24 Nisan 2014 Perşembe

Normandiya'ya Doğru

Tarihi muzafferler yazar derler ya, ne kadar doğru bir laftır. Hepimizin yıllardır izlediği filmler, okuduğu kitaplar, dinlediği hikayelerin hemen tümü İkinci Dünya Savaşını Müttefiklerin kazanması kadar normal birşey yokmuş, sanki bu bir alın yazısıymış gibi gösterir.

Çünkü müttefikler haklı, Almanlar kötüdür. Müttefikler kahraman, Almanlar ise çaresizdir. Churchill ve Roosevelt birer demokrasi kahramanı, Hitler ise bir diktatördür. Stalin ise bu bağlamda pek tartışılmaz ve kıyasa girmez. Çünkü Stalin ve yaptıkları, demokrasi ve özgürlük savaşçıları müttefikler tanımına pek uymaz.

Kısaca, Müttefiklerin savaşı kazanması zaten beklenen bir sonuçtur. Bu sonucu elde etmek ise sadece bir zaman meselesidir.

Tanrı hepimizi Hitler gibilerinden korusun. Hitler, tabii ki dünyanın gördüğü en zararlı varlıklardan biridir. Sorun burada değil. Bana sorarsanız, sorun, insanlara iyinin, haklının her zaman kazanacağını söylemek, onları buna inandırmakta.

İkinci dünya savaşı sırasında Alman ordusunun elindeki her silah, kullandığı her araç ve ülkenin teknolojik seviyesi, Müttefiklerin hepsinden daha ileri, daha üstündü. Hitler'in davası haklı olmasa da, ona inanan bir halkı, davası için gönülden savaşacak bir ordusu vardı.

Tanrı bizi korudu da, Almanlar savaşı kaybettiler.

Ancak müttefiklerin kazanması hepimizin inandırıldığı bariz üstünlüklerinden olmadı. Kazanmak ile kaybetmek arasındaki çizgi, bize söylendiğinden çok daha inceydi.

Normandiya çıkarması ise bu çizginin en çok inceldiği noktalardan biri oldu.

Normandiya çıkarmasına kadar Müttefik uçakları Alman ordusunu, endüstriyei tesislerini ve şehirlerini bombalıyor, Hitlerin savaşma gücünü zayıflatıyordu.

Ancak bir savaş tam anlamıyla karada kazanılır. Kara harekatı ise tatsızdır. Çünkü askerler ölür. Askerler ölünce de halk kızar. Bu yüzden politikacılar zorunlu kalmadıkça bir kara harekatına kalkışmazlar.

Normandiya öncesi Avrupa'da Amerika'nın fazlasıyla hoşnut olduğu bir durum vardı. Hitler'in aptallığı sonucu Rusya'ya açtığı savaş yüzünden görünen rakip Almanlar ve asıl rakip Ruslar birbirlerini yiyiyor, Ruslar, İngilizler savaş için gerekli tüm malları Amerika'ya para ödeyip alıyorlardı.

Stalin, ne biçim müttefiksiniz, beni yalnız başıma bıraktınız Almanlarla, savaşa girin, batıdan bir cephe açın diye kıçını yırtıyor, Roosevelt'de savaşa girmediği her gün Amerikalı askerler yerine Rus askerlerinin öldüğünün farkında, harekatı geciktirdikçe geciktiriyordu.

Kızmayın Amerikaya bu yüzden. İşin aslı, Avrupa'daki savaşta Amerikalılara pek giren, çıkan yoktu. Almanlar ABD'ye saldırmış değil. Fransızlar kendi ülkeleri için bile savaşmamış, niye ABD onlar için savaşsın, değil mi?

Ancak her şeyi tadında bırakmak gerekir. Eğer Ruslar, Almanları tek başına yenerse, bu kez Avrupa, Hitler isimli bir diktatör yerine, Stalin isimli bir diktatörün eline geçecekti. Geleceğin süper gücü ve Avrupa'da olacaklar üzerinde söz sahibi olmak istiyorsa ABD bir noktada artık seyretmeyi bırakıp, savaşa katılmak zorundaydı.

Kısaca adadan ana karaya atlayıp, yönü Almanya'ya çevirmek, hatta mümkünse Rusya'dn önce Almanya'ya girmek.

