28 Nisan 2014 Pazartesi

Normandiya, Omaha ve Utah Kumsalları

Bir çıkarma harekatının en önemli unsuru, çıkarma harekatının kendisidir. İstihbarat, direniş, Denizden yada havadan yapılan bombardıman, paraşütçüler, hep bu çıkarmanın başarıya ulaşması için ortaya konan ikincil çabalardır.

Dünya tarihinin en kapsamlı çıkarma harekatı olan Normandiya, 24 bin paraşütçünün inmesiyle başlamıştı. Bunu 160 bin askerin kıyıya çıkması izleyecekti. Bu 160 bin askeri kıyıya çıkarabilmek için 200 bine yakın deniz personeli seferber olmuştu. Sadece kuvvetleri Normandiya'ya getirmek için 5 bin gemi ve bin uçak kullanılmıştı. Askerleri taşımayıp da, harekat öncesi sağı solu bombalayan binlerce uçağı saymıyorum bile.

Bütün bunların hepsi, Fransa sahillerinde, işgal kuvvetlerinin Avrupaya girebilmesini sağlayacak güvenli bir alan oluşturmak içindi!

Plana göre, Amerikan kuvvetleri Utah ve Omaha kumsalları olarak adlandırılan iki bölgeye çıkacaklardı.

Bunlardan Omaha kumsalı küçük sayılabilecek iki köy arasında, evlerin seyrek olarak dağıldığı bir bölgeydi. Utah ise en batıda, yerleşim merkezlerine göreceli olarak uzakta sessiz, sakin bir kumsaldı. Yeterli sayıda çıkarma teknesi bulunduktan sonra, son anda çıkarma planına alınmıştı.

Omaha kumsalına ulaştığımızda saat akşam altı civarlarıydı. Otelimizi, daha önceki gezimizde de kaldığımız için kolayca bulduk. Zaten bulamamak da imkansız, çünkü kelimenin tam anlamıyla Omaha kumsalının sıfır noktasında, Amerikan anıtının tam dibinde. İsmi, D-Day House. Küçük, mütevazi bir Auberge.

Auberge D-Day House
Auberge'in sahibi karı-koca, bizi aradan neredeyse beş sene geçmiş olsa da hatırladılar ve Koni'yi düşünerek giriş katında bir oda verdiler. Biz de hemen Koni'yi odaya park edip, eşyaları bıraktık ve gün batımını yakalamak için kendimizi sahile attık.

Çıkarma günü olanları bilmeseniz, Omaha kumsalı güneş batarken romantik bir yer gibi bile görünebilir gözünüze. Akşam saatlerinde, gel-git'in sonucunda çekilen suların ıslattığı üç yüz metre genişliğinde kumların üzerinde parlayan güneş ışıkları ve sonrasında yine bir üç yüz metre kadar altın renkli kumsal. Kumsalın sonunda iki metre yüksekliğinde kayalık bir alan, üzerinde tek tük villaların bulunduğu, yemyeşil bir düzlük ve yirmibeş-otuz metre yüksekliğinde sarp bir yamaç. Omaha kumsalının sekiz kilometre uzunluğu boyunca bu manzara neredeyse hiç değişmiyor.

Omaha Beach
Güneşin kırmızısı, altın renkli kumlar ve yemyeşil tepeler, karınızın yada kocanızın elini tutup melankoli yapmak için birebir.

Romantizm tamam da, siz, siz olun, arkanıza yüzbin asker alıp, sakın bu sahile çıkarma yapmaya falan kalkmayın, hele bir de karşınızda, gelmiş geçmiş en iyi askeri taktisyenlerden biri olan Alman Mareşal Erwin Rommel varsa.

Bu arada bir uyarı geldi, Erwin Rommel'in isminin okunuşunu yanlış yazıyorsun diye. Hemen arzedeyim, İn doyç şıprasse, "w" harfi bizdeki "v" gibi okunur. Hattızatında Erwin Rommel Alman olduğundan, ismini Almanca'da okunduğu şeklinde yazmak doğru olacaktır. O yüzden Erwin, İngilizce okunuşuyla Öruin değil, Almanca okunuşuyla Ervin oldu.

İşte Erwin Rommel bu kumsalın tüm romantizmini bozup, onu 6 Haziran 1944 günü karaya çıkan Amerikan askerleri için bir cehenneme çevirdi. Öyle bir savunma planladı ki, İkinci Dünya Savaşının en zorlu, en kanlı mücadelelerinden biri bu kumsalda geçti.

