26 Eylül 2022 Pazartesi

Londra IV - Westminster

İngiltere, anayasal bir monarşi ve parlementer bir demokrasi ile yönetiliyor sevgili arkadaşlar. Monarşi falan desek de demokrasinin en ileri düzeylerde işlediği bir ülkedir Birleşik Krallık. Demokrasi, hattızatında Yunanca bir kelimedir ve eski çağlardan beridir bir yönetim şekli olarak şurada, burada kullanılmıştır, ancak bugünkü anlamıyla ilk olarak İngiltere'de, Magna Carta ile uygulanmaya başlamıştır.

İngilizler her nasılsa monarşilerini demokratik örgütleriyle bir arada götürmeyi başarmışlar.

İngiliz devletinin yürütme işlevini başımda Başbakan'ın olduğu hükümet yürütüyor. Yargı işlevi uygar her ülkede olduğu gibi bağımsız mahkemeler tarafından yerine getiriliyor. Yasama ise parlemento tarafından yürütülüyor.

Parlementonun üç organı var. Kral yada Kraliçe - bunlara kısaca Monark diyelim, Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası. Yasama konularında resmi olarak Monark tam yetkili, ancak bu yetkisini kullanmıyor, sadece bir danışman pozisyonu alıyor. Lordlar Kamarası'nın ise sadece kanun önerilerini geciktirme yetkisi var. Bu da pratikte bütün yasama gücünü Avam Kamarası'nda kalmasını sağlıyor. Ha, birgün Kral kafasına göre bir kanun yazıp, geçirebilir mi? Anladığım kadarıyla evet, ama pratikte olmuyor işte.

Hükümeti kurma görevi Monark'ın belirlediği bir parlementere veriliyor ancak Kurulan hükümet Avam Kamarası'ndan güvenoyu almak zorunda.

Avam kamarası son sözü söyleyen merci, çünkü parlementonun bu üç organından sadece Avam Kamarası halk tarafından seçiliyor.

Kral yada Kraliçe malumunuz, anadan/babadan kıza/oğlana geçen bir ünvan. Lordlar kamarasını ise İngiliz kilisesinin piskoposları ve Monark'ın atadığı yada aynı grubun seçtiği asilzadeler oluşturuyor. Lordlar Kamarası hükümete bakan verebiliyor ancak bunlar yukarda belirttiğimiz üzere hükümet Avam Kamarası'nın güvenoyuna tabi. Lordlar Kamarası kanun teklifl de verebiliyor, ancak bu teklifler de da Avam Kamarası'nın kabulüne bağlı.

TV'de haberlerde gördüğünüz cart yeşil koltukları olan salon Avam Kamarası. Lordlar Kamarası'nın koltukları kırmızı renkli.

İşte böyle.

Bunların işleri o kadar karışık ki, içine biraz daha girersek, bir daha çıkamayız.

İngiltere, Ingiltere deyip duruyoruz da, bu bağımsız ülkenin ismi aslında Birleşik Krallık. Birleşik Krallık içinde dört farklı ulus yada halk var, İngilizler, Galler, İskoçlar ve İrlandalılar. Birleşik Krallık'ta yaşayan İrlandalılar'ın ülkesinin adı Kuzey İrlanda, bunu Birleşik Krallık'tan tamamen bağımsız İrlanda (Cumhuriyeti) ile karıştırmayalım. İrlanda'nın başkenti Dublin, ve Birleşik Krallığın aksine bir EU üyesi. Kuzey İrlanda'nın başkenti ise Belfast ve bütün bu İngiltere'yi kırıp döken ayrılıkçı terör işleri bu ülkede vuku buluyor.

İki cümle ile özetlersek, İrlandalılar koyu Katoliklerdir. Katolikler koyu dindar, bolca da yobazdırlar. Protestanlar ise daha aydın, ilerici, açık görüşlüdürler. Çoğunluğu Protestan olan İngilizler bunlar gitsin de nereye giderlerse gitsin deyip, önce bir batımda Katoliklerin çoğunluğunun bulunduğu İrlanda'yı ayırarak bağımsız yapmışlar. Kuzey İrlanda'da kalanlar ise İngiltere'ye bağlılığı destekleyen Protestanlar ile bağımsızlığı ve sonunda elbette ki İrlanda'ya katılmayı isteyen Katolikler. Hır buradan çıkıyor işte.

