16 Kasım 2018 Cuma

Tapınak Şövalyeleri V

İtalya'nın Milano kentinde Santa Maria delle Grazie isimli bir kilise vardır. Aslen bir convent, yani, sadece rahibelerin kaldığı bir manastır olan bu yerleşke, belki de Hristiyan dünyasının en önemli sanat eserlerinden birisine ev sahipliği yapar.

Bu eser kiliseyle o kadar iç içe geçmiştir ki, büyük bir olasılıkla var olduğu süre boyunca da bu kilisenin içinde kalacaktır. Bunun nedeni ise, eserin yaratıcısı Leonardo da Vinci'nin tuval olarak manastırın yemek odasının duvarlarından birini kullanmış olmasıdır.

Leonardo'nun duvarın üzerine yaptığı resimin teması ise The Last Supper, yani Hz. İsa'nın çarmıha gerilmeden önceki akşam, havarileri ile bir araya geldiği yemektir.

Muhteşem bir sanat eseridir bu. Duvarlara yapılan resimlere normalde Fresk derler. Freskler ıslak sıvanın üzerine boyanır ve boya sıva ile birlikte kuruyup, katılaşır.

Bir sanatçıdan çok daha fazla bir bilim adamı olan Leonardo, geleneksel fresk teknikleri ile istediği parlaklığı elde edemeyeceği ve sıvanın bu resimi bitirmek için harcamayı düşündüğü zamandan daha önce kuruyacağının farkındaydı. Bu yüzden o zamana kadar hiç kullanılmamış özel bir yöntem geliştirdi.

Detaylarına çok fazla girmeden, ıslak sıva yerine iki kat kuru sıva kullandı, boya tutsun ve parlasın diye diye de araya kurşun kaplama başka bir katman koydu ve resmin üzerinde istediği kadar, uzun uzun çalışarak bu şaheseri bitirdi.

Resmin konusu olan yemekte, Hz. İsa ve havarileri, uzun bir masanın sadece bir tarafında oturmuşlardır. Hz. İsa, yemeğin sonunda içlerinden birinin ona ihanet edeceğini söyler.

Leonardo, Hz. İsa’nın tam sözünün bittiği bu noktada, yemektekilerin ifadelerini canlandırmaya çalışmıştır.

Ortak ifade elbette ki şaşkınlık, öfke ve üzüntüdür. Sadece ertesi gün ihanet edecek olan Judas Iscariot'da biraz telaş ve suçluluk görülür.

Hz. İsa, bu son yemekte eline bir parça ekmek alıp, havarilere "Bu benim etim", sonra da şarabından bir yudum alıp, "Bu da benim kanımdır" der.

Hz. İsa'nın son yemeğinde şarap içtiği bu kap bir çok Hristiyan tarafımdan kutsal kabul edilir ve bu kaptan içildiğinde ölümsüzlüğe, sonsuz bir gençlik ve sağlığa ulaşılacağına inanılır.

Hatırlarsanız, Indiana Jones, The Last Crusade filminde, yaralı babasını bu kaptan su içirerek iyileştirmişti.

Yine başka bir inanışa göre Hz. İsa çarmıha gerildiğinde akan kanı bu kap içinde toplamıştır.

Bu kabın ismi eski Fransızca'dan gelme "San Gréal", ya da "San Graal" dır. Ingilizcede Holy Grail şeklinde geçer. "San" Kutsal, "Greal" da Kase anlamına gelir. San Gréal, çoğunlukla Sangréal diye birleştirilir. Bu sözcüğün etimolojisine biraz fazlaca daldım ama bu ileride önemli olacak.

Bu kap, inananlar için dünyadaki hazinelerin en değerlisidir.

Ve bir çok kişi Tapınak Şövalyelerinin Solomon Tapınağının kalıntılarımda bu kabı bulduklarına inanır. Bundan dolayı, öykülerde ve filmlerde, Kutsal Kase peşinde koşan her hazine avcısı, çoğunlukla Kutsal Kase'yi bulabilmek için Tapınak Şövalyelerinin izlerini takip eder.