Alman savunması Müttefikleri daha içerilere ilerleyemeden, kumsalda durdurmak üzerine kurulmuştu. Bu nedenle Normandiya'nın içlerinde yerleşik bir savunma hazırlanmamış, engeller ve koruganlar kumsallar çevresine yoğunlaştırılmıştı.

Denizden karaya doğru gidersek, ilk savunma hattı, sular çekildiğinde tam kıyı hattında kalacak, birkaç metre eninde ve boyunda, Belçika Kapısı diye adlandırılan çelik iskelelerdi. Bu iskelelerin temel amacı, tankları durdurmaktı ve herbirinin tepesine mayınlar bağlanmıştı.

Belçika Kapılarının, karaya doğru otuz metre ilerisinde ise, yönleri denize çevrili kütükler kuma gömülmüştü. Her üç kütükten birine de bir anti-tank mayını bağlıydı. Hedef, yine tankları durdurmaktı.

Kıyı tarafına doğru bir otuz metre sonra da, denizden kara yönüne dikleşen, yine uçlarına mayın bağlı rampalar yerleştirilmişti. Hedef, altı düz olan çıkarma teknelerini, bu rampalar üzerine çıkarmak ve sonunda ya devirmek, yada mayını patlatmak suretiyle etkisiz hale getirmekti.

Bir sonraki savunma hattında ise, kumsalın geri kalanını kaplayan kirpi isimli metal engeller bulunuyordu. Kumsalla tepelerin arası önce dikenli tellerle kaplanmış, sonra da mayınlanmıştı. Tepelerin yamaçlarına da mayın döşenmişti.

Almanların kumsalda beş bölüklük bir kuvveti vardı. Kaba bir hesapla bin asker diyelim. Bunlar 15 savunma noktasında toplanmışlardı. Kumsal boyunca altmış hafif top ve sekiz tanksavar topu yerleştirilmişti ancak piyade saldırısına karşı en etkili silah, yine de Alman MG-42 ağır makineli tüfekleri olacaktı. Bu silahlar günümüz teknolojisinin eriştiği bu ileri noktanın standardlarına göre bile, hala en ölümcül makineli tüfeklerden biri sayılır.

Aslında Omaha kumsalının çıkarma bölgesi olarak doğru bir seçim olmadığını anlamak için pek de öyle askeri ilgiye ve bilgiye gerek yok bana sorarsanız.

Bir kilometre boyunca engellerle dolu bir kumsal üzerinde tam teçhizatlarının ağırlığı altında yürüyen askerlere karşı otuz metre yüksekten, "high ground" yani yüksekte bulunmanın avantajıyla ateş yağdıran, gırtlaklarına kadar savunma için hazırlanmış bir birlik.

Bu kumsala çıkmak, üzerinde, "Ben hıyarım, Gel beni vur." yazılı bir levhayla Alman askerlerinin karşısına çıkmak gibi birşey.

Ne acıdır ki, Omaha kumsalının çıkarma bölgesi olarak seçilmesi gibi yanlış kararlar, doğru savaş stratejilerinden ve askerlerin kahramanlıklarından çok daha fazla hayat kaybıma meden olmuştur.

Isaac Asimov, tarih boyunca savaşlarda daha fazla insan kaybının nedenlerini, teknolojinin, aptal generallerin yanlış kararları yüzünden ortaya çıkacak ölümleri artırmasına bağlar.

Her yerde olduğu gibi, dünyanın her ordusunda da, işinin ehli olmayan, performansı ile değil de, cinsel, sosyal, maddi, kısacası, askerlikle doğrudan ilişkisi olmayan kriterlerin uygulanması sonucunda ilerlemiş komutanlar bulunur. Bu işler sadece ordulara değil, hayatın her kolunda böyledir. Yanlış insanlar, ilerlemenin bir yolunu bulurlar.

Yanlış insanlar, tabiatları gereği doğru şeyleri yapamazlar. Doğru şeyleri yapmadıkları için de hedeflerine ya hiç ulaşamazlar, ya da ellerindeki olanakları verimsiz bir biçimde kullanarak, gereğinden fazla enerji ve normalden uzun bir zaman içerisinde "başarılı" olabilirler.