Bu Brexit işinden sonra bu kez İskoçya bağımsızlık ilan edip, EU'ya katılmak istiyor. Referandum falan yapacağız diyorlar da, İskoç bir arkadaşla biraz alkol yoğunken yaptığımız geyikten anladığım doğruysa, bir Birleşik Krallık vatandaşının İskoç mu, Ingiliz mi, vesaire olduğu resmi olarak kayıtlı değil. Kimin İskoç ulduğunu bilmeden nasıl sağlıklı bir referandum yapacaklar, anlamış değilim. İskoç olup da Ingiltere’de, İngiliz olup da İskoçya'da yaşayan bir sürü tanıdığım var.

Parlementolara dönersek, Birleşik Krallığın birer parçası olan İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda'nın yetkileri sınırlı ve bir ülkeden diğerine farklılık gösteren yerel parlementoları var ama Krallığın en büyük parçası olan İngilizlerin yerel parlementoları yok. Önceki üç ülkede sözünü ettiğim yerel parlementoların yetkilerini İngiltere için Birleşik Krallık Parlementosu kullanıyor.

Dedim ya çok karışık.

İşi daha da karıştırmak babında, Birleşik Krallığın üstüne bir de Commonwealth dedikleri - galiba bizimkiler İngiliz Devletler Topluluğu diyorlar, içlerinde Kanada, Avustralya hatta Hindistan'ın, Pakistan'ın falan da bulunduğu bir üst topluluk var ama pratikte bunların birbirleri üzerinde bir hükümranlık yetkileri yok.

Westminster Palace
Birleşik Krallığın hemen dibinde üç beş küçük ada devleti bulunur - mesela Man Adası, Kemocum çok sever bunu. Sanılanın aksine bunlar Birleşik Krallığın birer parçası değillerdir. Sadece korumalarını Birleşik Krallık üstlenmiştir.

Terminolojiyi toparlamak adına bir konuya daha değinip, gereğinden fazla uzattığım bu sosyo-politik geyiği sonlandıralım.

Çoğu kimse Great Britain yada Büyük Britanya'yı, ülkenin resmi adı olan United Kingdom Of Great Britain and Northern Ireland'ın içinde geçtiği için devletin kısa ismi zanneder. Halbuki Büyük Britanya, üzerinde İngiltere, Galler ve İskoçyanın bulunduğu adanın ismidir. Zaten bu nedenle devletin resmi adında ayrı bir adada bulunan Northern Ireland ayrıca belirtilmiştir.

Size bütün bunları niye yazıyorum diye sorarsanız, cevabı Londra gezimizdeki bir sonraki durağımızla ilgili.

Westminster Palace.

Westminster Palace, artık uzun uzun Birleşik Krallık diye yazmıyorum, dünyanın geri kalanının da söylediği gibi İngiliz Parlementosunun toplandığı saray. Yani meclis.

Thames nehri kıyısında güzelim Gotik tarzda yapılmış bir bina kompleksi. Üç tane kulesi var. Bu kulelerin en bilineni ise üzerinde bir saatin de bulunduğu Big Ben.

Westminster Köprüsünde yürüyerek saraya doğru yola koyulduk. Bu bölgede semtin kendisi de dahil, her şeyin adı Westminster.

Binlerce turistin arasında itile, kakıla sarayı tavaf eyledik. College Garden dedikleri bir bahçeyi görmek istiyordum. TV'de gördüğünüz röportajların çoğunluğu bu bahçede yapılır. Ancak kalabalıktan bırakın gezmeyi, yaklaşamadık bile.

🐝Mezzy🐝 Big Ben için deli olur
🐝Mezzy🐝 Big Ben için deli olur, çünkü sevgili kızım açısından Big Ben demek Peter Pan demektir. Bol bol fotoğrafını çektik sevgili kızımın bu güzelim saray ve kule ile. Hepimiz için görülmesi gerekli yerler listesinde bir kalem daha tamamlanmıştı.

Tinker Bell üzerimize peri tozu serpmediğinden, uçmak yerine yürüyerek yola koyulduk.