Her operasyona olduğu gibi batı Avrupa'da yapılacak bu işgale da bir isim bulundu, "Operation Overlord" (Opereyşın Ovırlord), anlamı ise bey, paşa, yani bir tür Kiziroğlu. Karışıklık olmasın diye belirtelim, Normandiya'ya yapılacak çıkarmanın ismi Overlord'un bir alt operasyonu olan "Operation Neptune" (Opereyşın Neptiun), yani Güneş'e en uzak gezegenin ismi (n'olur Plüto geyiği başlatmayın, bir Roman tanrısı diyelim sıkıntı varsa).

Sicilya ve İtalya, müttefikler için çok faydalı bir çıkarma harekatı deneyimi olmuştu. Benzeri bir harekatı, kapsamı kat be kat büyük de olsa Fransa'nın Atlas Okyanusu sahillerinde tekrarlayacaklardı.

Bütün kuvvetlerini İngiltere'ye yığdılar. Artık iş sadece çıkarmanın yapılacağı sahili belirlemeye kalmıştı.

Britanya, jeolojik olarak Fransa'nın kuzeyinden kopmuş bir adadır. Bu yüzden, adanın hemen hemen tüm güney kıyısının karşısında, Fransa'ya ait bir kıyı bulunur.

Bu iki kara parçasının birbirine en yakın olduğu nokta ise Fransa'nın Pas de Calais (Pa dö Kale) bölgesidir. Avrupa'ya İngiltere'den çıkarma işine kalkan her aklı selim adamın da aklına gelen ilk çıkarma noktası da haliyle burası olur.

Ancak savaş sürpriz işidir. En barizi yapmak yerine, zor da olsa düşmanı beklemediği bir yerden vurursunuz.

Sürprizin önemini düşmanınız da bildiğinden, sizin sürpriz yapacağınızı düşünüp, tedbirini en olası değil de daha az olası bölgelerde alır.

Siz de düşmanınızın sizden sürpriz bekleyip, kuvvetlerini az olasılıklı yerlere kaydıracağını düşüneceğiniz için, bu kez onu en olası noktadan vurursunuz :)

Yani p eşit değildir q'ya. Bu işin mantığı olmaz.

Ancak saldırıya hazırlanan düşmanınız, en başarılı generalini bu saldırı olasılığı en yüksek noktaya göndermiş, onun emrine binlerce tanklı, toplu koca bir ordu vermişse ve her saat binlerce radyo mesajı gidip geliyorsa, demek ki bunlar bariz de olsa, beni buradan vuracak dersiniz.

Gerçekten de Afrika'da ve İtalya'da Almanların tozunu atan General George Patron (Corc Petın), Pas de Calais'nin tam karşısınaki Kent ve Sussex kentlerinde tezgahını kurmuştu.

Emrinde de Amerikan Birinci Ordusu bulunuyordu.

Alman keşif uçakları ve istihbaratı binlerce tankın, kamyonun fotoğrafını çekmişti. İngilizce tercümanlar gece gündüz radyo mesajlarını Almanca'ya çeviriyorlardı.

Demek işin sürprizi falan kalmamıştı. Müttefikler Pas de Calais'den vuracaklardı.

Almanlar da bunu görüp, kuvvetlerinin büyük bölümünü Pas de Calais'ye kaydırdılar.

Ancak Atlantik savunmasından sorumlu Mareşal Erwin Rommel (Ervin Romel) kolayca atlatılabilecek bir adam değildi. Pas de Calais dışımdaki olası çıkarma noktalarını da boş bırakmamıştı. Normandiya dahil bütün sahilleri gezmiş, savunma planlarını şahsen yapmış yada denetlemişti.

İşin komiği, tüm bu mizansende gerçek olan tek unsur General Patton'dı. Geri kalan her şey sahteydi. Birinci ordu bir hayalet orduydu. Tanklar, toplar hep şişme plastikten yapılmıştı. Bütün radyo ve evrak trafiği de istihbarat servislerinin işiydi.

Patton'un bu işe hayli bozulduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Bir savaş tutkunu olan Patton, geçmişte tarihin önemli savaşlarını reenkarinasyon sonrası değişik komutanların kimliği ile kendisinin yaptığına inanmış biriydi. Savaşmak yerine bir yanıltma operasyonunun başrolünü oynamak, onun gibi bir asker için kabul edilebilir birşey değildi. Kader işte...

