kudüs'deki haçlılara yöneltti.

Tapınak Şövalyelerinin önemli katkısıyla 1177 yılında, Montgisard savaşında Haçlılar, Selahaddin Eyyubi’yi ağır bir yenilgiye uğrattılar.

Eyyubi, bir sonraki on yılı Suriye'deki dağınık Müslümanları bir araya getirmek için harcadı.

Eyyubi, 1187 yılında Kudüs Krallığının ordularını Hıttin bölgesine kadar çekti. Uzun bir takipten sonra Haçlı ordusu açlık ve susuzluktan bitap düşmüşken, Hıttin'deki tek su kaynağı olan kuyuları tuttu ve çaresizce saldıran Haçlıların karşısında önemli bir zafer elde etti.

Sonrasında doğu Akdeniz'deki diğer Haçlı devletçiklerini ele geçirdi. 1187 yılının sonuna doğru da Kudüs kentini savaşmadan teslim aldı.

Avrupa, Kudüs’ü geri almak için üçüncü Haçlı Seferini başlattı.

Haçlı ordusunun başında İngiliz Kral I. Richard, ya da bilinen ismiyle Aslan Yürekli Richard bulunuyordu.

Richard 100 bin kişilik ordusuyla Kudüs'ün kırk kilometre yakınına kadar gelip, eğer Kudüs'ü alırsam Müslümanlar nasılsa bizden geri alacaklar dedi, ve kutsal şehri Eyyubi'ye bırakıp, geri İngiltere'ye döndü. Kimse de ona, madem Kudüsü alsan bile Müslümanlar geri alacaktı, niye 100 bin kişiyi Kudüsü alacağım diye ta Orta Doğu'ya getirdin diye sormadı.

Aynı bizim Kılıçarslan'ı, Kürtlerin de Eyyubi'yi efsaneleştirdiği gibi, Katolikler de Richard'ı Aslan yürekli yapıp, arkasından efsaneler yazdılar. Tarihin bu bölümü de böylece üç yeteneksiz, basiretsiz komutanı allayıp, pullayıp geleceğe sattı.

Kudüs kentinin yeniden Müslümanların eline geçmesi Tapınak Şövalyelerini işsiz bırakmıştı. Kudüs yoksa Hristiyan hacılar da yoktu ve olmayan hacılara koruma da gerekmiyordu.

Rekabetin aşındırdığı konumları ve Avrupa'daki soyluların endişeleri üzerine, bir de varlıklarının kaynağı Kudüs kaybedilmişti.

Tapınak Şövalyelerinin yeni bir görev tanımı yapmaları gerekiyordu.

—-

Devam edeceğiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...