2 Mayıs 2014 Cuma

İngiliz Kumsalları

Şimdi, "Kim gidip, Normandiya haritasını gugıllayacak..." diyenler için, hemen, çabukça bir Normandiya 101, coğrafya bilgisi tazelemesi yapalım.

Normandiya, Fransa'nın kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan bir şerit. Bu şeritin en batısında, böyle pipi gibi, Atlas okyanusuna uzanan bir çıkıntı var. Buranın ismi Cotentin (Kotentan) yarımadası. Bu yarımadanın en büyük yerleşim merkezi de Cherbourg (Şerbur) isimli kent.

Normandiya'daki çıkarmanın yapıldığı kumsalları, batıdan doğuya, yani soldan sayarsak, Utah (Yutah), Omaha, Gold, Juno (Cuno) ve Sword'a (Soord) geliriz. Sword'un hemen doğusunda da Normandiya'nın yine önemli bir kenti Caen (Ka'an) bulunur.

Çıkarma harekatının kısa vadeli hedeflerini, eksik de olsa anlaşılırlığını sağlamak için bir cümlede söylemek gerekirse, Utah ve Omaha'ya çıkan Amerikalıların hedefi Cherbourg civarını, Gold ve Sword'a çıkan İngiliz birliklerinin hedefi de Caen civarını ele geçirmekti. Caen kenti, hatta ilk günün hedefleri arasındaydı.

Başlarında ise dünyanın belki de gördüğü en kötü komutan, anlı şanlı Mareşal Bernard Law Montgomery (Börnard Lo Montgomri), yada popüler ismiyle Monty (Monti) bulunuyordu.

Montgomery asil, seçkin ve üstün bir insandı. Her işi herkesden iyi yapabilirdi, çünkü tekrar edelim, asil, seçkin ve üstün bir insandı. Kader onu asker yapmıştı, o da demek ki dünyanın en başarılı komutanı olup, bu kendisine bahşedilmiş ayrıcalıklı üstünlüğünün hakkını vermeliydi.

İşin aslı, Montgomery içgüdüsel bir asker değildi. Çabuk ve doğru kararlar veremiyor, risk almaktan çekiniyordu. Genelde uyguladığı yöntem, düşmanı sayıyla bastırıp yenmekti.

Haliyle bu her zaman mümkün olmadığından, Montgomery, kaybettiği zamanlar, dünyanın kendisi hariç tüm geri kalanını suçluyor, kendince olaydan sıyrılıyordu. Kazandığı zamanlar ise, daha kazanımının tescilini bile beklemeden basın konferanslarıyla, toplantılarla, kokteyllerle tüm dünyaya kasıla kasıla ne büyük bir asker olduğunu anlatıyordu.

Montgomery, Dunkirk'de (Dankörk), Almanların kovaladığı İngiliz birliklerinden birinin komutanıydı.

Momtgomery, sonrasında, Afrika'da Rommel'e karşı başarılı bir mücadele verdi. Çünkü, zibil gibi binlerce tankı, topu yığmış, iyi bir planlamanın avantajıyla değil de, daha çok sayısal üstünlüğüyle zafer kazanmıştı.

Size ne demek istediğimi sayısal gerçeklerle anlatayım.

Montgomery'yi Montgomery yapan, Rommel'lin karşısında, Mısır'ın aynı isimli kentinde kazandığı El Alamein savaşıdır. Belki duymuşsunuzdur, her iki liderin de Çöl Faresi, Çöl Tilkisi falan diye çağrıldığı günler. Zaten aslen bu savaşın verdiği gazla, Sir (Sör), Mareşal, El Alamein Viscount'u (Vaykeaunt - Vikont) ünvanlarını almıştır.

Şimdi bakalım bu savaş dehası, kahraman arkadaşımız El Alamein savaşını nasıl kazanmış...

El Alamein ağırlıklı olarak tankların savaşıydı. Resmi olarak Rommel'in 550 tankına karşılık, Montgomery'nin 1100 tankı vardı. Muzaffer tarihçilerin fazla dokunmadan geçtikleri bir gerçek ise Montgomery'nin bir bu kadar tankı da "yedek" lerinde bulundurmasıydı. Bir rakam oyunu. Bu sözde yedek tanklar Londrada değil Mısırda, Montgomery'nin dibindeydi. Sadece o an için saldırıya katılmamışlardı. Neyse, aritmetiği yaparsak 2200 Montgomery tankına karşılık, 550 Rommel tankı diyebiliriz ama hadi, resmi sayı olan 1100 "aktif" tankı kullanalım, müşteri olalım.