Bu insanlar milliyetleri yada tecrübeleri ne olursa olsun, seri imalatla bir makineden çıkmış gibi birbirlerine benzerler. Bilgisiz, korkak, karar vermekte çekingen, yavaş ve yetersizdirler. Aynı zamanda agresif, yalancı, güvenilmez ve tehlikelidirler. Böyle olmasalardı zaten bulundukları yerlere gelemezlerdi.

Böyle insanlar iş dünyasında şirketlerine para ve iyi insan gücü, politikada ülkelerine itibar, halklarına refah, insan ilişkilerinde ise karşıdakilere huzur kaybettirirler.

Savaşta ise bedel en ağırıdır. İnsan hayatı...

Omaha kumsalındaki çıkarma ve genelde tüm Normandiya Savaşı'nın tarihi olayları, kahraman askerlerin tarih yazmasından çok, aptal komutanlar kararlarının ortaya çıkardığı sonuçlardır.

Bunu aklımızın bir köşesine yazalım ve çıkarma sabahına dönelim.

Çıkarma öncesi beş bin uçak, çıkarma yapılacak kumsallardaki Alman savunmasını bombalamak üzere havalandı. Binlerce ton bomba kullanıldı. Bombardıman çok etkili olmuştu. Can kaybı büyüktü.

Bir inek katliamı yaşanmıştı!

Çünkü karar vermeye yetkin olmayan, ancak karar verme rütbesine yükselmiş ve karar vermesi beklenen bir aptal, zorunda kaldığı için hemen oracıkta bir karar vermişti.

Buna göre bombardıman uçakları bombalarını planlanandan otuz saniye sonra bırakacaklardı. Bu uygulamanın sebebi, havanın kapalı olması ve görüş uzaklığının kısalığından, yanlışlıkla dost kuvvetlerin bombalanma riskini azaltmaktı.

Saatte en az dört yüz kilometre hızla uçan bir uçak için otuz saniyelik yol uzun bir mesafedir arkadaşlar. Bu yüzden, atılan bombaların hemen hepsi, Alman kuvvetlerinin mevzilendiği tepeleri aşıp, arkalarındaki çayırlarda otlayan Fransız ineklerine isabet etti. Bu başarılı harekatın sonucunda, inekler, sahile çıkan güçler için artık birer tehlike oluşturamayacaktı.

Omaha'da savunmada görevli bir Alman askerine bir televizyon programında sorduklarında, "Uçaklar o kadar çoktu ki, gökyüzünü göremiyorduk. Hepimiz öleceğimizi düşündük. Ancak bombalar düştüğünde rahat birer nefes aldık. Hiçbir bomba bize isabet etmemişti." diyordu.

Hava bombardımanını savaş gemileri ve kruvazörlerin uzun toplarıyla yaptığı topçu ateşi takip etti. O gün harekatta görevli bir Amiral de dahil olmak üzere birçok militer tarihçi, bu topçu ateşinin yetersiz olduğu üzerinde hemfikirdir.

Bombardımanı çıkarma teknelerimden izleyen ve olaylardan haberi olmayan zavallı askerler ise sahile güvenli bir biçimde çıkabilecekleri için sevinmişlerdi.

Bu askerlerin tümüne, sabah kahvaltıda jambon ve yumurta verilmişti. Patlayana kadar yediler. Yine karar verme üstadı bir aptal, karınları tok, sırtları pek askerlerin daha iyi savaşacaklarını buyurmuştu.

İşte hepimizin ilk bakışta önemsiz diye bir kenara atacağımız bu ayrıntı, belki de Omaha kumsalındaki ölümlerin en önemli nedeni olacaktı.

Deniz çok kabarmış, dalgalar hırçınlaşmıştı. Beşik gibi sallanan ufak çıkarma teknelerime bindirilen bu askerlerin bir çoğunu, dolu mideleriyle deniz tutmuştu.

Birçoğu kusmaya başladı. Başınıza gelmiştir, bilirsiniz. Midenin içinde ne varsa çıktıktan sonra insan ayakta duramaz. Başı döner, eli ayağı kesilir. İşte bu askerler, bu haldeyken kendilerini düşmanın önüne atıp savaşmak zorunda kaldılar. Kim bilir kaçı eğer deniz tutmasaydı, boğulmayacak ya da kendisini daha iyi koruyabilecek ve düşman kurşunlarına hedef olmayacaktı.

