9 Kasım 2012 Cuma

Nalet Volkan

Eğer olağandışı bir gelişme olmazsa Mart ayında uzun zamandır planladığımız Sicilya gezisini sonunda gerçekleştireceğiz eşim Jelenayla. Uçak biletlerini aldık, otelimizi "neredeyse" ayarladık.

Sicilyadaki merkez üssümüz Catania şehri olacak. Üç tam günü kapsayacak bu gezinin bir günü Catania'da, ikincisi Palermo'da, üçüncüsü ve de en heyecanlısı ise Etna dağının tepesimde geçecek.

Bildiğiniz gibi Etna, Avrupa'daki üç aktif volkandan en büyüğü ve en aktifi. Yılın büyük bölümünde en azından zirvesinde duman tütmekte. Bazen ufak çapta gaz yada lav da püskürtmekte.

Etna dağı, otelimizin de bulunduğu Catania şehrinin yakınında, üç bin üç yüz elli metre civarı yüksekliğinde. Civarı diyorum çünkü volkanik aktivitenin getirdiği soğuyan lavlar yüzünden tam yüksekliği değişmekte. Ziyaret planına göre iki bin metreye kadar arabayla çıkacak, lav mağaralarını ve kükürt tüten "vent" 'leri gezecek, daha sonra teleferik ve 4x4'lerle üçbin metreye çıkıp asli kraterleri göreceğiz. Etna, büyük bir volkan olması sebebiyle birden fazla kratere sahip.

Bu gezinin başka bir önemli özelliği ise Jelena'nın doğum günü olması. İşin komik tarafı, geçen seneki doğum gününü de Güney İtalyada, Napoli'de kutlamıştık ve yine aktif bir volkan olan Vezüv'e tırmanmıştık.

Bu hafifçe travmatik Vezüv deneyiminden sonra Etna planı ortaya çıktığında Jelena "Gidelim ama doğum günümde değil. Bu sene şöyla ağız tadıyla, daha az yorucu biryere gidelim, doğum günümü sessiz sakin geçirelim" dedi. Tamam dedim tabii ki (evli olanlarınız bilir bu duyguyu).

Ondan sonra başladı Jelena diğer alternatiflere bakmaya. Herbiri ya zaman yada fiyat bakımından tutmadı ve biz de yine döndük Sicilya'ya.

"Bu kez tecrübeliyim, Vezüv gibi olmayacak" dedi.

Vezüv'e gittiğimiz gün Jelena tip-top giyinmiş, bilmem ne marka çizmeleriyle, bilmem ne marka çantasıyla aktif bir volkandan çok pastanede çay içmeye gider gibiydi.

Bizi Pompeii'den Vezüv'e getiren ring otobüsünün şöförüne sordum "Zirveye ne kadar yürümemiz gerekiyor?" diye. İki yüz metre dedi. Sonra tüm otobüse hitaben "Geri dönüş bir saat sonra" diye bağırdı.

Otobüsten inip zirveye çıkan yolu görünce dank etti kafama. Zirveye iki yüz metre yolun uzunluğu değil yüksekliği, yani zirve iki yüz metre yukarda ama ona giden yol dağın yamacında zig-zag yaparak ilerliyor. Bu da, tam matematiği yapamasam da, az çok üç kilometre yokuş yukarı yürümek demek.

Zirveye iki yüz metre kala
Bırak bir saatte zirveyi gezip geri dönmeyi, bir saatte ancak çıkarız yukarı.

Neyse, bir saat dediklerine göre vardır bir bildikleri dedim.

Yolun başında Vezüv gönüllüleri elimize ağaç dallarından yapılma birer baston verdiler, biz de orta çağlardaki yalancı peygamberler gibi başladık yürümeye.

Yalancı peygamberler gibi başladık yürümeye
Beş dakika sonra volkanik bir arazide yürümenin ne demek olduğunu anladım. Ağızımız, burnumuz, kulaklarımız, giysilerimiz ve herşeyden önemlisi Jelena'nın bilmem ne marka çizmelerimin her milimetre karesi o kahverengi-turuncu volkanik tozla kaplandı, boğazımız kurudu, gözlerimiz yanmaya başladı.

Neyse, sürüne sürüne sonunda çıktık yukarı kırk beş dakikada. Kraterin tam yanındayız. Hayatımda çok az bu kadar etkilendim gördüğüm bir şeyden. Onbinlerce insanı ve iki şehiri tarihten silen bu gücün büyüklüğü benim varlığımı bir anda küçücük hale getirdi.

Vezüv'ün Krateri

Jelena "Hadi dönelim, on beş dakikada ancak ineriz aşağıya" dedi.

Şaka gibi geldi kulağıma. Binlerce kilometre yoldan gel, kırk beş dakika o cehennemi yolu çık sonra beş dakika bile geçiremeden zirvede, in aşağı."Jelenacım, ben bir etrafını dolaşacağım kraterin, on dakikada gelirim" dedim, ama ne ben ne de Jelena inandı o dediğime. Jelena bir daha denedi şansını, "Bak, otobüsü kaçırırsak geri dönemeyiz, gel inelim aşağıya" dedi. Ben de "Merak etme, olmazsa bir taksiye bineriz" dedim. Jelena "Burada taksi maksi yok" derken ben fotoğraf makinesini alıp dağın diğer tarafına doğru yürümeye başlamıştım bile. Jelena da çaresiz su, gazoz falan satan minik büfe kılıklı bir kulübeye gidip beni beklemeye başladı.