Öykülerde Kutsal Kase, Tapınak Şövalyelerinin iki yüz yıl boyunca elde ettikleri zenginliklerle birlikte bir hazine biçiminde anlatılır. Bu tasvir hazine avcılarının iştahını daha da kabartır.

Gelin, The Last Supper'a geri dönelim.

Resimde Hz. İsa masanın tam ortasındadır. Havariler ise üçer kişilik dört gurup halinde yarısı Hz. İsa'nın solunda, diğer yarısı da sağında otururlar.

Üç sayısı Hristiyanlıkta çok önemlidir. Holy Trinity, yani Kutsal Üçlem diye tanımlanan Tanrı, Oğul be Kutsal Ruh'u temsil eder.

Üç sayısı, resimde havarilerin oluşturduğu üçer kişilik guruplardan başka yerlerde de bulunur. Örneğin üç tane pencere vardır, ya da Hz. İsa'nın duruşu bir üçgen şeklindedir.

İşin aslı, bu resim üzerinde 1-1–2-3-5-8-13 şeklinde giden, bir sonraki sayının önceki iki sayının toplamı olduğu Fibonacci serisi bile bulunmuştur. 1 asıl figür, yani Hz. İsa, 1 masa, sağlı, sollu 2 duvar, 3 sayısına zaten değinmiştik, Hz. İsa ile birlikte toplam 5 gurup, duvarlarda 8 panel, 13 kişi, vs.

Fibonacci serisinin sayıları The Last Supper'da istemli olarak mı sembolize edilmiştir, yoksa bu tamamen bir tesadüf müdür, bilinmez, ama unutmayalım, Leonardo bir bilim adamıydı ve bu sayıları bilerek kullanmış olması beni şaşırtmaz.

Resimdeki havarilerin kim olduklarını bulmak da kolay olmamıştı. Hz. İsa'yı tanımlamak elbette en kolayıydı. İslam tarihinde kullanılan Petreus, Yohannis gibi Yunanca ve Latince yerine bugün bildiğimiz İngilizce isimleri kullanırsak, en kıdemli havari Saint Peter, en genç Saint John ve elbette Hz. İsa'ya ihanet eden Judas da resimde hemen tanınmıştı.

Judas, resimde Hz. İsa ile aynı anda, aynı ekmek parçasına uzanır. Judas'ın yüzünde, planının ortaya çıkmasından dolayı biraz telaşlı, biraz pişman, biraz da suçlu bir ifade vardır.

Leonardo, Judas'ın yüz ifadesini doğru olarak yansıtabilmek için gerçek bir suçluyu model olarak kullanmıştır. Doğru modeli bulmak oldukça uzun bir süre almış, bu esnada manastırın kıdemli bir rahibi gecikme yüzünden Leonardo'ya kızmıştır. Leonardo da Judas için henüz uygun bir model bulamadığını, ve eğer şikayete devam ederse Judas için rahibin kendi yüzünü model olarak kullanacağını söylemiştir.

Diğer havariler ise Leonardo’nun çok sonraları bulunan el yazması bir notu kullanılarak tanımlanabilmiştir.

Resme dikkatli baktığınızda masada Hz. İsa'nın hemen sağında, tabloya bakarken soldan altıncı havari olan Saint John, yani Aziz Yahya, bir erkekten çok bir kadını andırır.

The Da Vinci Code romanının yazarı Dan Brown dahil bir gurup, bu figürün Saint John değil, Mary Magdalene, (ya da Maria Magdalena) olabileceğini ortaya atmışlardır.

Mary Magdalene, tövbekar bir fahişedir ve İncil'in öğretisinde Hz. İsa'ya çok yakın bir kişiliktir. Bir çok kişi Hz. İsa ile Mary Magdalene arasında bir aşk yaşanmış olabileceğini düşünür.

Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln isimli üç Amerikalı yazar, 1982 yılında yayımladıkları The Holy Blood and the Holy Grail kitabımda ilginç bir önermede bulunurlar.

Buna göre, Hz. İsa ile Mary Magdalene evlenmiş, birden fazla çocukları olmuştur.