Bu sayı ne üzücü ki hesaplanması mümkün bir sayı değildir arkadaşlar. Bir asker boğulduysa, ölüm sebebi kayıtlara boğulma, vurulduysa vurulma olarak geçer. Deniz tutmasının etkisi ne yazık ki kayıtlarda bulunmaz.

Çıkarma saat altı gibi başladı.

Çıkarma tekneleri sahile yanaşıp ön rampaları indiğinde, ölümcül bir ateş başladı. Askerler daha araçtan çıkamadan ölüyordu. Kimisi teknenin önünden çıkmak yerine yan duvarlarına tırmanıp aşağıya atladı. Bunların bir bölümü düşme sonucunda sersemledi, suya girdikleri anda da ağırlıklarını zamanında atamadıkları için boğuldular.

Teknelerden çıkan askerler, yarı bellerine kadar suyun içinde yürümek zorunda kalıyorlardı. Su içinde yavaş hareket etmeleri sebebiyle, Alman MG-42'ları için kolay birer hedef oluşturmaktaydılar.

Bazı askerler hedef küçültmek için suyun altına daldılar, ancak mermilerin su altında da yollarına devam edebildiklerini zor yoldan öğrendiler. Suya bir metre yakından giren her mermi öldürücü olabiliyordu.

İlk dalgada sahile çıkan askerlerin birçoğu öldü, ancak çıkarma devam ediyordu. Sağ kalmayı başarabilenler, sahildeki engellerin arkasında, üzerlerine yapan mermilerden korunmaya çalışıyorlardı. Eminim ki, birçok Amerikan askeri, Almanlara, bu engelleri sahile koydukları için minnettar kalmıştı.

Ancak, ortada, eski dil ile organize bir taarruz, yani saldırı yoktu. Sahil can pazarı olmuş, herkes kıçını kurtarmaya çalışıyordu. Neredeyse hiç bir birlik kumsalda çıkması gerektiği noktaya çıkamamıştı. Birlikler dağılmış, herkes bulduğu bir engelin arkasında saklanmış bekliyordu.

Özellikle kıyıda suyun rengi kırmızıya dönüşmüştü. Kol, bacak gibi vücut parçaları sahile vuruyordu.

Omaha kumsalında bir facia yaşanıyordu!

Savaş gemileri ve kruvazörler, dost kuvvetleri hedef almamak için topçu ateşlerini sahilin sağ ve soluna yoğunlaştırmış, kumsaldaki Amerikan askerleriyle savaşan Alman savunma noktalarına neredeyse hiç atış yapmıyorlardı.

Bir kara savaşının en önemli unsurlarından biri olan tanklar da ortada görünmüyorlardı.

Tanklar bir savaşın kaderini değiştirecek kadar önemli unsurlarıdır arkadaşlar. Bir tank, tek başına yüzlerce piyadeyi durdurabilir. Bir kere zırhı sayesinde özel olarak yapılmış tanksavar silahları dışında piyade silahlarından etkilenmez. İkincisi hızlıdır. Üçüncüsü, kuru, ıslak, yağmur, çamur her yerde gider. Binaların duvarlarını yıkıp içlerinden geçebilir, önüne çıkan ağaçları, direkleri yıkıp yoluna devam edebilir. Dördüncüsü, tankların çok önemli bir ateş gücü vardır. Toplarıyla binaları yıkabilir, makinalı tüfekleriyle piyadeyi etkisiz hale getirebilir.

İşte bu yüzden, Amerikalılar, sahile çıkacak askerlerine tank desteği vermeyi öncelikli hale getirdiler. Zihni sinir tarzı bir Müttefik projesi sonucunda ortaya DD Tank denen acayip bir tank çıkmıştı.

DD tankları suda yüzebiliyorlardı. Öyle su altında kısa bir süre kalan tanklar gibi değil, kelimenin tam anlamı ile su üzerinde yüzüyorlardı. Etraflarında kutu benzeri bir kap batmamalarını, pervaneleri de su içinde hareket etmelerini sağlıyorlardı.

Ancak ne iş olsa yaparım deyip de hiçbir işi doğru yapamayanlar misali, bu tank ne tam anlamıyla bir tank, ne de tam anlamıyla bir gemiydi. Test edildiği sakin sularda yüzebilmiş, hatta Utah yada Gold/Sword kumsallarında başarılı biçimde karaya çıkabilmişti.