Kraterden sızan duman
Zirvenin etrafındaki turum bir kırk beş dakika aldı. İngilizcede dedikleri gibi "Once in a life time experience" yani hayatta sadece bir kere geçirilen deneyim, her saniyesi değdi. Otobüsü falan koydum aklımın uzak bir köşesine.

Geri dönüp Jelena'yı uzaktan gördüğümde bir-iki saniye durup bir "damage control" yani hasar tespiti yaptım. Sonra hiçbir şey olmamış gibi Jelena'ya sordum.

"Niye dışarda bekliyorsun?"

"Çünkü büfe kapandı" dedi. "Park da kapanmak üzere, muhtemelen otobüs de gitti biz de kaldık burada"

"Olur mu öyle şey" dedim. "Bunca insan geri dönecek nasılsa, biz de birinin otobüsüne, arabasına biner gideriz" dedim ama ben de inanmadım söylediğime. Etrafta kalan insanların hemen tümü büfeci, bekçi falan gibi çalışanlardı. Pek öyle ziyaretçi yoktu.

Jelena "Hadi inelim aşağı, belki bizim otobüs hala bekliyordur" dedi ama otobüs bunca zamandan sonra zaten beklemezdi.

Yanılıp yenilip beklese bile, insanları bir saat boyunca öttürdükten sonra o otobüse ben nah binerdim.

Ancak otobüslü yada otobüssüz aşağı inecektik nasılsa. O yüzden fazla felsefe yapmadım ve yola koyulduk.

Yolun yarısına geldik, Jelena benle bir kelime bile konuşmadı. "Hayatım, bak bana, bir resmini çekeyim" dedim. O da dönüp bana öyle bir baktı ki, yedi sene boyunca benzerini bir daha görmedim

"Nalet volkan" dedi, biraz sansürden sonra. "Şu çizmelerimin haline bak".

Nalet Volkan
Tam burada koptuk ikimizde. Bir on dakika güldük beraber. Bugün hala arada bir hatırladıkça güleriz "Nalet volkan" 'ı...

"Şimdi Pompeii'ye gidince güzel bir yemek yeriz, hiçbirşeyimiz kalmaz" dedim ama hala gülüyoruz. Jelena da "Nasıl dönmeyi düşünüyorsun?" diye sordu. Ben de "En kötüsümden yürürüz" dedim. O da "Nasılsa yolda önce paramızı alırlar sonra da bize tecavüz ederler, yemeğe falan da gerek kalmaz" dedi.

Gülerek iniyoruz aşağı, bu arada da ben kesinlikle beklese bile bizim otobüse binmem, yüzüm yok falan diyorum.

Aşağı bir indik ki, amaney, bizim otobüs orda. Yanılmaya imkan yok, tramvay gibi yapılmış, cart renkli bir otobüs.

Jelena, "Koş bugi" dedi, "belki yakalarız".

"Yok" dedim, "Ben cidden o otobüse binmem".

"Tamam" dedi Jelena, "ben suçu üstüme alacağım".

"iyi o zaman, gelirim" dedim ve koştuk beraber.

Pompeii-Vezüv Otobüsü
Otobüsün yanına gelince anladık ki şoför bizim şoför değil ama firma aynı firma. Meğer her akşam zamanında tarifeli otobüsü yakalayamayan üç-beş kişi kalırmış dağda. Firma da kapanış saatinde bir otobüs gönderip toplarmış onları.

"Ne zaman kalkıyorsun?" diye sorduk. Şoför de "Yarım saat daha bekleyeceğiz" dedi. Biz de o toz dumanı temizleyip kuru boğazımızı ıslatma isteğiyle "O zaman biz şu ilerdeki cafe'de bir kahve içelim" dedik.

Vezüv'ün Napoli'den görıntüsü
Şoför bu kez İtalyanca cevap verdi ama hernedense Jelena çevirmeden önce bile her kelimesini anladım:

"Bak, bu kez gerçekten SON otobüs bu!"

...ve özellikle "son" anlamına gelen "ultima" kelimesini...

Jelena'nın tuzu kuruydu, beni beklerken birşeyler içebilmişti. Ben ise saatlerdir aç, susuzdum. Bu yüzden o kahvenin dermanını size kelimelerle anlatamam.

Hemen ailelere Vezüv damgalı bir iki kartpostal gönderdik ve otobüse koştuk.

Hayatımız an be an iyileşiyordu.

Pompeii'de bir Napoli pizzası ve Vezüv şarabından sonra rejenerasyonumuzu tamamlamıştık bile. Trene binip Napoli'ye geldiğimizde ise sanki sabah kalkmış gibi dinçtik.
er ikimiz de fazlasıyla eğlendik bu gezide. Benim açımdan tek uzun süreli ters etkisi ise Jelena'nın dağın tepesinden topladığım volkanik bir taşı bir süre salonda diğer hatıra eşyaların yanına koymayı red etmesiydi. Neyse, zaman içinde bunu da hallettik :)

Vezüv macerası böyle işte.

Darısı Etna'nın başına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...