1 Mayıs 2021 Cumartesi

Yanlış İnsanlar Doğru Şeyler Yapamaz

Kökleri Milattan önce bin yıl, yani günümüzden üç bin yıl falan öncesine uzansa da bilinen tarihi ile Milattan önce beş yüz yıl civarlarında, bugünkü Yunanistan'da önemli bir şehir devleti vardı. İsmi Sparta. Sparta'lı kadınlar, erkeklerle hemen hemen eşit haklara ve fırsatlara sahipti. Aynı eğitimi alırla, orduda savaşırla, devlet işlerinde görev alırlardı. Unutmadan o zamanlarda dünyanın geri kalanı, günümüzün uygar ülkelerinin ataları dahil, zar zor iki ayakları üzerinde yürüyebiliyorlardı.

Komşu Atina şehrinde ise kısaca özetlemek gerekirse kadınla ikinci sınıf sayılır, evde kalıp, dikiş dikmeyi, yemek yapmayı öğrenirlerdi. İlerleyen yüzyıllarda Atina ekolü galip geldi, çünkü dünyanın bu ilk nadide uygarlığı, isminin Hristiyanlık olması önemli değil, bir dini kabullendi. Bir dini kabullenince, kadınlar böyle evde oturup, yemek yapıyorlar işte. Neyse, konumuz bu değil, biz Sparta'lı kadınlara dönelim.

Spartalı kadınlar elbette ki evlenip, barklanırlardı. Ancak kadınlar arası arkadaşlık, hata aşk, sevgi, sevişme falan tamamen normal sayılırdı. Bu seanslara zaman zaman erkekler de katılırdı. Tripıl eks orci durumları yani. Olayı sulandırıp, kakaya batmamak için çok derinine inmiyorum, ama hemcinslerim adına konuşayım, iki kadın aganigi yaparken tesadüfen yanlarından geçmek hiç de kötü sayılabilecek bir deneyim değildir. Eğer kocanız, boyfriendiniz, sevgiliniz, artık titri her ne ise, size "Yok walla, işim olmaz, umrumda bile olmaz" falan diyorsa, iddalı konuşuyorum, yalan söylüyordur, nokta.

Günümüze dönelim.

İki erkek arkadaş, İstanbul'da, Ortaköy'de yürümektedirler. Üniversitede okuyan, aydın, hatta apaydın, sans-hüloooğğğğ,, kısacası "bizden" iki genç.

Hikaye bu ya, gençleren birisi yolun kenarında eski, isli, pisli, paslı bir lamba bulur. Lambayı eline alıp, tozları gitsin diye şöyle bir ovalar, "puf", bir cin çıkar lambanın imbiğinden. Kallavi sesiyle "Dileyin benden ne dilerseniz" diye sorar gençlere.

Oktay, bir gün önce Netflix'de bir Sparta belgeseli izlemiştir, haliyle de malum hadiselere fazlasıyla fasine olmuş durumdadır. Barış'a döner, "Endişe etme ben bizim için en iyisi nedir biliyorum, bana bırak" der, sonra da cin'e dönüp, tereddütsüz "Bizi antik Sparta'ya gönder" diye dileğini söyler.

İşin ucunda Sparta'lı kadınlar var tabi...

"İstekleriniz benim için bir emirdir" der cin, ve abrakadabra, simsalabim, iki genç kendilerini antik Sparta'da bulurlar.

Gözlerini açtıklarında yanlarında da iriyarı, üç başlı mızrağıyla, sakallı, kıvırcık saçlı bir Yunan erkeği vardır.

"Ben sizin abinizim, indirin pantolonunuzu" der.

Eh, antik Sparta'da kadınlar birbiriyle aganigi yaparken erkekler de evlenene kadar bir abinin "himayesinde", onun tarafından "hayata alıştırılmaktadırlar". Hatta zaman gelip, bir kadın ile elenecek olan bu genç oğlanlar hayatlarındaki drastik dönüş, yani alıcı-verici durumlarındaki değişiklik yüzünden evlenmeden önce çoğunlukla bir kaç aylık bir oryantasyondan geçmek zorunda kalıyorlardı.