Sangréal aslında Kutsal Kase anlamına gelen San Gréal değil, Asil Kan anlamına gelen Sang Real sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur ve Hz. İsa'nın soyunun ismidir.

Birinci Haçlı Seferinden sonra kurulan Kudüs Krallığının ilk hükümdarı Godfrey of Bouillon, Priory of Sion isimli gizli bir topluluk kurmuştur. Leonardo da Vinci, hatta Isaac Newton gibi bilinen isimler bu topluluğun liderleri olmuştur. Leonardo, The Last Suppar'da, Sang Rail'in bir işareti olarak Saint John yerine Mary Magdelene'i tasvirlemiştir.

Priory of Sion, askeri ve finansal gereksinimlerinin karşılanması için de Tapınak Şövalyelerini kurmuştur.

Priory of Sion'ın himayesinde Hz. İsa'nın çocukları ve bunların devamı, bu günkü Güney Fransa'ya yerleşmiş, Fransız kraliyet ailesiyle yaptıkları evliliklerin sonucu Fransa'yı uzun süre yöneten Merovingian hanedanlığı oluşmuştur.

Sang Real, yani Hz. İsa'nın torunları, Priory of Sion ve Tapınak Şövalyelerinin korumasında bugün hala hayatlarını sürdürmektedirler.

Elbette bu iddaları doğrulamak olanaksız. Tapınak Şövalyeleri bugün hala var mıdır, Hz. İsa'nın torunlarını korumaya devam ediyorlar mıdır, bilemeyiz. Ancak bunların sayesinde bize çok renkli öyküler, kitaplar, filmler kalmıştır, buna kuşku yok.

The Last Supper'a bir daha dönersek, bu şaheserin bugün hala görülebilir olması bile bir mucizedir.

Resim, zamanla duvardaki rutubetten ötürü solmuş, renkler akmaya başlamış. Üstüne de 1600'lü yıllarda akıllının biri, tam Hz. İsa'nın ayaklarının bulunduğu yere bir kapı yapmıştır. Bunu yapan her halde mezarında rahat uyuyamıyordur.

1700'lü yıllarda birden fazla restorasyon çalışması yapılmış, ancak bunlar resmi acıklı biçimde, daha da kötü bir hale getirmişlerdir.

İkinci Dünya Savaşı esnasında, müttefik bombardımanından korunması için duvar önce tahtalarla, sonra da kum torbalarıyla korunmuş. Resmin içinde bulunduğu odanın duvarlarından bir diğeri, bir bombanın isabet etmesiyle yıkılsa da, The Last Supper'ın bulunduğu duvara bir şey olmamıştır.

Ancak bu noktada resim o kadar zarar görmüştür ki, yüzlerin hiç biri tanınmayacak durumdadır.

Mikroskobik örnekler ve infra-red taramayla resmin orijinal renkleri tespit edilmiş, kağıda çizilmiş ya da yağlı boya ile yapılmış kopyelere bakılarak da resmin orijinal hali belirlenmiştir. Sonrasında uzun ve titiz bir restorasyon çalışmasıyla neyse ki resim neredeyse tam olarak eski haline getirilmiş durumdadır.

Bugün, resimde Leonardo'nun orijinal fırçasından çok azı kalmıştır. Az da olsa bazı bölgeler ise tam olarak eski haline getirilemediğinden, orijinal olmadığı belli olsun diye farklı bir tarzda boyanmıştır.

Rutubetten dolayı olabilecek kayıpları önlemek için yemek salonunun pencereleri tuğlalarla kapanmış ve bugünkü teknolojinin yardımıyla sıfır nemli bir ortam oluşturulmuştur. Bugün, resmi görebilmek için başka bir salonda on beş, yirmi dakika kadar bekleyip, nemden arındırılmanız gerekmekte.

Bu şaheseri dünya gözüyle görme şansını bulmuş biri olarak yolu düşen herkese görmesini kuvvetle öneriyorum. Ancak lütfen dikkat, biletlerinizi en az iki ay öncesinden almanız gerekiyor.

Tapınak Şövalyelerinin ilham verdiği efsaneler bu kadar değil.

Devam edeceğiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...