Ancak Omaha Omahaydı. İlk dalga DD Tanklarının ikisi hariç hepsi azgın suda battı. Kalanları da kullanılmaz hale geldi. İlk dalga sonrası, kâh yüzerek, kâh çıkarma tekneleriyle getirilen az sayıda tankı da Alman savunması etkisiz hale getirdi.

Burada tankları konuşurken aslında sormamız gerekli soru Alman tanklarının nerede olduğu.

Alman tankları, Amerikan tanklarından her bakımdan bir çağ ilerde araçlardı. Almanların tankları gemiyle getirip sahile yüzdürmek gibi bir dertleri de yoktu. O zaman, neredeydi bu Alman tankları?

Bu sorunun cevabı ise yine yetkin olmayan bir generalin verdiği aptalca bir kararda. Bu general ise "en general", yani Hitler'in ta kendisi. Hitler, bütün Alman tank kuvvetlerini doğrudan kendisine bağlamıştı. Hitler'in emri olmadan hiçbir tank birliği inisiyatif alamıyordu.

Fiziksel olarak Almanya'da bulunan biri, binlerce kilometre uzaktaki tanklara nasıl kumanda edebilir, siz düşünün. Aptallığın egoyla marine edilmiş hali işte insana böyle kararlar verdirebiliyor.

Çıkarma günü, Normandiya'daki Alman komutanlar harekatın başladığını görünce Panzer birliklerini devreye sokabilmek için Hitlerin karargahını aramışlar. Aldıkları cevap ise "Führer uyuyor, onu uyandıramayız." olmuş.

Kör şans işte. Hitler, iki uyku ilacı atıp yatmak yerine Ewa'yla aganigi yapıyor olsaydı Normandiya çıkarması başarısız olabilirdi. Panzerlerin sonucu değiştirebileceği görüşüne sahip stratejistlerin sayısı hiç de az değil.

Sonra madem emirleri ben veririm ayakları atıyorsun, birisi arayınca cevap ver değil mi kardeşim?

Şimdi diyeceksiniz ki Normandiya'da hiç mi akıllı bir Alman komutan yokmuş ki, inisiyatif alıp Panzerleri savaşa sokmamış.

Yine kör şans işte. O gece yıldızlar, Hollywood'a kahramanlık malzemesi yaratabilmek için dizilmişti sanki.

Çıkarma günü Rommel Normandiya'da değil, Almanya'daydı. Karısının doğum gününü kutluyordu. Rommel'in bir altındaki general ise Berlin'de savaş oyunlarına katılıyordu. Bir bilse, oyunun yerine asıl savaşın Normandiya'da olacağını, gitmezdi herhalde.

Geride kalanların da, "Uyandırın Führer'i", yada "Getirin lan Panzerleri" demeyi yememiş işte.

Tek adam işleri böyle gördüğünüz gibi. Tarihten ders çıkarıp, bu güne uygulamak isteyenlere duyurulur...

Saat on sıralarında, Amerikan birliklerinin komutanı General Omar Bradley, Omaha harekatını durdurmayı düşünüyordu. Sonrasında, göreceli olarak küçük gövdeleri olan ve bu sebeple sahildeki sığ sulara yaklaşabilecek destroyerlere sahildeki askerleri toplarıyla destekleme emri verdi.

İki destroyer sahile bir kilometre kadar yaklaşıp, kumsaldaki askerlere kan kusturan Alman savunma birliklerine nokta atışı yapmaya başladı. Bu arada Amerikalı Norman Cota isimli bir general de sahile, birliklerin yanına çıkmıştı. Kumsalda ateş altında sinmiş askerleri toparladı, onlara hedef gösterdi ve koordineli bir saldırı başlattı.

Savaşın akışı değişmişti. Uzun borular içersinden hedefine giden torpidoların da yardımıyla, Alman savunma noktaları çökertilmiş, birlikler Omaha kumsalından anakaraya çıkmaya başlamışlardı.

Tarihi muzafferler yazar dedik ya, malum, günümüzde eskisi gibi bu işi yapacak Homeros benzeri tarihçiler yok. Modern dünyanın muzaffer tarihçisi işini Hollywood üstlenmiş durumda. Yazdıkları tarih de tabii ki muzafferlerin tarihi.

Kaçımız Saving Private Ryan'ı yada Band of Brothers'ı seyretmemişizdir? Hepimiz Omaha kumsalını, Sherman tanklarını, Easy Company'i, Teğmen Winters'ı biliriz. Brothers'ı seyretmemişizdir? Hepimiz Omaha kumsalını, Sherman tanklarını, Easy Company'i, Teğmen Winters'ı biliriz.