Bilgi işte böyle bir şey sevgili arkadaşlar. Karmaşık, katmanlı, içine girdikçe detayları büyüyen, değişen bir fenomen.

İnsan ne kadar az bilirse, o kadar çok bildiğini zannediyor. Ne kadar çok bilirse de o kadar şüpheci, endişeli, kararsız oluyor. Çünkü bildikçe ne kadar az şey bildiğini, hayatın ne kadar karmaşık olduğunu anlıyor.

Oktay, biraz vaktini ayırıp araştırsaydi, yada araştıracak vakti yoksa, eksik bilgisi olduğunu görüp antik Sparta'ta gitme kararını vermeseydi, herhalde bu gençler için daha hayırlı olacaktı.

Özlem Gürses diye bir TV anchorwoman'ı var, eminim biliyorsunuzdur. Hayli presentabl, bayağı impact'i olan bir TV yüzü kanaatimce.

Ama o da "biliyor" işte.

Geçenlerde Murat Ağırel İsimli başka bir "araştırmacı" gazeteci ile bir programda denk geldim. Murat Ağırel hırslı, haberini kazıyıp bulan bir gazeteci olsa da, öyle çok konuşmasına hakim biri değil. Çok kıvırmayalım, ağızından çıkan üç cimleden ikisi gramatik olarak yanlış, düşük falan.

Herneyse, bu arkadaş Cayman adalarında Akepe'li bilmem kimin para kaçırdığını anlatıyordu. Anlatırken de Cayman Adaları'nı Türkçe fonetikle, "Cay-Man" diye telaffuz ediyordu.

Özlem'in ağızı burnu zevkle oynamaya başladı bu anda tabi. Zarif ama kurnaz bir şekilde, sanki Murat'ı düzeltiyormuş gibi değil de, programın normal akışını sürdürüyormuş gibi "Cayman" sözcüğünü bir cümlenin içinde kullandı, ancak telaffuz ederken, zar zor doğru sayılabilecek bir biçimde "Kay-Man" şeklinde söyledi.

Ortada malum şekilde her şeyi bildiğine inanan iki kişi var tabi. İkisi de eğilmez, kırılır, çatlamaz, patlar.

Yer mi Murat abi, "Kay-Man" değil, "Cay-Man" diye atladı.

Özlem'in arayıp, bulamadığı enstantane! Yine ağızını, burnunu oynatıp, işin doğrusunu bilenlere arayıp, bulamadığı mesajı verdi elbette.

Anadolu'nun bağrından, Adana'nın biberinden çıkmış kavruk Murat "sıfır" sofistike Özlem "bir"...

Aynı programdaydı yanılmıyorsam, Özlem bir bağlantı esnasında "Skype'da bir sorun var galiba" dedi. Ancak "Skype" kelimesini "Skay-PE" şeklinde, sondaki 'e' harfinin üzerine basarak telaffuz etti.

İngilizce dahil, bir çok batı dilinde sözcüklerin sonundaki 'e' telaffuz edilmez. "Skype" "Skayp", "Google" "Guu-Gıl" olur.

Sözcüğün sonundaki 'e' harfi okunmaz ama önceki harfin rahatça telaffuz edilmesini sağlar - detaylara girmeyelim.

Başka dillerde eğer bu sondaki 'e' okunacaksa, üzerine 'è' yada 'é' şeklinde bir aksan konur. Hele Fransızca'da bazen bu sondaki 'e' harfi okunsun diye üzerine bir aksan koyarlar, sonra da üzerindeki alsanlı 'e' rahat okunsun diye sonuna aksansız ve okunmayan bir 'e' daha eklerler (!)...

Bildiğiniz bir örnek, "Matine" anlamındaki "Matinée" - sabah (civarı) demektir. Esileriniz hatırlar "Matine/Suare" 'yi. "Suare" de akşam demektir. "İyi akşamlar" anlamında "Bonsuar" derler mesela Fransızcada.

Eğer bir sözcük baştan aşağı çalıntı bir dil olan İngilizceye girerken sonunda bu aksanlı 'e' varsa, araklama esnasında genelde aksanı kaybolur, düz "e" haline dönüşür, ama hala aksanı varmış gibi "e" şeklinde söylenir. "Beyonce", örneğin, "Biyons" değil, "Biyonse" şeklinde okunur, çünkü sözcüğün aslı "Beyoncé" dir. Keza "Café/Cafe".