Sarayın hemen yanında, en az saray kadar ünlü Westminster Abbey bulunmakta.

Abbey nedir derseniz, basit anlamda hem ibadet yapılan, hem de rahip ve rahibelerin yaşam alanı olan bir bina yada binalar kompleksi diyebiliriz. Abbey'lerin başındaki din adamına da Abbot derler.

Özellikle Polonya günlerimde biraz biraz bu dini yapıların isimlerini ve fonksiyonlarını öğrenmiştim. Monastery, Convent, Refuge, Abbey, Church (Kilise), Chapel (Şapel, Mabet), Cathedral (Katedral), Basilica, Oratory, vs. Üzerine Sırbistan'da da biraz Ortadoks terminolojisi ekleyince kafam iyice karıştı.

Bu binaların arasındaki ayrımı anlayabilmek için çoğunlukla, özellikle de Katolik kilisesinin din adamlarına verdiği ünvanları bilmek gerekiyor sevgili arkadaşlar. Mesela bir Kilisenin Katedral sayılması için başında blr Piskopos (Bishop) olması gerekiyor. Yine bir piskopos Papa'ya danışmanlık yapıyorsa adı Kardinal oluyor. Ancak Piskopos olmayan Kardinaller de var. Dar anlamıyla bir kilisenin başındaki din adamının ünvanı Papaz (Priest, Minister), bir chappel'ınki ise Chaplin. Rahip (Monk) sözcüğü aslen kendisini tamamen, sadece Hristiyanlığa değil, herhangi bir dine adamış din adamı anlamına gelir. Hristiyan bir Rahip'e ise doğru biçimde Papaz demek gerekir.

Yüzlerce yılın getirdiği karmaşıklıklar bunlar.

Westminster Abbey
Westminster Abbey'e geri dönelim.

Westminster Abbey, İngiliz Kraliçe ve Kralların taç giydikleri mekandır. Bu Monarklar'ın çoğu da öldüklerinde buraya gömülüyor. Bir de kraliyet nikahları bu kilisede kıyılıyor.

Örneğin Prenses Liz - sonrası zamanımızın kraliçesi ve Prens Phil burada evlenmişler. İlginçtir, Lady Di ve Prens Chuck burada evlenmemişler ama Lady Di'nin cenaze töreni burada yapılmış. Prens Billy ve Lady Cathy de burada evlenmişler, keza Prens Andy ve Lady Sally. En son da Kraliçe Liz'in cenazesi buradan kalkmış. En tazesi Kral Chuck III, 1066 yılından bu yana bütün Kraliçe ve Krallar burada taç giymişler.

Westminster'da Westminster Bridge, Westminster Palace ve Westminster Abbey'den sonraki durağımız Westminster Arms oldu.

Westminster Arms

Westminster Arms bir pub, yani bar. Westminster Palace'a yakınlığı yüzünden parlementerlerin çok sevdiği bir mekan. İçinde de Division Bell dedikleri bir çan var. Bu çan, pub'da içen parlementerler için oy verme zamanının geldiğini duyurmak amacıyla çalınıyor. Kalabalıktan içeri giremedik ama bir sonraki Londra ziyaretimizde kesin bir "pint" atacağım.

Kısa bir yürüyüşten sonra Whitehall'a ulaştık. Burası İngiliz hükümetinin çalışma ofislerinin bulunduğu bir bölge.

Whitehall'ın en bilinen noktası ise 10 Downing Street adresindeki başbakanlık. Boris abinin başının sıkışık olduğu zamanlar, rahatsız etmeyeyim dedim, yoksa çalardım kapısını.

Whitehall'da Ministty Of Defence yani Savunma Bakanlığı, bizdeki Genelkurmay Başkanlığı muadili War Office gibi resmi binalar var. Scotland Yard da hayatına burada başlamış.

Scotland Yard bildiğiniz üzere Metropolitan Police Service isimli, Londra polis teşkilatının, halk tarafından kullanılan gayri resmi adı. Bu lakabı ise önceleri Whitehall'da bulunan merkez binasının girişinin Great Scotland Yard isimli bir caddeye bakması nedeniyle almış.

Westminster işte böyle.

Emin adımlarla Londra'da ilerliyoruz.

Bizi izlemeye devam edin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...