Rommel'in 120 bin askerine karşı, Montgomery'nin 250 bin askeri, Rommel'in 550 topuna karşı, Montgomery'nin 900 topu, kısaca Rommel'in nesi varsa Montgomery'nin kaba bir hesapla iki katı fazlası vardı.

Ben savaş planının basitini severim deyip kafadan saldırdı Rommel'e. Rommel ilk saldırı günlerinde Almanya'da olsa da Afrika'ya döndü ve bir kaç günde bunun iki yüz tankını yoketti.

Sonrasında, Montgomery'nin ileriki hayatında sık sık göreceğimiz bir model oluşmaya başladı. Montgomery defalarca saldırıyor, Rommel de bunun kulağını çekip geri gönderiyordu.

Böyle böyle günler geçti.

Churchill bile endişelenmeye başlamıştı. Hem buna, hem de bunun komutanına "Ne oluyor, niye bir ilerleme kaydedemiyoruz?" diye sormaya başladı.

Sonunda, kim bilir kaç askeri öldükten sonra kuyruğunu kıstırıp komutanına gitti. Benim plan çalışmıyor, yenisini yapalım dedi. Yeni plan, eskisinden daha fazla akıl unsuru içermese de İngiliz ordusunun ve hava kuvvetlerinin sayısal çoğunluğu Alman ordusunu yıprartmış, ikmali doğru düzgün yapılamayan Alman ordusu savaşma gücünü ve moralini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı.

Tabii bu yeni plan, geleneksel olarak, muzafferlerin tarihinin sayfalarına, Monty'nin askeri dehası olarak geçti. Kimse eski plan yüzünden verilen kayıplara ve gecikmelere takılmadı.

İngilizler sonunda Rommel'i geri püskürttüler. Az sayıda tankı, topu, askeri kalmış bir orduyu bin beş yüz kilometre kovalayıp bir "kahramanlık" destanı yazdı Montgomery.

İngilizler ıkına ıkına sonunda bir kahraman çıkarabilmişlerdi.

Kahramanlığı tadında bıraktı Monty. Ona "Hadi git Rommel'i bitir." dediklerinde, "Neme lazım, bu kahramanlık kolay bulunmuyor, üstelersek bakarsın bir halt olur, elden gidebilir." diyerek saldırmayı reddetti. Gerçekten, adam resmen "İstemezük" dedi yani.

Montgomery, askerlerini kırdırmaya İtalya'da da devam etti. Akıllı bir planla birkaç günde ulaşılabilecek askeri hedefler, Montgomery'nin sarsaklığıyla haftalar alıyor, uzayan savaş sonunda doğrudan ve dolaylı olarak Müttefik askerler ölüyordu.

Montgomery'nin popüler olarak kıyaslandığı Amerikan General George Patton (Corc Petın), en az Montgomery kadar narsist, boşboğaz ve sinir bozucu biri olsa da, Montgomery'den farklı olarak gerçek bir askeri dehaydı. Ancak bu ikisinin rekabeti de, gereksiz yere can kaybına yol açmaktaydı.

Müttefik orduların süper, mega, en komutanı, General Dwight Eisenhower (Duayt Ayzınhauır), yada bilinen adıyla Ike (Ayk), bir askerden çok politikacı olduğu için, "Aman ittifak bozulmasın, aman biraz da İngilizler kazansın..." diyerek Montgomery'ye göz yumuyor, bu arada garip askerler de ölmeye devam ediyordu.

İşte Normandiya çıkarması için geri sayım bu koşullarda başladı.

İngilizlere ayrılan Gold Ve Sword kumsalları, Amerikalıların çıktıkları Utah ve Omaha kumsallarından hem arazinin yapısı, hem de yerleşimi bakımından biraz farklılar.

Herşeyden önce, İngiliz kumsalları üzerinde yoğun yerleşim bölgeleri var. Birçok noktada, kelimenin tam anlamıyla bir kasabanın ortasına çıkmışlar. Utah ve Omaha kumsalı neredeyse ıssız denilebilir. Yerleşim var ancak öyle bir kasaba gibi değil, daha ziyade tek tük, seyrek yapılar.

İkinci fark ise burayı bir turist olarak ziyaret ettiğinizde ortaya çıkıyor.

