13 Eylül 2022 Salı

Londra I - İlk Gün

İkinci Dünya Savaşı başladığında Hitler, diğer Avrupa ülkelerini İngilizcede dedikleri gibi 'pants down', yani pantolonları düşükken yakalamıştı. Birinci dünya savaşı esnasında kısıtlı bir biçimde kullanılmış hava gücünü, Amerika dahil diğer ittifak devletler tamamen anlayıp, geliştiremeden hava kuvvetlerini modern uçaklarla donatmış, Birinci Dünya Savaşı'nın bazen yıllarca bir sonuca ulaşamamış siper savaşlarını, uçak ve tanklarla 'Blitzkrieg' dedikleri yıldırım/şimşek harekatı anlamına gelen savaş taktiğiyle değiştirmişti.

Hitler 1 Eylül 1939'da bu taktikle Polonya'ya saldırdı. 1941'in ilk bir kaç ayı içerisinde bütün Batı Avrupa Alman orduları tarafından işgal edilmişti. Bütün savunmasını Birinci Dünya Savaşı mantığıyla Alman sınırına Majino hattı ismiyle, aslında gelişmiş bir siper halinde kuran Fransa, bu hat üzerinde tek bir kurşun atılmadan teslim oldu. Tamamen statik, yani hareketsiz bir savunma şeridi olam Majino Hattı, Hitler'in bu hatta hiç dokunmadan, ordularını Hollanda ve Belçika üzerinden geçirmesiyle işe yaramaz bir hale gelmişti.

Batı Avrupa'da kala kala sadece İngiltere kalmıştı. İşin aslı Hitler İngiltere ile çok ilgilenmiyordu. Aklında Rusya vardı. Ancak, özellikle Amerika ile yakın bir atlama taşının da yakınlarında olmasını istemiyordu. Amacı İngiltere ile bir barış, hatta ittifak yapmaktı.

Ne var ki Ingiltere’nin başında Churchill vardı ve Almanya ile bırakın barışı, ittifakı falan, sonuna kadar savaşmaya niyetliydi.

Hitler de bu yüzden İngiltere'ye saldırdı.

Blitzkrieg'i tam olarak Ingiltere’ye uygulamak ilk başta mümkün olmayacaktı. Malumunuz, İngiltere bir adadır ve Blitzkrieg için tankları karşı kıyıya geçirmek gerekiyordu. Bundan dolayı Hitler'in İngiltere'nin hava gücünü ortadan kaldırması şarttı.

Böylece tarihin ilk kapsamlı hava savaşı olan Battle of Britain başlamış oldu. Hitlerin bombardıman ve avcı uçakları önce İngiliz uçaklarını, sonra bu uçakların bulunduğu üsleri, daha sonra da başta Londra, İngiliz şehirlerini, yani sivil halkı hedef aldı.

Messerschimit Bf 109
Alman uçakları İngiltere içlerine girdikçe, kullandıkları yakıttan dolayı hedef üzerinde kalma süreleri de azalıyordu. Bir Alman avcı uçağının Londra üzerinde sadece on dakikalık vakti vardı. Bu süre Alman bombardıman uçakları için daha uzun olsa da, avcı uçaklarının koruması olmadan kolay birer av durumuna düşüyorlardı.

İngilizler gelen Alman uçaklarını önceden tespit edebilmek için ilk başlarda betondan, neredeyse bir kulağın anatomisine sahip, kepçe şeklinde yapılar kurmuşlardı. Bu kepçenin alt ucuna kulağını dayayan gözlemci Alman uçaklarının motor seslerini uzaktan duyabilmeyi umuyordu. Bu yapıları gerçekten yakından görmek isterim. Galler'e bir gün gidebilirsem sizinle de paylaşırım.

Daha sonra İngilizler radar ismini verdikleri cihazlarla Alman uçaklarını uzaktan tespit etmeye başladılar. Hawker Hurricane ve Supermarine Spitfire uçakları düşman uçakları hedeflerine ulaşmadan on beş dakika kadar önce haber alıyor, hemen kalkarak bu uçakları kanal üzerinde karşılıyorlardı.

Supermarine Spitfire
Alman avcı uçakları, özellikle Messerschimit Bf 109'lar aslen İngiliz avcı uçaklarına göre daha üstün sayılırlardı. Daha hızlıydılar çünkü motorlarında karbüratör yerine enjektör kullanıyorlardı. İngiliz Spitfire'ları ise daha kıvraktılar. Me 109'larda kuvvetli bir top vardı, kodumu oturtuyordu. Spitfire'ların makineli tüfekleri ise çok etkili değildiler. Alman uçakları bazen yüzlerce mermi isabet etmiş olsa da üstlerine dönebiliyorlardı. Aynı şeyi İngiliz uçakları için söylemek mümkün değildi.

