25 Nisan 2014 Cuma

Normandiya, Sainte-Mère-Église

Normandiya çıkarması, 6 Haziran 1944'de, gece paraşütlerin inmesiyle başlamıştı. İşin güzeli paraşütler Normandiya'ya değil, Pas de Calais'ye (Pa dö Kale) iniyordu. Paraşütlerin ucunda da paraşütçüler değil, yere düştüklerinde patlayan kuklalar vardı. Anladığınız üzere, yanıltma harekatının bir parçası olarak Pas de Calais'ye inen paraşütçülerin raporları Alman karargahına gelmeye başlamıştı.

Hemen sonrasında 1000 kadar İngiliz uçağı, Normandiya sahilimdeki hedeflerini bombaladı.

Bu arada Sword (Sord) kumsalının gerisine, Pegasus köprüsü yakınlarına, görevleri köprüyü ele geçirmek olan İngiliz askerleri, bir planörle inmişti. Askerlerin komutanı İngiliz teğmen, tabancasıyla bir alman askerini vurdu. Bu Normandiya çıkarmasının ilk kurşunu, ve ölen ilk Alman askeriydi. Hemen sonrasında, bir Alman makineli tüfeği ateşlendi ve İngiliz teğmen de orada öldü. Bu da Müttefiklerin ilk kaybıydı.

İşgal başlamıştı...

On üç bin paraşütçü Normandiya içlerindeki hedeflerine indirilmişlerdi... Yada indirilmeye çalışılmışlardı.

Bir kere tüm sahil kalın bir bulut tabakasının altında kalmıştı. Pilotlar, gözle değil, bu günün otoyollarda hız denetimi yapan radarlardan bile ilkel radarlarla iniş noktalarını bulmaya çalışıyorlardı.

Sonuçta, göreceli olarak çok az paraşütçü önceden belirlenmiş hedeflerine inebildi.

İkincisi, uçakların bir bölümü telaştan, normalden hızlı uçuyorlardı. Birçok paraşütçü atladığında, rüzgarın şiddeti, silahlarını ve çantalarını üzerlerinden koparıp almıştı. Savaşa silahsız başlamak hiç de hoş değildi.

Atlantik savunmasından sorumlu Alman Mareşal Erwin Rommel (Ervin Romel), bölgedeki nehirlerin akışını engelleyip taşırmış ve normalde kuru olan bölgeler göl ve bataklık olmuştu. Paraşütçüler kara yerine suya düşünce boğulmuş yada boğulma tehlikesi geçirmişlerdi.

Amerikan paraşütlerinin komplike ayrılma mekanizması yüzünden kimi paraşütçüler suya düştüklerinde ağırlıklarını zamanında atamamışlardı. Paraşütleri tek bir kancayla ayrılabilen İngilizler biraz daha şanslıydılar,

Bu harekata Amerikan 82'nci ve 101'inci, İngiliz 1'inci ve 6'ncı paraşüt tümenleri katılıyordu.

Amerikan 82 ve 101'inci paraşüt tümenleri çok klas ve havalı tümenlerdir arkadaşlar. Bugün bile bu elit özelliklerini korurlar.

101'in görevi, bir iki köprüyü tahrip edip, Utah kumsalından gelecek tankların geçişini güvenceye almaktı.

82 ise sağ kanadı koruma ve yine bir iki köprüyü uçurma ile birlikte, Utah kumsalının biraz içerisinde önemli yolların kesiştiği. Stratejik bir nokta olan Sainte-Mère-Église (Sent Mer Eglis) kasabasını almakla görevlendirilmişti.

Sainte-Mère-Église aynı zamanda Normandiya sahilindeki savaş gezimizin ilk durağıydı.

Sainte-Mère-Église, Aziz Mère Kilisesi demek. Zaten kasabanın yarısı da işte bu koca, cazibeli kilise. Kilisenin önünde de koca bir meydan. Yakınlardaysanız ve zamanınız da olursa kilisenin içini mutlaka görün.

Çıkarma gününe geri dönersek, 6 Haziran 1944 gecesi, meydanın etrafında bir evde yangın çıkmıştı. Bütün halk ve Alman askerleri ayakta, zincir yapıp kuyudan doldurdukları kovalarla yangını söndürmeye çalışıyorlardı. Alevler geceyi gündüz gibi aydınlatmıştı.

Tam bu anda 82'nci tümenin paraşütçüleri inmeye başladı. Alman askerleri için sanki bir atış talimi fırsatıydı bu. Yangından dolayı aydınlanan gök yüzünde salınan paraşütçüler, Alman askerlerine mükemmel birer hedef olmuşlardı. Paraşütçüler yere inmeden, daha havadayken kurşunluyorlardı. Paraşütleri ağaçlara, direklere takılan askerler, daha kendilerini bağlardan kurtaramadan Alman kurşunlarına hedef olmuşlardı. Bir bölümü ise, doğrudan alevlerin içine inip yanmışlardı.

Sainte-Mère-Église Kilisesi
John Steele (Con Stiil) isimli paraşütçünün paraşütü, kilisenin kulesinine takılmıştı. Steele iki saat ölü taklidi yaparak çatışmayı seyretti. Sonrasında Almanlar paraşütünü keserken yaşadığını anladılar ve esir aldılar. Steele sonrasında kaçıp, kasabayı geri almak için mücadele eden Amerikan birliğene katıldı. Sonunda da kasabayı ele geçirdiler.

Böylece, Sainte-Mère-Église, Fransa'da kurtarılan ilk yerleşim merkezi ünvanını aldı.