Amerikan kumsalları ne kadar organize ise, İngiliz kumsalları da o kadar dezorganize.

Mesela, otoyolda kilometrelerce önceden Omaha Beach, Utah Beach yada Pointe du Hoc işaretleri görüyorsunuz. Tabelalar sizi otoyoldan alıp, göreceğiniz kumsalın can damarına kadar getiriyor. Müzeler, mezarlıklar, önemli alanlar hep işaretli. Gittiğiniz her yerde ziyaret için yol işaretleri, olanı biteni anlatan yazılar var.

İngiliz kumsalları ise hak getire. Sword Beach, Gold Beach benzeri hiçbir işaret yok. Bileceksiniz yani hangi köy hangi kumsalda ki ona göre otoyolu bırakıp sahile inebilesiniz. Sadece Kanadalılar, resmi olmayan, kendi dizaynları, yeşilli, morlu, "Juno Beach Center" işaretleri koymuşlar da Juno Kumsalını iyi kötü bulabiliyorsunuz.

Bu bölgede Müzeleri işaret eden trafik levhaları var. Tek problem, levhalarda sadece "Müze" yazıyor olması. Ne müzesi, kim müzesi, nasıl müzesi, bilemiyorsunuz.

Çıkarmayla ilgili önemli noktalar da her yerde olduğu gibi, mavili, beyazlı bir martı simgesiyle işaretlenmiş. Eğer bu işaretleri görebilirseniz, "Haa, savaşta burada birşeyler olmuş." deme şansınız oluyor.

Martı işaretlerinin üzerinde de İngiliz bölgesindeki tüm martı işaretlerinin olduğu özet bir harita var. Teoride savaşla ilgili bütün noktaları bir arada görebiliyorsunuz.

Yine problem, bu martıların kimin nesi olduklarının değil, sadece bulundukları yerin ismiyle işaretlenmiş olmaları. Varsayalım ki levhada "Cite de Sainte-Aubin-Sur-Mer" (Sit dö Sent Oben sür Mer) yazıyor olsun. Burada Sainte-Aubin-Sur-Mer, sadece bir köyün adı.

Ne aradığınızı bilmiyorsanız - ki biz bu kadar detaylıca bilmiyorduk - bu işaretli nokta, görülmesi gerekli mükemmel bir Alman koruganı da olabiliyor, Joe Blow'un kahramanlığı anısına dikilmiş yarım metre boyunda bir taş anıt da.

Biz birçok savaş noktasını tamamen şans eseri gördük. Kim bilir kaç tanesini de kaçırdık.

O yüzden, İngiliz kumsallarına gidecekseniz, mutlaka hangi köyde ne göreceksiniz, önceden planlayın, hatta GPS koordinatlarını akıllı telefonunuza girin. Aksi halde çok zaman kaybedersiniz.

Kanadalıların çıktıkları Juno kumsalı karekteristikleri açısından İngiliz ve Amerikan kumsalları arasında bir noktada kalıyor.

Juno kumsalında, ne Utah ve Omaha kumsalları kadar seyrek, ne de Sword ve Gold kumsalları kadar yoğun bir yerleşim var. İngiliz kumsalları kadar dezorganize değil. Mesela Juno Beach Center isimli merkezi bir "gitme" noktası var.

Burada büyükçe bir müze, iyi durumda Alman koruganları ve bir kaç top görülebilir. Müzenin içini Paskalya tatili nedeniyle kapalı olmasından dolayı gezemedik ancak dışardan ilginç görünüyor.

Juno Beach Center'ın açık bölümlerinde yine olanı biteni bir ölçüye kadar anlatan levha ve işaretler var. Ancak bir levhada D-Day günü geçmiş bir olayı anlatmışlar, başka birinde de Normandiya sahillerindeki bitki örtüsünün özelliklerini. Biraz Kanada usulü yani :)

Ben, çıkarma planımda, İngilizler neden tam ortalarına Kanadalıları almışlar, hala anlamış değilim. Normalde, birlikler bölünmek yerine, elden geldiğince harekat tarzlarını bildikleri, tanıdıkları birliklerle bir arada savaşmayı yeğlerler. Vardır bir sebebi tabii, ben anlamadım diye yanlış bir karar olması gerekmiyor.

