17 Kasım 2012 Cumartesi

Sosyal Medya

Sosyal medya çıktı, mertlik bozuldu. Ne güzeldi eskiden, sadece bir telefon vardı, en çok iki kişi geyiklerdi. Şimdi, bir konsey halinde isteyen istediği şeyi söylüyor, hem de tamamen herkesin gözü önünde.

Herkes deyince, cidden herkes. Aileden başlayın, ilkokıl, ortaokul, lise, arkadaşları, akrabalar, eşlerin aileleri, onların arkadaşları, işyerinden arkadaşlar, hocalar, öğrenciler... Liste uzayıp gidiyor.

Artık bu "fenomen" le birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım, yoksa sosyal medya yokmuş gibi davranmakla kurtulamayız.

Yarın çocuğunuz eve gelip bir suratla, yüzünüze bile bakmadan odasına çıktığında, sorarsınız ona.

"Neyin var tatlım? Canın mı sıkkın? Birşey mi oldu okulda?"

"Yok bir şey."

"Yok, yok, kesin birşey olmuş. Sinem'le mi kavga ettiniz?"

"Yok diyorum baba yaa. Olmadı birşey... Önemli değil...."

"Hadi güzel kızım, söyle ne oldu..."

Kızınız da ağlayarak size döner ve:

"Hep beraber Mekdonaldzdaydık, herkes birbirine babasının Feysbuuk sayfasını gösteriyordu. Ben utandım, babam anlamaz öyle şeylerden demeye. Hemen hamburgerimi alıp kaçtım ordan."

Alın size birinci sınıf drama.

Siz de böyle kaka bir duruma düşmek istemiyorsanız, bu sosyal medya işine girmek zorundasınız. Başka çıkar yolu yok. Hele şimdilerde akıllı telefonlar, akıllı tvler, mini/maksi tabletler, akıllı buzdolapları, vesaireler var ki birinden kaçsanız diğerine nasılsa tutulacaksınız, yani hiç mi hiç kaçma şansınız yok.

Bilmiyorsanız söyleyeyim. Bir televizyonu, buzdolabını, telefonu akıllı yapan özellik, Facebook'a bağlanabilmesi.

Siz farkında bile olmadan bu akıllı aletler sizin o an neyle iştigal ettiğinizi Facebook'a, Twitter'a hemen jurnallıyor.

Bülent starbaks kafede venti amerikan kahvesi içti. Bülent şu anda Kızılayda. Bugün Bülentin yaş günü. Bülent yeni bir işe başladı. Bülent evlendi. Bülent mutlu. Bülent mutsuz. Bülent susadı. Bülent çiş yaptı. Bülent gazetede küresel ısınma ile ilgili bir haber okudu. Büient dana köri yedi (genelde yemek fotoğrafı ekinde).

Bu aşamada akla gelen ilk şey ise "Yaw, bütün hayatımız ortada. Herkes ne halt ettiğimizi biliyor." paniği.

Haklı da bir panik sebebi.

Problem ise tedavisinin olmaması. Yani Facebook'dan uzak kalarak özel hayatınızı genelleştirmekten kurtaramıyorsunuz.

Sizde Facebook olmasa arkadaşınızda var. Arkadaşınıza dur, yazma Facebook'a deseniz, tanımadığınız birinin elinde bir akıllı telefon, çat çut resminizi çekmiş, Facebook'a göndermiş oluyor. Resmi çekeni tanımasanız da ya onun bir arkadaşı, yada arkadaşının bir arkadaşı sizi tanıyor oluyor.

Bir de dur, gönderme Facebook'a dediğinizde herkes size ya gangster yada üçüncü sınıf evli çapkın muamelesi yapıyor.

Yani her iki ucu da kötü sopa...

Ben üçüncü sınıf maço havalarını bıraktım ve teslim oldum sosyal medyaya. Facebook'da check-in yapmasamda eşim iPhone ile canlı olarak harita üzerinde nerede olduğumu zaten görüyor.

Eee, özetle dana köri yada kebap yememin de toplumsal dinamikler bakımından pek bir etkisi olamayacak kadar önemsiz bir kişilik olmam sebebiyle bu bilgileri paylaşmakta da bir sakınca görmüyorum.