Uzun iş yani. Hepsine benim aklım da yetmiyor.

Ama kızımız cevval işte. Bir de aynı okuldanmışız. O da Kolejli imiş....

Herneyse. Kızımız sonradan bir zaytung haberi olan, MHP'lilerin Şehnaz "Şırınga" isimli bir hemşireyi dövme haberini gerçek zannedip, anlatınca biraz utandı tabi, ama çok geç.

Ancak Özlem Gürses öyle bir tweet attı ki, artık benim gözümde bir mikrop kadar küçülüp, bütün değerini kaybetti.

Konusu, hedefi önemli değil, bu tweet'inde mealen diyordu ki - lütfen dikkatli okuyun.

"Öyle herkes her istediği şeyi söyleyip, yazamaz. Hitler gibi birisinin istediği şeyi söylemesine izin verilebilir mi?"

İnsanın kulağına doğru gibi gelebilecek bu önerme faşizme giden yolun en önemli, en parlak taşlarından biridir sevgili arkadaşlar.

Bu zihniyet aydınlanmayı, Rönesans'ı, demokrasiyi falan hep çöpe atar.

İlerlemenin tümü norma, statükoya aykırı fikirlerden kaynaklanmıştır. Bu da normaldir. Norm, statüko, muhafazakarlık, mevcudu korur. İlerleme ise değişimi gerektirir. Herhangi bir norma dayanarak, bu "Hitler" gibi konuşmak bile olsa, yasaklanan her ifade, her fikir ilerlemenin önüne konmuş koca bir takozdur.

Bu kadın kısaca diyor ki, subjektif bir mantık, bir yargı eğer bir fikri "doğru" bulmazsa, ya da "zararlı" bulursa, o fikir açıklanmamalıdır.

Bu saçma mantık Galile'ye uygulandı. Galile o zamanın değer yargılarına göre bir Hitler kadar zararlıydı. Ancak dediği doğruydu. Bir papaz olan Kopernik de aynı nedenle, komiktir, kendi kendini susturdu. Luther, Marx, Washington, Rousseau, Robespierre hep statüko karşıtı fikirlere sahiptiler. Bu fikirler sayesinde ilerleyip, en azından bazılarımız, bu günkü seviyemize gelebildik.

Eğer bir Özlem bunları sustursaydı, bugün bizi krallar, Papalar yönetiyor olacaktı.

Düşünceye, ifadeye sınır getirmek ilerlemeyi durdurur, nokta. Hitler gibi bir manyak konuştu diye onu izleyen olur ve suç işlerlerse de cezalandırılır. Ama suç işlenebilir diye insanları susturursanız, Ortaçağ'da kalırsınız.

Özlem bu tweet'ini sonradan sildi. Muhtemelen ondan biraz daha akıllı biri "Kızım sen ne diyorsun?" dedi buna., o da anlamasa yada inanmasa da tweet'ini kaldırdı. Düşüncesi değişti mi? Bence hayır. Ama böyle bir dünyada yaşıyoruz işte.

Bu her şeyi bilenlerin, bilmese de şeytani zekalarıyla kıvıracaklarına inananların dünyasında öyle bir adamım var ki sevgili arkadaşlar, Özlem, hatta Sparta'lı Oktay bile bunun yanında Einstein sayılır.

Üç kıtada onlarca farklı kültürle çalıştım, cahilliğin, ukalalığın, salaklığın her türünü gördüm, ancak bunun gibisine henüz rastlamadım.

Doktor Merdan Yanardağ!

Herhalde hayattaki doktorlar bir ürperti geçirmiş, ölü olanlar da mezarlarında fırıl fırıl dönüyorlardır, bu adama da 'Doktor' diyorlar diye.

Mark Twain'in Huck Finn'in maceraları gibi uzun uzun yazıp, size anlatabilirim bu cehalet ve ukalalık torbasının yaptıklarını, ama yarısına inanmaz, diğer yarısını dinlerken de benle birlikte utanırsınız.