Biz bu bölgede neredeyse bir tam günü, verimsiz bir biçimde martı işaretlerini kovalayarak geçirdilk. Günün sonuna geldiğimizde, eşim Jelena, haritaları, GPS"i, turizm bürolarını kovalamktan, aslen hiçbir ekstra ilgisi olmasa da, hangi sahile kim çıkmış, komutanın adı neymiş, nerede hangi tanklar kullanılmış öğrenmişti.

İşte bu yüzden kumsalları size gezdiğimiz sırayla değil, coğrafik konumlarıyla anlatayım istedim. Yoksa işler karılacak, sıralama Gold, Juno, Gold, Sword, Juno, Sword falan gibi olacaktı.

Sword kumsalıyla başlayalım kelamımıza.

Sword, sekiz kilometre uzunluğunda, hilal biçiminde bir kumsal. Alman savunması sahilde Omaha kumsalındaki gibi kirpilerden, diğer tank engellerinden ve mayınlardan oluşmuştu. Karada, sahil boyunca kuvvetli savunma noktaları oluşturulmuş, bu noktalar makineli tüfekler, tanksavar silahları ve toplarla donanmıştı.

Sword Beach
Ancak Omaha kumsalının, savunan birliklere kazandırdığı en büyük avantaj olan tepeler bu kumsalın her noktasında yoktu.

Çıkarma Hermanville-sur-Mer (Ermanvil sür Mer) kasabası çevresinde yoğunlaşmıştı. Çıkarmadan kırkbeş dakika sonra, kumsaldaki Alman direnişi kırılmış, kumsal başı oluşturulmuş ve karaya çıkan İngiliz kuvvetleri Orne nehrine ulaşıp, gece indirilen paraşütçülerle buluşmuşlardı.

Sword kumsalı, çıkarma günü Almanların karşı saldırıda bulunduğu tek noktaydı. Akşam saat dörtte - haliyle Hitler uyanmış, kahvaltısını edip gazeteleri okumuş ve panzerlere harekat emri verebilmişti - panzer birlikleri Sword kumsalına ulaştı ve İngiliz birliklerine saldırdılar.

İngilizler bu saldırıyı başarıyla püskürttüler ve Alman birliklerine ağır kayıplar verdirdiler.

Sword Beach, Saint-Aubin-sur-Mer
Sword kumsalına çıkan İngiliz birliklerinin hedefi Caen'ı harekatın birinci gününde ele geçirmekti. Buna rağmen Montgomery üç gün sonra ancak Caen'a doğru yola çıkabilmişti. Kente ulaştığında yine dangıl dungul saldırmaya başladı. Geleneksel olarak saldırıyor ve ağızının payını alıp geri dönüyordu. Şehre atılan bombanın, top mermisinin haddi, hesabı yoktu. Montgomery, bildiği tek şeyi yapmaya devam ediyordu.

Caen'ı kim bilir kaçıncı saldırıdan sonra, artık stratejik önemi kaybolmuşken, ancak alabilmişti. İlk planlanan tarihe göre, aradan bir aydan çok zaman geçmişti.

Sword Beach, Lion-sur-Mer
Günün sonunda, Sword kumsalı, altı yüz seksen gibi çok az sayılabilecek bir kayıpla alınmış ve bir de Alman karşı saldırısı püskürtülmüştü. Bu kumsal çıkarma gününün en başarılı kumsallarından biriydi.

Gelelim İngilizlerin çıktığı ikinci kumsal olan Gold'a.

Gold kumsalındaki çıkarmanın fazlasıyla basitleştirilmiş, eksik ancak anlaşılabilir hedefi Arromanches-les-Bains (Aromanş le Ban), yada kısaca Arromanches kentini ele geçirmekti.

Normandiya sahillerinde ne yazık ki Britanya'dan gelecek büyük gemilerin yanaşabileceği yeterli derinlikte çok fazla liman yoktu. Olam bir-iki tanesinide de Almanlar çok sıkı bir biçimde savunmaya almışlardı.

Eh, eğer hazırda bir liman yoksa, niye yanımızda bir tane getirmeyelim demiş İngilizler ve koca bir yapay limanı yüzdürerek Normandiya'ya getirmeyi planlamışlar.

İşte Arromanches kasabası, ilerleyen günlerde bu büyük yapay limana ev sahipliği yapacaktı.

Arromanches'deki yapay limanın bir parçası

Bugün Arromanches'a yolunuz düşerse, bu mühendislik harikası limanın parçalarını denizde, kentin içinde, ve Çıkarma Müzesinde görebilirsiniz.