Ve sosyal medyayla barışık, mutlu bir biçimde yaşıyorum.

İşte bu son cümlede burnum uzamaya başladı.

Çünkü hayat Facebook'da o kadar kolay değil.

Çünkü her yeni "fenomen" gibi sosyal medya fenomeninin de kakasını çıkardık.

Nasıl mı?

Bir kere eğer dilin kemiği yoksa, klavye deniz anası sayılır. Karşındakiinsanın gözüne bakarak söyleyemedikleri birçok şeyi klavye delikanlıları oturma odalarının konforunda rahatça yazabiliyorlar.

Ben en azından haftada bir kere ne söylediğini bilmeyen birinin zırva zapan lafları yüzünden önce bir gerilip sonra da boşanıyorum. Nefesimi tutuyor, içimden ona kadar sayıyor, ve eğer zırva katsayısı yüksek bir laf ise hemen sinirle bir cevap yazmamak için klavyeden uzaklaşıyorum.

Düşünün, neredeyse bütün hayatınız boyunca karşılaştığınız kişilerden oluşan bir topluluk karşısındasınız. Bunların içinde akıllısı var, daha az akıllısı var. Sizi seveni var, sevmeyeni var. İyi gününde olanı var, olmayanı var. Ve bunlardan biri mutlaka sizin kanınızı tepenize çıkarma işini üstleniyor.

Ben böylelerini hemen atıyorum listemden. Eskiden konuşup anlaşmaya çalışırdım, olmuyor.

Size bir-iki hikayeyi - isim vermeden tabii - anlatayım.

Uzaktan bir tanıdık bir mesaj atmış geçenlerde. "Yaw, niye durmadan yazıyorsun (blog yazılarını kast ediyor), yok mu yapacak başka akıllı bir işin?"

Şimdi ne cevap verirsiniz bu adama?

Başladım yazmaya. "Yazmak hoşuma gidiyor ki yazıyorum demek. Sonra yazmak da öyle akılsız bir iş sayılmaz. Hem sana ne.." falan derken yarı yolda yazdıklarımı sildim. Hemen gidip attım bu arkadaşı listemden.

Başka bir gün, Türkiyeyle ilgili güncel bir haber okudum ve paylaştım CNN Türk'den ama saf haber yani, öyle yorum falan yok içinde. Bir toplantı mı olmuş, bir zirve mi yapılmış, öyle bir şey, geçmiş zaman, tam hatırlamıyorum.

Bir dingil hemen bir yorum yazmış altına.

"Oku, oku, oku."

Bir klavye sosyalisti. Kapitalist düzenin en büyük yüz şirketinin birinde çalışan ve her yıl şirkete yaptığı hizmetleri yıl sonu değerlendirmesinde anlatıp maaşını artırmaya çalışan aslan sosyalist, bana ayet gibi akıl veriyor.

"Oku, oku, oku."

"Lan" dedim, "Bilmemne toplantısı yapıldı haberini Victor Hugo'dan mı okuyayım?"

"Victor Hugo sana ağır gelir aslanım, sen istersen git Oda TV den, Cumhuriyet'den oku, öyle CNN Türk'den boş propaganda dinleme." dedi. İçi bomboş sosyalist klişesi sizin anlayacağınız.

Yine de tekrarlayayım, haberin içeriğinde bir cümle yorum yok. İşte şu, şurada, bunu söyledi gibi bir haber.

Bu arada da bu arkadaşın yazdıkları herşey de aleni, yani herkes okuyor.

Fesüpanallah dedim, hadi bulaşmayayım daha fazla. Bir de çok günümüz geçti beraber, severim bu arkadaşı.

Ya aynı gün, yada bir gün sonra televizyondaki Stargate dizisi ile ilgili bir haber paylaştım. Seninki hemen altına yazmış.

"Hah şöyle anladığın şeyleri yaz!"

Öyle nefes tutup beşe, ona kadar bile saymadan attım listeden.

Siz böyle insanları sadece televizyonda komedi dizilerinde var zannediyordunuz değil mi? :)

Yine geçmişin karanlıklarından yirmi senedir görmediğim bir arkadaş. Bir mesaj atmış.