The Longest Day (Dı Longıst Dey) filmi, 6 Haziran gecesi Sainte-Mère-Église'te geçen bu olayları çok güzel anlatır. Filimde kuleye asılı iki saat geçiren John Steele, devamlı çalan çanlar yüzünden işitme yetisini geçici olarak kaybeder. Ancak ben bunu Sainte-Mère-Église'le ilgili okuduklarımdan teyit edemedim.

Waco planörü
Bir başka rivayet de, paraşütçüleri getiren C-47 pilotunun, kasabadaki yangını atlama noktasının işaretlendiği meşalelerden biri diye düşünüp, paraşütçülere "atla" sinyali verdiğidir. Ancak, bunu da henüz doğrulayan bir kaynak bulamadım.

Bugün, o gecenin anısına, Sainte-Mère-Église'deki kilisenin kulesinde devamlı bir paraşütçü figürü asılı durur. Yine tam o gece yanan evin yerinde, Paraşütçülere ait bir müze bulunmakta.

Müzede bir C-47 Skytrain (Skaytreyn) uçağı, bir de Waco (Uako) Planörünü görebilirsiniz.

Müzeyi ziyaret ederseniz, mutlaka planöre bir dokunun. Bez kaplı kanat ve gövdeyi hissetmek ilginç gelecektir.

Paraşütçüleri getiren C-47 uçağı
C-47 uçağı ise, paraşütçüleri o gece Sainte-Mère-Église'e getiren uçağın ta kendisi. Hem de çok güzel bir mizansenle, zamanın araçları ve üniformalarını giymiş mankenlerle görüme sunulmuş.

Yan vitrinlerde ise İkinci Dünya Savaşının silahları, üniformaları gibi zamanın popüler malzemeleri sergileniyor. Bu günün standartlarında bile hızlı ve ölümcül olan gerçek bir Alman MG-42 ağır makineli tüfeğini, yada amerikan ordusunun standard makineli tüfeği Thomson'ı (Tamsın) görebilmek için bir fırsat. Ne yazık ki bu silahlara dokunamıyorsunuz. Müzenin dışında ise savaştan kalma kamyonlar, toplar, bir de Amerikalıların ünlü Sherman tankı var.

Kasabanın gerisi birkaç binadan ibaret. Bir de meraklıysanız yine İkinci Dünya Savaşı ve Paraşütçülerle ilgili askeri eşya satan dükkanlar var. Bu mağazalara girdiğinizde, eğer bu işlere ilgi duyuyorsanız, kendinizi darı ambarında zannetmeye başlıyorsunuz. Top, tüfek, süngü, miğfer, armalar, modeller, aklınıza gelebilecek her türlü askeri malzeme satılıyor. Biz ne yazık ki bir Paskalya tatilinde buradaydık ve sadece bir mağaza açıktı.

Sherman tankı
Bu dükkanların en popüler malzemesi ise bastığınızda klik-klak yapan teneke oyuncaklar - benim yaşlarımdaysanız, çocukluğumuzdan hatırlayabilirsiniz.

Bunlar, hemen çıkarma harekatı öncesi paraşütçülere verilmişti. Paraşütçüler, bu minik aleti, indikten sonra karanlıkta yada birbirlerini göremedikleri durumlarda, dost unsurları ayırabilmek için kullanıyorlardı. Bir klik, bir klik-klak'la cevaplanıyordu.

İşte bu aletlerin kopyalarından, fiyatları da ucuz olduğu için, her anne-baba çocuklarına birer tane satın almıştı. Böylece her gittiğiniz noktada, sabah akşam bu klik-klak sesini duyuyor, sinirleriniz bozuluyor ve yavaş yavaş nefret etmeye başlıyordunuz.

Sainte-Mère-Église'de kurtuluş anıtı dışında başka görülecek birşey yok.

Ben şahsen bu kurtuluş, şehitlik, yada diğer askeri olayların anısına yapılı anıtları hiç sevmiyorum. Bana sorarsanız, kişiler yada olayların anısını yaşatmak yerine, olayın yaşandığı bölgenin otantisitesini/orijinalliğini bozuyorlar. Ziyaretçilerin, deyimi yerindeysa "havaya girmelerini" engelliyorlar.

Auschwitz toplama kampında, binlerce Yahudinin katledildiği gaz odalarının yerinde bir anıt var. Eğer bu anıt yerine gaz odalarının bir reprodüksyonu yapılsaydı, insanlar bu acıyı daha fazla hissedip, bu trajedinin boyutunu daha iyi anlayabilirlerdi. Yine Omaha kumsalında abuk sabuk geometrik şekiller ve bayraklarla donanmış anıtlar yerine, günü hissettirebilecek tank engellerini, dikenli telleri koysalardı, oradaki askerlerin kahramanlığı daha fazla ortaya çıkabilirdi.

Bence tabii.. Bir gün Normandiya Valisi olursam, söz değiştireceğim :) Neyse, eğer görmek isterseniz, Sainte-Mère-Église'in Kurtuluş Anıtı, lop bir taş ve kilisenin hemen önünde duruyor.

Sainte-Mère-Église'i arkamızda bıraktığımızda, yavaş yavaş İkinci Dünya Savaşı'nın havasına girmeye başlamıştık. Ben, Jelena'yı baymamak için fazla konuşmamayı tercih etmişken, bu sefer o meraklanıp olayları sormaya başladı. Böylece, geyik yoğunlaştı ve ikimiz de savaşı daha fazla hissetmeye başladık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...