17 Eylül 2022 Cumartesi

Londra II - Köprüler

3 Temmuz 2015 geçeli yedi yıl olmuştu sevgili arkadaşkar. Başka bir deyişle sevgili kızım 🐝Mezzy🐝 bugün yedi yaşına basacaktı.

Sadece yatıp uyuduğu hayatının ilk ayları, sonra ilk gülümsemesi, yattığı yerden elleriyle asılı oyuncakları ile oynaması, karnının üzerine dönmeyi öğrenmesi, emeklemesi, sağa sola tutunarak ayağa kalkması, sonrasında attığı ilk adımı, konuşmaya başlarken söylediği ilk sözcük 'baba', kıvırcık saçlarının dümdüz olması, hangi dili konuşacak diye merak ederken Ingilizce konuşmaya başlaması, ana okulları, karla ilk tanışması, deniz ile ilk tanışması, kayak ve yüzmeyi öğrenmesi, sonrasında okul, Fransızca konuşmaya başlaması, okumayı, toplama, çıkarma yapmayı öğrenmesi bu yedi seneye sığmıştı.

Jelena ile bazen oturup birbirimize gülüyoruz, o Melissa acaba konuşacak mı dediğimiz, sadece kafesinden bize tatlı tatlı bakarken ne zaman yürüyecek diye düşündüğümüz günlerden, bir saniye sussa yada otursa da bir nefes alabilsek dediğimiz günlere geldik.

Kızım doğduğundan beri her gün bilfiil altını değiştirip, ona yemek hazırladım ve ellerimle yedirdim. Artık altını değiştirmiyoruz elbette ama hala öğlen yemeklerini ben hazırlıyorum. Koca kız olduğu babından biraz utanarak söyleyeyim, kendi hazırladığım yemekleri, kaşıkla yine ben yediriyorum. Öyle istiyor çünkü, yiyemediğinden değil, mesela akşam yemeklerini kendisi yer.

Sevgili kızımın doğum gününü aylar önce planlamıştık. Annesi ne giyeceğini belirlemiş, elbisesini Londra’ya getirmişti.

Ancak günümüz gerçekten biraz telaşlı başladı. 🐝Mezzy🐝 ayaklarını yere vuruyor, ben bu elbiseyi giymem diye çığlıklar atıyordu. Annesi ona kırmızı, pullarla kaplı bir elbise seçmişti, ancak 🐝Mezzy🐝 bunun bir Noel elbisesi olduğunu idda ediyor, ben Noel Baba değilim diye yırtınıyordu.

Ben Noel Baba Değilim!
Evde olsak başka bir elbise bulabilirdik elbette ama sabahın sekizinde, Greenwich'de bir otel odasında çok fazla seçeceğimiz yoktu. Bir de işi gücü bırakıp, 🐝Mezzy🐝 için bir elbisenin peşine düşersek, bütün gün çöpe gidecek, planladığımız hiçbir şeyi yapamayacaktık.

Jelena 🐝Mezzy🐝'yi zar zor ikna edebildi ve hemen otelin dibindeki tren istasyonuna geçtik.

🐝Mezzy🐝 bizi Londra'ya götürecek treni beklerken, yine ben Noel Baba değilim diye ikinci bir rezillik çıkardı. Kızı ile bizle aynı treni bekleyen bir kadın dakikalarca dil döktü sevgili kızıma. Elbisenin gerçekten güzel olduğuna, Noel ile bir ilgisi olmadığına ikna etmeye çalıştı. Bağıra çağıra bir kaç saniye önce gelmiş olan trene bindik. Bir süre sonra, neyse ki 🐝Mezzy🐝 biraz durulur gibi olmuş, tren de London Bridge istasyonuna ulaşmıştı. Birlikte yolculuk yaptığımız kadın 🐝Mezzy🐝'nin doğum gününü kutladı, bize de iyi şanslar diledi.

Pırıl pırıl güneşli, sımsıcak bir Londra günü sevgili kızımın doğum gününü kutlamaya başlamıştı.

Hay's Galleria
London Bridge istasyonundan kısa bir yürüyüş bizi Hay's Galleria'ya getirdi. Ortası camla kaplı, 1650'lerden kalma iki depodan oluşan, mükemmel görünüşlü bir galeri burası. İçinde barlar, restoranlar falan ile birlikte pırıl pırıl iki tane de geleneksel kırmızı telefon kulübesi var. Bu devirde kimse telefon kulübesi kullanmıyor tabi ama nostalji için işe yarıyorlar böyle. Bu kırmızı Londra telefon kulübelerine, Royal Mail posta kutularına ve iki katlı kırmızı Londra otobüslerine kenti gezerken rastlamak mümkün.

Hay’s Galleria’nın öbür ucu da doğrudan Thames nehrine açılıyor. Burada da sürpriz yok. On yedinci yüzyılda depolar çoğunlukla bir iskele ile birlikte su yollarına açılırdı.

Thames nehri ile birlikte kıyıda koca bir savaş gemisini de gördük. HMS Belfast bir hafif kruvazör. İkinci Dünya Savaşından hemen önce hizmete girmiş, savaşın başında da bir mayına çarpıp görev dışı kalmış. İki sene boyunca tamir görmüş, sonra tekrar savaşa katılmış. Rusya'da, Normandiya çıkarmasında savaşmış. Daha sonra Kore savaşına katılmış, 1963 yılında da emekli olmuş. HMS Belfast parçalanmak yerine bir müze haline getirilip, Thames nehrine çekilmiş. Londra'nın oldukça popüler bir ziyaret noktası. Bu gidişimizde gezmedik ama bir sonraki kez görmeyi planlıyoruz.