"Bülent, senden habire Farmville mesajları geliyor. Bir daha gönderme lütfen!"

Şimdi, söylediği haklı da olsa ben olsam ve bir clickle tüm Farmvılle mesajlarını bloklamak yerine arkadaşıma bir mesaj atmayı seçsem bile öyle ünlemli, "Bir daha yapma!" 'lı bir tarz yerine biraz daha farklı bir ton seçerdim.

C'est la vie. Ben değilim yazan. Adam da çiğ bir mesaj yazmış olsa da haklı.

Aynen şöyle cevapladım.

"Mesajlar Farmville oynayanlara gidiyor, muhtemelen sen de bir ara oynamışsın. Farkında değilim, kusura bakma, dikkat ederim bundan sonra."

Hem haklı olduğunu kabul edip özür diliyorum, hem de sorunu çözüyorum.

Gel gör ki muzaffer kumandan zafere doymuyor.

"Bizlerle bu şekilde irtibat kurmak istediğini gördüm, hoşuma da gitti ama çok fazla oldu böyle."

Arkadaş diyor ki onlarla temasa geçebilmek için Farmville gibi bir oyunu bahane etmişim ve o da memnun olmuş. Ancak abartmışım.

Üşenmedim, loglara baktım. 2007 yılında bir iki mesaj la nasılsın, napıyorsun demişiz, 2011 yılında da karşılıklı doğum günlerimizi kutlamışız, o kadar, Farmville gibi bir bahaneyle canlandırmaya çalıştığım muhabbetimiz.

Bilmeyenlere söyleyeyim, Farmville'de mesajlar toptan gider, ya tüm arkadaşlara, ya oyun severlere, ya da Farmville oynayanlara. Ben genelde Farmville oynayanları seçerim. Zaman zaman da kazayla herkese gider mesajlar ancak inanın konuşmak istediğim birine saçma sapan oyun istekleri göndermektense bir mesaj atacak kadar medeni olduğumu düşünüyorum.

Ve yine tekrarlayayım, her kim ben oyun mesajları almak istemiyorum diyorsa da haklıdır. Bu hikayede lütfen bu isteğin kendisine değil, ardındaki psiko-analiz'e dikkat ediniz.

Kabalaşmamaya dikkat ederek bir cevap yazdım. Bende yirmi sene sonra Farmville mesajlarıyla canlandırmaya çalışacak kadar olmasa da hala çok hatrı vardır. Ona bu mesajları kaza ile de olsa almaması için onu blokladığımı söyledim ve blokladım.

Yani böyle ne söylediğini bilmeyen adamları bu işin vergisi, şark hizmeti olarak kabul edeceksiniz eğer bu sosyal medya işine girerseniz.

Ne yazık ki sosyal medyada kendinizi bir ölçüye kadar İngilizcesiyle expose, Türkçesiyle ekspoze ediyor yani açıyorsunuz. Hal böyle olunca aradan böyle canınızı sıkan patavatsız insanlar, eşleri yada arkadaşlarının zorlamasıyla size kızan yada sizi listelerimden atan ulvi karekterler, sadece bir beklentileri olduğunda sizi hatırlayan sözde arkadaşlar çıkmaktadır.

İşin ilginçi bu karekterler sadece sosyal medyaya mahsus değillerdir. Üyesi olduğunuz iş, arkadaş yada diğer sosyal gruplarda da böyle insanlar fazlasıyla bulunurlar. Sosyal medyanın tek farkı bu gereksizlikleri daha kolayca icra edilebilir hale getirmesi ve etki alanını büyütmesidir.

Sosyal medyanın bu zararları ne mutlu ki getirdiği faydalar tarafından bastırılır ve hatta sonunda kara bile geçeriz. Ancak bir fayda-zarar analizinden çok ulusal ölçekte hükümetleri devirebilen bu yeni medya türünün gücünü göz önüne almalıyız ve sosyal medya vagonuna atlama kararımızı buna göre vermeliyiz.

Geride kalanların fazlaca şansının olmadığı bir tren bu. İnsanlar işe girerken, tatile giderken, araba, ev alırken artık hep sosyal medyayı kullanmakta.

Siz de kımıldayın bence...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...