İşte bu hafif kişiselleştirilmiş tarihte, herkes Omar Bradley'nin nasıl doğru bir kararla desteoyerlere sahile ateş emri verdiğini anlatır ancak kimse, "Be adam, dört saat boyunca sahildeki adamların cayır cayır can verdiğini gördün de bu emri vermek için niye dört saat bekledin." diye sormaz.

Çünkü Amerikan kültürü kahramanları sever. Bir kararla herşeyi değiştiren efsanevi liderler ister. The Longest Day filminde, Omaha Kumsalını kurtaran adam General Norman Cota'dır. Bradley'in geç de olsa destroyerleri göndermesi vızz diye geçer, duymayız bile.

Yine Bradley'de, bana göre bir evrak memuru kadar bürokratik bir kişiliği olsa da, Amerikalılara göre bir kahramandır. İşin gerçeği, Bradley, bir stratejist, bir asker değildi. Tamamen yanlış yerde, ehli olmadığı bir işi yapmaktaydı.

Danışmanlığını kendisinin yaptığı Patton filminde bunu bizzat Bradley'nin kendi karekterinden duyarsınız "George, ben bu işi [savaşı] yapmak zorunda olduğum için yapıyorum, sen ise sevdiğinden.".

Ancak bana göre saat altıdan ona kadar, kumsalda hayatını kaybeden askerler yüzünden Divan-ı Harp'te yargılanması gerekirken, Hollywood'un kahramanı olmuştur.

Gerçekten, dört saat boyunca burada dalga dalga askerleri gönderip onları kırdırmak yerine, Bradley'nin niçin on kilometre batıda Utah kumsalında bir kurşunun bile atılmadığı noktadan karaya çıkmadığını bugün bile anlamam. Herhalde onca planı değiştirme derdini ve riskini almak istemedi. Olanları görüp anlayabilecek askeri kapasitesi olsaydı, eminim, çok daha önce davranır, binlerce asker de Omaha kumsalımda ölmezdi.

Son bir noktayı daha belirtip, Omaha çıkarmasını tarihe bırakalım.

Eğer Hollywood bir savaşla ilgili film yapmaya başlamışsa anlayın ki Amerikalılar işi ellerine, yüzlerine bulaştırmışlardır. Normandiya, Market Garden, Battle of Bulge, Kore, Vietnam ve son olarak da Körfez.

Eğer film yoksa, bilin ki savaş planlandığı gibi gitmiş, sonlanmıştır.

Omaha Beach
İşte bunları düşünürken, Jelena'yla beraber, bu kumsalı, bir ucundan bir ucuna yürüdük. Omaha sahili tenha, hiçbir eğlencesi, ışıltısı olmayan bir yer. Sekiz kilometre boyunca kumsalda gezen bir iki kişiden başka kimseyle karşılaşmadık.

Güneş batıda olup orta Avrupa zamanını kullandığımızdan saat dokuzda yeni yeni batmaya başlamıştı. Hava da soğuyordu. Okyanus rüzgarı içimize işlerken, Jelena Otele döndü, ben de bir kaç günbatımı fotoğrafı çektim.

Omaha kumsalı tabii ki görülmesi gerekli bir yer. Hemen yakınlarındaki Amerikan Mezarlığı da insanın duygularına dokunacak kadar güzel ve bakımlı. Hatırlarsanız, Saving Private Ryan, bu mezarlıkta başlar ve biter.

Omaha kumsalındaki anıtın hemen ilerisinde çok güzel bir müze var. Bahçesindeki orijinal kısa topuyla bakımlı bir Sherman tankı, içeride de mankenlerle canlandırılmış savaş dekorlarıyla sergilenen bir dolu askeri malzeme var.

Amerikan ordusunun, D-Day'de çıkarma yaptığı ikinci kumsal Utah.

Utah Beach
Utah kumsalının uzunluğu beş kilometre kadar. Genişliği ise, Omaha kumsalında olduğu gibi, gel-git fenomeni yüzünden saat kaçta orada olduğunuza göre değişiyor. Çıkarma saatinde suların çekilmiş olduğunu düşünürsek, herhalde bir üç yüz metre diyebiliriz.

Kumsalın sonunda da insan boyundan kısa, tepe sayılabilecek bir yükselti var. Bu yükselti, savunan kuvvetlere bir avantaj sağlayamayacak kadar kısa.