Ne var ki üstün sayılabilecek Alman uçakları Ingiltere üzerinde yakıtları bitmeden sadece dakikalarla ölçülebilecek sürelerde kalabilirlerken, Ingilizlerin saatlerle ölçülen uçuş süreleri vardı. Bir de bir İngiliz uçağı İngiltere üzerinde isabet alıp düştüğünde pilot sıcak çay ve battaniyelerle karşılanırken, Alman pilotlarını biraz farklı bir muamele bekliyordu.

Battle of Britain'ın bir galibi olmadı. Hitler bir gün uçakları göndermekten vaz geçti ve savaş da böylece bitmiş oldu. Ancak bu savaştan kuşkusuz İngilizler kazançlı çıktı. Hem adalarını işgal ettirmediler, hem de sonuçları tüm dünya için olumsuz olabilecek bir barışa zorlanmadılar.

RAF, yani Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin Londra'daki müzesini gezerken Battle of Britain'ı iliklerime kadar hissettim sevgili arkadaşlar. Elbette Bol bol Spitfire'lar, Hurricane'ler, Tempest'lar, Typhoon'lar, Beaufigher'lar falan vardı, ancak bu müzeyi iginç yapan, savaşın diğer tarafının uçaklarının da sergilenmesiydi.

Me 109 mesela. Müzenin küratörü bu uçağı gerçek bir tutkuyla anlatıyordu ziyaretçilere.

Junkers Ju 87 Stuka
Yine savaşın ilk günlerinin kahramanı Junkers Ju 87 Stuka pike bombardıman uçağını etiyle, kemiğiyle ilk görüşümdü. Yakıp, yıktıkları bir kenara, dalarken rüzgarın çalıştırdığı sireni ile ıslık çalarak aşağıdakilere terör estirmişti bu acayip uçak.

Heinkel He 111'i de ilk kez etiyle kemiğiyle görüyordum. Battle of Britain kadrosundan sadece Junkers Ju 88 eksikti.

İkinci dünya savaşından ünlü Boeing B-17 Flying Fortress - Memphis Belle filminden hatırlayabilirsiniz ve Consolidated B-24 Liberator da bu müzede yerlerini almışlardı.

Avro Lancaster
Ancak baş köşe Avro Lancaster yada kısaca 'Lanc' için ayrılmıştı. Bu devasa bombardıman uçağını Dambusters filminden bileceksinizdir. Öyle büyük bir bomba kompartmanı var ki, suyun üzerinden sekerek, barajları vuran Wallis'in zihni sinir bombalarını sadece bunlar taşıyabiliyordu.

Başka ilginç bir İkinci Dünya Savaşı uçağı ise de Havilland Mosquito. Yani sivrisinekti. Mosquito iki motorlu, büyük sayılabilecek pervaneli bir uçaktır, ancak zamanının en hızlılarından biridir. Niye derseniz, gövdesi tamamen ahşaptan üretilmiştir. Yani tahtadan bir uçak! Ama o Spitfire'lara, Mustang'lere nal toplatır. Av, bombardıman, keşif, hedef bulma, her işe yarıyor sizin anlayacağınız. Yapımı hızlı ve ucuz. Zamanın bir harikası.

Müzede hatrı sayılır miktarda İkinci Dünya Savaşı öncesi uçaklar var. Ancak en seksi olanları soğuk savaş ve günümüzün jetleri.

de Havilland Mosquito
Mesela Avro Vulcan. Bu delta kanatlı dev uçak Handley Page Victor ve Vickers Valiant ile birlikte soğuk savaşın 'V' Bombardıman Filosunu, yani İngiliz nükleer bombardıman gücünü oluşturuyordu. Victor ve Valiant bu nükleer bombardıman işini erken bıraktılar, başka görevlere çevrildiler. Müzede mesela tankere dönüştürülmüş bir Victor'ın burnu var. Ancak Vulcan uzun süre saldırı rolünde kullanılmaya devam etti. Şükür ki herhangi bir nükleer silah kullanmadı ama Falkland savaşı esnasında Ingiltere’den kalkıp, tee Arjantine uçup, Falkland'ı bombalayarak geri dönmüşlüğü vardır. Çok klas uçaktır, görünüşünü çok severim.


Avro Vulcan

Müzede bulunan başka hayli ilginç bir soğuk savaş dönemi uçağı da English Electric Lightning. Bir jet önleme uçağıdır, ancak uçağa bir bakın, her şeyin geleneksel İngiliz tersliğiyle tasarımlanmış olduğunu görürsünüz.