Yine kısa vadeli hedefler arasında Bayeux (Bayö) kentine ulaşıp, Caen'a giden yolu keserek Alman takviye birliklerinin Caen'a ulaşmasını engellemek ve daha da önemlisi, Port-en-Bessin (Por en Bessan) kasabasını ele geçirip, Omaha kumsalına çıkan Amerikalılarla birleşmekti.

Hem Bayeux, hem de Port-en-Bessin güzelim iki kasaba. Özellikle Bayeux'nun, arasından üzerinde bir değirmeni olan minik bir derenin geçtiği bir sokağı var ki bir saatinizi hiç sıkılmadan geçirebilirsiniz. Yine Bayeux'da devasa bir katedral var. Port-en-Bessin'in ise çok güzel bir limanı bulunmakta.

Çıkarma günü, Alman savunması bu kumsalda, diğerlerine göre biraz farklıydı. Orta bölümleri bataklık olan sahilde, beton sığnaklar ve ufak nöbet kulübeleri içersinde bol bol makineli tüfek yuvaları vardı. Sağ ve sol noktalarda ise sahil evleri korugana çevrilmişti. Bu evden bozma koruganlar, çıkarma öncesi deniz bombardımanından çok ciddi biçimde etkilenmişlerdi.

Arromanches limanının kalıntıları
Denizde ise klasik tank engelleri ve mayınlar bulunuyordu.

Gold kumsalında, çıkarmanın en yoğun yapıldığı bölge Ver-sur-Mer (Ver sür Mer) yakınlarımdaki sahildi.

İngilizlerin şansına, kuvvetli bir rüzgar denizi kabartmış, engellerin ve mayınların birçoğu su altında kalıp etkisiz hale gelmişlerdi.

Son anda verilen bir kararla DD tankları yüzdürülmek yerine çıkarma teknelerinin içinde sahile kadar taşınmıştı. Hitlerin uykusu sağolsun, sahilde bu tankların karşısında hiçbir Alman zırhlı aracı yoktu ve DD tankları, sahile çıkan piyadelere çok önemli bir destek sağladılar.

Asli hedeflerden olan Arromanches, akşam saat dokuz civarı ele geçirilmişti. Ancak, ertesi gün saldırılan Port-en-Bessin'da ise işler iyi gitmedi. Güçlü dirençle karşılaşan İngiliz birlikleri bu kasabayı ancak iki gün sonra alabildiler.

Gold kumsalında çıkarma dört yüz gibi göreceli olarak az bir can kaybıyla başarılmıştı.

Arromanches'da daha hemen ertesi gün yapay liman için çalışmalara başlanmış, bir hafta içerisinde de bu liman işlev kazanmıştı. İsmi Mulberry (Malböri) olan bu yapay liman, dahiyane bir İngiliz buluşuydu.

Bu liman, Omaha kumsalımda Amerikalıların yaptığı suni liman ile birlikte Cherbourg gibi derin doğal bir liman ele geçirilene kadar Müttefiklerin anakaraya asker ve savaş malzemesi getirmek için kullanıldı. Omaha kumsalındaki liman, 19 Haziranda bir fırtınada kullanılmaz hale geldiği için Arromanches'daki liman kadar popüler değildir.

Arromanches'daki bu limandan, yüz günlük bir süre içerisinde yuvarlak bir hesapla toplam iki buçuk milyon asker, yarım milyon araç, dört milyon ton da savaş malzemesi indirilmişti. Kasabanın bütün nüfusunun binden az olduğunu düşünürseniz, bu kasabanın o günlerdeki popülaritesinin ne kadar artmış olabileceğini anlayabilirsiniz :)

Gelelim Juno kumsalına.

Juno Beach
Juno kumsalına çıkan Kanadalılar, çıkarma esnasında çok önemli bir direnişle karşılaşmadılar. Çıkarmanın kendisi Utah kumsalıyla birlikte en başarılısı olarak anılır. Toplam kayıpları beş yüzden azdı.

Ancak çıkarma sonrası Kanadalılar, hiçbir D-Day hedeflerine ulaşamadılar. Bir de içerilere girdikçe SS'lere çattılar ve biraz burunları kanadı.

Kanada kuvvetleri ilerleyen günlerde Caen'a yapılan operasyonlarda yer aldı.

Kumsallar bu kadar. Bir sonraki yazıda toparlayıp bitiriyoruz.

Sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...