Utah kumsalı, Normandiya'da gezdiğim beş kumsalın içerisinde, bence çıkarmaya en uygun olanı.

Zaten çıkarma esnasında da en az direniş ve dolayısıyla da en az kayıp bu kumsalda olmuş. Hemen herşey planlandığı gibi gelişmiş, Amerikan birlikleri bir dirençle karşılaşmadan, kolayca karaya çıkabilmişti.

Çıkarma gününde 20 bin asker ve 1700 araç Utah kumsalından Normandiya'ya çıktı. Amerikalıların kayıpları 300'den azdı. Bu çok küçük bir rakam arkadaşlar. Utah kumsalına çıkış provalarında bile daha fazla kayıp verilmişti.

Sherman Tankı ve sahildeki tank engelleri
Utah kumsalına çıkan birliklerin komutanı General Theodore Roosevelt, Jr., ABD başkanı Theodore Roosevelt'in oğluydu. Defalarca birlikleriyle birlikte karaya çıkma isteği resmi kanallardan komutanı tarafından red edilmişti. Israrı sonunda sonuç verdi ve Roosevelt Jr. karadaki en yaşlı asker ünvanını aldı. Birliklerini yakından gözledi, tek tek hedeflerini gösterdi.

Roosevelt Jr. ilginç bir askerdi. Örneğin General George Patton'la papaz olmuşlardı. Sebebi ise, Patton'ın, Roosevelt Jr.'ın zaman zaman üniformasını tam olarak resmi yönetmeliklerde belirtildiği şekilde giymemesine kıl olmasıydı.

Unutmayın kı Patton, askeri doktorlara hastanede miğfer giyme zorunluluğu getirecek kadar askeri disiplini seven bir komutandı. Doktorlar, "Miğfer kafamızdayken nasıl steteskop kullanalım?" diye sorduğunda, Patton "Miğferinize kulak hizasında iki delik açın." demişti.

Roosevelt Jr., yine çok ünlü ve önemli bir general olan Omar Bradley ile de takışmıştı. Sebep olarak Bradley, Roosevelt Jr.'ın birliklerini "gereğinden çok sevmesini" göstermişti.

Roosevelt Jr. çıkarmadan bir ay sonra Sainte-Mère-Église yakınlarında bir kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti.

Bugün, yolunuz Utah kumsalına düşerse, yine yüklüce miktarda anıtla birlikte, bir Sherman tankı, birkaç top, bir-iki tane Almanların kumsallara yerleştirdiği tank engeli ve bir de müze görebilirsiniz. Bu müzeyi bir önceki gelişimde gezmiş ve beğenmiştim.

Bir de kumsalın hemen yanıbaşında bir bar var. Bu barın içini çok güzel bir biçimde İkinci Dünya Savaşından kalma eşyalarla süslemişler. Barda birasını içen bir GI mankeni bile koymuşlar. İlginç geleceğinden eminim, mutlaka görün.

Kumsalın kendisi ise... sonuçta kumsal işte.

Birkaç sene önce ziyaret ettiğimde hava çok güzeldi ve çiftler kumda piknik yapıyor, öyle Love Story tarzı durumlar oluyordu. Bir de çıkarmanın öyle olaysız geçmesini eklerseniz, Utah kumsalından açıkçası çok fazla etkilenmemiştim.

Bu kez, neyseki hava kasvetliydi ve aralıklarla da olsa ciddi şiddette yağmur yağıyordu. Bir de ortalıkta öyle el tutan, öpüşen çiftler olmayınca, sahili bu kez savaş ağırlıklı bir ruh haliyle gezebildik.

Sainte-Marie-du-Mont
Yine Utah kumsalının hemen biraz içerisinde bulunan Sainte-Marie-du-Mont köyü de görülmeye fazlasıyla değecek bir yer. Köy hem güzel, hem de 101'inci Paraşüt Tümeni burada sıkı bir mücadele geçirmiş. Band of Brothers dizisinin ikinci bölümü neredeyse tamamen bu köyde geçer.

Merkezinde devasa bir katedral var, ancak benim favorim yine askeri eşya satan dükkanlar. Bir kaç bin Yuronuz varsa orijinal bir Alman Luger'i yada SS arması alabilirsiniz.

Bir sonraki yazıda ingiliz çıkarmasıyla devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...