İki cümleyle bu ulvi aydın, Ziya Paşa'ya Ziraat Bankası'nı kurdurdu (aslen Mithat Paşa), Münih’te Doha Nazi Kampını ziyaret etti (Doha Katarın başkentidir, gittiği kampın ismi Dachau).

Başka bir kez Uganda'nın başkenti Mogadişu’da, Pakistanlı komandoları kaçırılmış uçağa saldırttı (Mogadişu, Uganda'nın değil, Somali'nin başkentidir, bu dingilin bahsettiği uçak kaçırma olayı Entebbe’de olmuştur, o da Uganda'da olmasına rağmen Uganda'nın başkenti değildir. Uganda'nın başkenti Kampala'dır. Uçağa Pakistanlı değil İsrailli komandolar saldırmıştır ve bu adamın dediği üzere başarısız değil, hava korsanlarının ağızlarına s..arak, rehinelerin neredeyse tümünü başarıyla kurtarmışlardır).

Yakın zamanda İlhan Kesici'ye oturdu akıl öğretti, bak CNNTürk'e gitmişsin, hani partiniz ambargo koymuştu? Bak oralara gidersen sana böyle tuzak kurarlar, mealen, mahçup olursun dedi. Halbuki İlhan Kesici CNNTürk'e değil Halk TV'ye çıkmıştı. Bir kere bile izlemeden, şimdiye kadar bu boyuttaki bir örneğini görmediğim bir cahil cesareti ile, nasılsa kıvırırım deyip, yılların politikacısına doktorluk yaptı.

Ama gelin size en beğendiğim macerasını anlatayım.

"Love Erdoğan" afişlerini hatırlarsınız. Bu afişler ortadayken Merdan efendi kalktı, bulduğu (tabi ki kendisi değil) bir imla hatasını ağzına dolayıp, dakikalarca Akepe ile aklınca dala geçti - Akepe'ye olan 'sempatim' malumunuz, lütfen başka fikirlere kapılmayınız.

Neyse, bu dakikalarca zırvalamadan sonra hızlı anchorman taşı gediğine oturtacak ya, bir gülümsemeyle "Sayın erdoğan bize kızmayın, we ARE love you!" demesin mi....

Bunların hepsini aleni olarak sosyal medyada yazdım, o da aklınca bana dolaylı cevaplar verdi, ama yazdıklarıma değil, kimliğime. Trol, dinci (hem de bana!) komplocu falan şeklinde.

Cehalet bu boyutlarda sevgili arkadaşlar. Bu sözde demokrasi havarisi cahil, Can Ataklı'ya, muhalefete yaptığı bir eleştirinin ardından "Bu kanalda kimse muhalefeti eleştiremez" diye ultimatom verdi. Alın size ifade özgürlüğünü anlayan, değerini bilen demokrat bir aydın.

Özlemler, Merdanlar, Spartalı Oktaylar doğru insanlar değiller sevgili arkadaşlar. İyi niyetleri olabilir, 'bizden' olup, bizim sevmediklerimizin karşısında olabilirler, ancak unutmayalım, bunlar doğru şeyleri yapmıyorlar. Bilgisizler, çapsızlar ve ukalalar.

Yanlış İnsanlar doğru şeyler yapamaz. Doğru şeyleri yapmadan da kıçımızı kurtaramayız.

Bu halkın, özellikle 'bizden' kesimin şöyle bir silkinip, kendine gelmesi, olan biteni bir daha düşünmesi gerekiyor.

Ülkeyi malum zihniyet değil, bu zihniyete karşı görevini yapmayan aydınlar yıkacaktır. Bugün bu, yarın başka bir geriye bakan rakip çıkacaktır, burada sürpriz yok. Bunun karşısına da ukala, üç kuruşluk duyduğu, beş kuruşluk uydurduğu zırvalarla değil, bilgisiyle, donanımıyla çıkacak bir aydın kitlesine ihtiyacımız var.

Kuran okumadan Müslüman, Nutuk okumadan Atatürkçü olan bir halktan bırakın ülkeye, kendisine bile fayda gelmez.

Dikkat, yazık olacak....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...