Ingiliz tersliği sadece yolun solundan giderek değil, bir çok farklı şekilde kendisini gösterir. Örneğin dünyanın tüm otomatik silahlarının şarjörleri silahın altında bulunurken İngilizler bunu silahın yanına takmışlar ve ortaya Sten dedikleri makineli tabanca çıkmış. Bakmışlar Yeteri kadar terslik yaratamamışlar, bu kez şarjörü tüfeğin üzerine takıp, Bren'i yapmışlar.

Lightning uçağı da aynı hesap. İki jet motoru mesela, dünyanın geri kalanı gibi yan yana değil, üst üste yerleştirilmiştir. Yine dünyadaki bütün uçaklar yakıt tanklarını kanat altında taşırken, Lightning bunları kanatlarının üzerinde taşır. Yazık bu tankları takıp, çıkaran bakımcılara….

English Electric Lightning
Ancak bu komik uçağın çok önemli bir özelliği vardır sevgili arkadaşlar. Çok teknik detaylara girip, başınızı ağrıtmadan anlatmaya çalışayım.

Jet motorlu avcı uçaklarının çoğu ses hızının üzerinde uçabilen, yani süpersonik uçaklardır. Bu uçakların jet motorları uçakları ancak ses hızının sınırlarına kadar getirebilir. Ses hızını geçebilmek için ise jet motorundan çıkan sıcak gazların üzerine saf uçak benzini sıkmak gerekir. Afterburner yada art yakıcı denilen bu yöntem, benzinin bir anda alev almasıyla ortaya çok büyük bir itici güç çıkarır. Mangalda yanan kömürün üzerine gazete kağıdı atmaya benzer bu, kağıt bir an için alev alır ve çok kısa bir süre için ısı yükselir. Bu yüksek ısıyı sürekli halde tutabilmek için habire ateşe kağıt atmanız gerekir. Uçaklarda da aynı şekilde ses hızının üzerindeki hızlarda kalabilmek için devamlı afterburner'ı yakılı tutmanız gerekir.

Ancak afterburner manyak gibi yakıt yer. Bir F-16 afterburner'ı yanık halde sadece dokuz dakika uçabilir, sonra yakıtı biter ve güm! Ses hızının altında yani subsonic hızlarda, konfigürasyona göre değişiklik gösterse de, bir F-16'nın havada kalış süresi bir-iki saati bulabilir. Kısacası aklı başında hiç bir pilot, F-16'sını maksimum hızı olan sesin iki katında uçurmaz. Afterburner sadece kalkışlarda, ya da havada dönüşlerin sonrasında kaybedilen enerjiyi geri kazanmak için bir kaç saniyeliğine yakılır. Ha, bir de kıçınızda bir füze varken, ondan kaçabilmek için…

İşte Lightning denilen yukarda bahsettiğim ilginç uçak ses hızının üzerine afterburner'ını yakmadan çıkabilir! Buna supercruise derler. Supercruise, yani afterburner kullanmadan, yani eksoza benzin sıkmadan ses hızının üzerine çıkabilme özelliği çok az uçakta bulunur sevgili arkadaşlar.

Supercruise'un en hassosu Concorde'lardadır. Saatlerce ses hızının iki katında uçabilirler(di) bu güzelim uçaklar.

Concorde'ların ses hızı üzerinde uçarken çok az fotoğrafı bulunur. Çünkü maksimum hızları Concorde'dan daha yüksek olan uçaklar bulunsa da afterburner'lari yakıtlarını yiyip, bitirdiğinden Concorde'la birlikte uçamazlar.

Supersonic hızda uçan Concorde fotoğrafların en güzeli bir Tornado uçağı tarafından çekilmiştir. İsme bakın! "Tornado!" Fırtına, şimşek, felaket anasını satayım! Kodumu oturtan av-bombardıman uçağı… Bu canavar uçak, Concorde ses hızının 2.3 katında uçarken, aksi yönden kalkıp, onu yakaladığında afterburner'ını yakmış, iki saniyede cırt bir resmini çekip, zar zor geri dönebilmiş 😄

F-22 Raptor'lar, Fransız Rafale'lar, İsveç Gripen'lar ve Eurofıghter Typhoon'lar supercruise yapabilirler. F-35'ler de yıldızlar uygun bir şekilde sıralandığında biraz supercruise uçabiliyorlar. Ancak Lightning'e biraz saygı. Yukarda saydığım uçaklar hep 1990-2000'lerin tasarımıdır. Lightning ise ilk 1954 yılında uçmuştu.