Çıkarma için aslında seçilen bölge Normandiya olmuştu. Britanya adasına Pas de Calais kadar yakın olmasa da, çok uzak da sayılmazdı.

Normandiya sahili doğu-batı doğrultusunda uzanır. Çıkarmanın planlaması yapılırken bu sahil beş bölüme ayrılmış, ve batıdan doğuya bu bölümlere Utah (Yutah), Omaha, Gold, Juno (Cuno) ve Sword (Sord) isimleri verilmişti.

Plana göre Omaha ve Utah kumsallarına Amerikalılar, Gold ve Sword kumsallarına İngilizler, Juno kumsalına ise Kanadalılar çıkacaktı.

Size bir fikir vermesi açısından, Omaha kumsalının bir ucumdan diğerine yürümek bir saatimizi almıştı. Yine Omaha ve Gold kumsalı arasındakı yolun uzunluğu otuz kilometre. Sword kumsalının üzerinde de dört tane köy var. Ne kumsallar küçük, ne de aralarındaki mesafeler kısa yani.

Çıkarma yapılacak bu kumsallar da kendi içlerinde yirmi dört sektöre ayrılmıştı. Omaha kumsalının en batısındaki ilk sektörün kodu "A", Sword kumsalındaki son sektörün kodu da "R" olarak belirlenmişti. Olaya Utah kumsalı da sonradan dahil olunca bu sıralamaya sekiz sektör daha eklenmişti. Her sektör kendi içinde "Green" (Griin-Yeşil), "Red" (Red-Kırmızı) ve "White" (Uayt-Beyaz) isimli alt kumsallara bölünmüştü.

Bu sektörlere çıkacak birlikler de gayri-resmi olarak aynı kodlarla isimlendirilmişti. Filmlerde dikkat ettiyseniz "Dog Company" (Dog Kampıni), "Easy Company" (İyzi Kampıni) falan diye duyarsınız. Bu Able *Eybıl), Baker (Beykır), Charlie (Çarli), Dog, Easy, Fox (Foks), vesaire o zaman kullanılan fonetik kodlamada baş harfleri olan A, B, C, D, E, F, vesaireye, denk gelir. Örneğin Dog Green, D-Yeşil Sektörüne çıkacak birliklerdir.

Bir de her yerde Able, Dog, Easy Sektörlerinden bahsedilirken, çok az, mesela Queen (Kuiin) Sektöründen bahsedildiğini duyarsınız. Bunun bir nedeni Queen Sektörünün İngiliz olması ve Holywood'un ilgi alanı dışında kalması olsa da, asıl nedeni, Amerikalıların alfabenin ilk harfli sektörlerinin bulunduğu Omaha Kumsalında işleri karıştırmasıdır. Hollywood'un da katkısıyla ABD nerede işleri eline yüzüne bulaştırırsa, oradan bol bol hikaye ve kahraman çıkar.

Son bir not. Bu birlik isimleriyle kumsal sektörlerinin eşleşmesi sadece çıkarma zamanı için geçerlidir. Başka bir bölgedeki savaşta duyduğunuz Dog Company, Omaha kumsalında D Sektöründe karaya çıkması planlanan birlik olmayabilir.

Çıkarma harekatı sadece kumsallarla sınırlı değildi.

Denizden gelen kuvvetlerle birlikte, bir diğer önemli unsur paraşütle inecek askerler, yani Airborne (Eyirborn) birlikleriydi. Asıl kuvvet denizden gelecek olsa da paraşütçü birlikler köprüler yada yollar gibi stratejik noktaları ele geçirecek, çıkarma sonrası değişik noktalardan karaya çıkan birliklerin bir araya gelmelerini sağlayacaklardı.

O zamanlar henüz helikopterler kullanılmadığından, savaş malzemeleri ve paraşütçü olmayan askerler planörlerle indiriliyordu. Binlerce planör bu devasa lojistik harekat için imal edilmiş, İngiltere'nin güneyindeki hava üslerine dağıtılmıştı.

Yüzbinlerce asker Staging Area (Steycing Eyriya) adı verilen bekleme bölgelerinde savaşı sürdürmek için gerekli araç, yiyecek, giyecek ve diğer malzemelerle birlikte büyük gün için hazırlanmıştı.

Herkes artık bir tek şeyi bekliyordu.

Biraz iyi hava!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...