HMS Belfast
HMS Belfast'ın ardından doğu'ya doğru kısa bir yürüyüş bizi ünlü Tower Bridge'e getirdi. Tower Bridge için Londra'nın sembolü dersek herhalde çok fazla yanılmış olmayız sevgili arkadaşlar. Çok güzel bir yapı. İki katlı ve alt katı, Thames üzerinden gemilerin geçebilmesi için yukarı doğru katlanarak açılıyor. Köprünün iki ucunda 65 metre yüksekliğinde iki tane kule var. Tower bilebileceğinz üzere 'kule' demek. Bu köprüye Tower Bridge ismi bu kuleler yüzünden verilmiş olabilir. İsmin başka olası bir kaynağı ise köprünün kuzey tarafındaki Tower of London isimli kale. Bu güzel köprü yüz yıldan biraz daha yaşlı.

Köprünün üst katındaki yaya girişini, açıldıktan hemen sonra orospular mekan tutmuş, bu yüzden de 1910'dan 1982'ye kadar uzun bir süre kapalı tutulmuş. Şimdilerde açık ama orospular artık yok.

Tower Bridge
Tower Bridge'den ayrılıp, geldiğimiz yoldan geri, The Queen's Walk'da yürümeye başladık. Bu The Queen's Walk aslında biraz turist işi. Burada yürümüş olabilecek tek queen yani kraliçe, Elizabeth olmalı, çünkü çok yeni, onun da yürümüş olduğunu zannetmiyorum. Yine Queen's Walk nerede biter, Jubilee Walk dedikleri, yine Elizabeth'in jübilesi için yaptıkları promenad nerede başlar, açıkçası çok iyi anlayamadım. Yine de Thames kenarında yürümek için güzel bir mekan.

HMS Belfast'a bir kez daha selam verdikten sonra Hay's Galleria'yı geçip, bu kez Thames üzerindeki başka bir körüye ulaştık. Bu köprünün ismi London Bridge. Tower Bridge ile karşılaştırıldığında çok daha sönük, sıradan kalan bir köprü, ama bence çok daha renkli, öyküsü çok daha zengin bir yapı.

Bir kere London Bridge Is Falling Down isimli çocuk şarkısı bu köprü için yazılmış. Şimdi bana ne lan İngiliz çocuk şarkılarından demeyin ve Youtube'da bulup bir dinleyin. İsminden tanımamış olabilirsiniz ama bilmeyeniniz olduğunu zannetmiyorum. Sevgili kızım da küçükken çok dinlerdi bunu.

Ancak London Bridge için bir çocuk şarkısından başka söylenecek daha çok şey var.

Bir kere bugün gördüğünüz London Bridge aynı bölgede yapılmış, aynı isimli köprülerden sonuncusu. Romalılar'dan başlayarak Ortaçağ, Yeniçağ ve Modern Çağ'da hep bu mekanda bir London Bridge olmuş. Özellikle Ortaçağ'da, 1200'lü yıllardan 1800'lü yıllara kadar ayakta kalan London Bridge gerçekten çok güzel bir köprüymüş, merak ediyorsanız bir gugıllayın.

Ancak öyküsü en ilginç olanı bir sonraki London Bridge.

Yarı-resmi olarak New London Bridge, yani Yeni Londra Köprüsü şeklinde bilinen bu köprü 1831'den 1967'ye kadar Thames nehrinin iki yakasını birleştirmiş. Bu köprüyü bugün de görmeniz mümkün ancak bunun için Londra yerine ABD'ye, Arizona eyaletinin Lake Havasu City kentine gitmeniz gerekecek.

Çünkü bu bu köprü satılmış, parçalarına ayrılıp, tee Amarika’ya taşınmış ve orada yeniden bir araya getirilmiş.

Yok, yok, bu bir Sülün Osman işi değil - bu konuya az sonra geleceğiz, gerçekten satılmış ve Amerika'ya taşınmış.

Köprü yenilenme aşamasına geldiğinde İngilizler bunu yıkmak yerine satalım diye düşünmüşler. Köprü satılığa çıktığında Amarikadaki McCulloch Oil isimli petrol şirketinin sahibi Robert McCulloch, zamanın parasıyla 460 bin doları bastırıp, bu köprüyü satın almış, memleketine götürüp çat diye dikmiş.

Ancak rivayete göre Bobby McCulloch bu köprüyü alırken London Bridge'i çok daha güzel ve cazibeli Tower Bridge zannedip, anlaşmayı öyle imzalamış.

Öykünün bu tarafı hem satıcı, hem de alıcı tarafından şiddetle yalanlanmış durumda. Ancak oturup düşündüğünüzde bir satıcının lan nasıl geçirdim, Tower Bridge deyip, London Bridge'i sattım, alıcının da kafama sokayım ben ne yaptım da yanlış köprüyü aldım demiyeceğine, ve petrol zengini bir hillbilly'nin ne aldığını bilmeden 460 bin doları bastırabileceğine inanmıyorsanız, öykünün bu kısmının yalan olduğunu kabullenebilirsiniz.

London Bridge'in öyküsü işte böyle.

Sevgili kızımın doğum günü devam edecek.

Sevgi ile kalın ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...