Bir hatırlatma. Supercruise'u, faydalı bir sürede, faydalı bir yük ile afterburner kullanmadan ses hızının üzerinde uçma şeklinde anlayın lütfen. Yoksa 1950'lerin bir F-86'sını - o aralar afterburner falan hak getire tabii, çıkabildiği maksimum yüksekliğe çıkarıp, burnunu yere çevirir, gaza da sonuna kadar basarsanız, uçak bir noktada ses hızını aşacaktır. Ancak bunun uçağın görev profiline herhangi bir katkısı yoktur. Ne sizi gideceğiniz yere daha çabuk götürür, ne de muharebe kabiliyetinizi artırır. Aynı anlamda pilotun dualarla denize çaktığı Egypt Air B-767 yolcu uçağı da parçalanmadan önceki son bir kaç saniyesinde afterburner'ı olmadığı halde ses hızının üzerine çıkabilmişti.

Konuyu kapatmadan İngilizlerin bu afterburner işine 'reheat' dediğini hatırlatalım ve müzede yolumuza devam edelim.

Hawker Siddley Harrier

Soğuk savaşın başka bir anıtsal uçağı da Hawker Siddley Harrier'dır sevgili arkadaşlar. İngiliz tasarımı bu jet dikine kalkıp inebilir. Yani bir piste ihtiyaç duymaz. Böyle bir uçağı yapmayı bir çok ulus, bir çok firma denedi ama Harrier'dan başka hiç biri seri üretime girecek kadar başarılı bir tasarım yapamadı. Rus yapımı işe yaramaz bir kaç sınırlı üretime girmiş örneği saymazsak, Harrier'a en yakın uçak günümüzün tasarımı F-35B'dir. O bile biraz faydalı bir yükle dikine kalkamaz, ancak kısa bir pistten havalanabilir. Bu kısa pistten havalanma işini Harrier'da çok iyi becerir, o yüzden bazen ona 'Jump Jet', yani zıplayan uçak derler.

Harrier'lar Falkland savaşında tartışmasız bir hava üstünlüğü sağladılar. Öyle çok hızlı, çok hırçın uçaklar değillerdi, hatta bir hava-hava savaşı için bile tasarımlanmamışlardı ancak Arjantin Mirage'ları peşlerindeyken dikine uçuş becerileri yüzünden bir tür frene basarak devamlı uçmak zorunda olan Mirage'ları önlerine alıp, it dalaşında çok önemli bir avantaj sağlıyorlardı.

Bu güzelim uçakları Amerikalılar biraz geliştirdiler ve kaderin bir cilvesi, Ingilizlere geri sattılar.

Harrier'i ilk görüşüm değildi bu ama Londra RAF müzesindeki örnek hem çok iyi durumdaydı, hem de kanat altı yükleriyle tavana asılı sergilendiğinden her açıdan mükemmel görülebiliyordu.

Aynı salonda Eurofighter Typhoon'un ilk prototipi, hiç bir işe yaramayan, sadece bu kadar para harcadık, bari kullanalım mantığıyla üretilmiş Panavia Tornado, ilgilisine SPECAT Jaguar, ki bu da aslında bir halta yaramayan ama her nedense çok popüler olmuş bir soğuk savaş reliğidir, bulunmakta.

Blackburn Buccaneer
Oralarda bir yerde bir de Blackburn Buccaneer isimli bir jet de sergileniyor. Uçak gemisinden kalkıp, nükleer bomba atması için tasarımlanmış. Amerikalıların da aynı amaçla yaptıkları A-5 Vigilante gibi uçakları var ama görev profilinin manasızlığı yüzünden bu uçaklar bir süre sonra hep başka amaçlarla kullanılmış. Eğer deniz merkezli bir nükleer güç projeksiyonu gerekiyorsa, denizaltılardan atılan nükleer başlıklı füzeler bu iş için özel uçak tasarımlayıp, pilotların eğitimiyle, bakımıyla falan uğraşmaktan çok daha pratiklerdir. Yine de Buccaneer çok güzel görünümlü bir uçak. Ben görmekten fazlasıyla zevk aldım.

Müzede görülecek çok şey var, ben başınızı ağrıtmamak için sadece ilginç bir-ikisini anlattım.

RAF Müzesi Londra'da ilk gün planlarımızın bir parçası değildi. Ancak havanın yağmurlu olacağını öğrendikten sonra kapalı bir yer olması bakımından ilk güne aldık.

İngilizler müzeyi çok güzel tasarımlamışlar. İlgileniyorsanız mutlaka görün. Dev bir Sunderland deniz uçağının kanatları altında bir şeyler içip, bir Spitfire kokpitine oturabilir, havacılık tarihinin önemli bir parçasını dünya gözüyle görebilirsiniz.

Beni bıraksanız bu müzede günlerce kalabilirdim ama gitme zamanı gelmişti. Tarifi zor yorucu bir günden sonra sevgili karım Jelena artık dayanamamış, B-24'ün kanatları altındaki sandalyelere uzanıp, uyuya kalmıştı.

Rotamızı otele çevirip, Londra'daki ilk günümüzü böyle tamamladık.

Devam edeceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...