12 Kasım 2012 Pazartesi

Kural Dışı Fotoğraf

Ekimin sonları ve Kasımın neredeyse tümü dünyanın bu bölgesinin en tatsız zamanlarıdır. Yazın güneşi, baharın yeşili gitmiştir. Kışın beyazı için de Aralığı beklemek gerekir. İşte bu anlarda sadece kapalı gıpgri bir gökyüzü ve fazlasıyla yağmur vardır. Ne dışarı çıkası gelir insanın, ne de bir şey yapası.

İşte Avrupada bilim ve sanat bu yüzden ilerlemiştir. İnsanlar bu tataız havalarda yapacak başka bir şey bulamadıklarından ya resim yaparlar, ya kitap yazarlar, ya da keşif yaparlar. Bu havalar halbuki bizde olsaydı yapsak yapsak nüfus patlaması yapardık herhalde. Şükür ki havalar güzel de başbakanımızın ısrarına rağmen çocukları üçlemiyoruz :)

Ben kulunuz da fason bir Avrupa yerleşiği olarak ortama uymuş ve kendimi fotoğraf ilmine adamış bulunmaktayım bu kozmik can sıkıcılığında.

O yüzden bu yazımda size fotoğraf ilminin biraz kural dışılığından bahsedeceğim. Yani "asi fotoğrafçılık", yada İngilizcede dedikleri gibi "outside the box photography".

Yeri gelmişken, kural dışı fotoğraf derken fotoğraf çekme yöntemlerinden bahsediyorum, yoksa neyin fotoğrafını çektiğinizden değil. O yüzden aklınıza o ilk gelen şeyleri bir kenara bırakın :)

Neyin kural dışı olduğunu açıklamak için neyin normal yada kurallar dahilinde olduğuna bakalım önce.

Mesela, saf, arı, hiç dokunulmamış fotoğraf makinesinin sensöründen çıktığı gibi masamıza gelmiş bir fotoğraf. Herhalde bundan daha kural içi, yada İngilizcede dedikleri gibi "by the book" bir fotoğraf olmaz..

...dersek büyük bir fotğrafik hayal kırıklığı yaşarız. Bir fotoğraf sensörden çıktığı şekilde eaki film negatiflerine benzer. Neredeyse renksiz, karanlık tatsız bir görüntüsü vardır. İşte tam burada fotoğraf makinesinin içindeki bir görüntü işlemcisi devreye girer ve görüntüyü renklendirip, tonlandırıp, keskinleştirip gerçeğe biraz daha yakınlaştırır.

Adobe Lightroom yada Google Picassa gibi programlar makinenin otomatik olarak yaptığı bu tonlandırma ve renklendirmeyi biraz daha kontrollü biçimde fotoğrafçının yapmasına izin verir.

İşte profösyönel ukalalık genelde kural içilik yada normallik çizgisini burada çeker. Yani bir fotoğrafın renklerini, tonlamasını, aydınlıklığını yada parlaklığını değiştirmek normal sayılır. Bundan ötesi ise genelde tukaka, anormal yada sahte sayılır.

Yada asi, kural dışı yada outside the box.

Peki, sahi, nedir renkleri, tonlamayı yada parlaklığı değiştirmenin ötesi?

Bunu uzun uzun anlatabiliriz ama bir kelimeye indirirsek Photoshop diyelim şimdilik.

Ne yapar photoshop da böyle kural dışılık getirir fotoğraflara?

Çok basit. Photoshop, sensörden gelen ve görüntüyü meydana getiren noktaları siler yada yenilerini oluşturur. Yani resimlerdeki nesneleri siler, hareket ettirir, fotoğrafları birleştirir yani olanı siler, olmayanı varmış gibi gösterir.

Burada konuyu anlatmak için fazlaca basitleştirme yaptığımı biliyorum. Mesela Lightroom da bazı nesneleri silebilir yada taşıyabilir, nasıl Photoshop da renkleri, parlaklığı ve tonlamayı değiştirebilirse. O yüzden detaylara takılmayalım, işin aslına dönelim.

Profesyonel ukalalık, bu Photoshop düşmanlığını gerçekte olmayan şeyleri fotoğrafa katmanın etik olmamasıyla açıklar.

Alın elinize öğle vakti bulutsuz, sıkıcı mavi gökyüzü altında çekilmiş üzerinde sadece kendinizin olduğu bir fotoğrafı. Bu sıradan fotoğrafa bir dağ manzarası, mükemmel şekilli bulut kümeleri, batan bir güneş ve kan kırmızı bir gökyüzü eklemek Photoshop'da aşağı yukarı on beş dakika alır.

İşte gelenekçi fotoğrafçıların sigortaları burada atar. Onlara göre ortaya çıkan görüntü değersizdir, kural dışıdır. Çünkü gerçek değildir.

Hele ki bir de şu sıralar yayılmakta olan HDR yani High Dynamic Range isimli yeni bir fotoğraf çekme tekniği var ki profesyonel ukalalar tüm fotoğraf tanrılarının gazabını bu HDR fotoğrafçılarının üzerine göndermekteler.

Nedir bu HDR derseniz, bir fotoğraf karesinde eğer aynı anda çok aydınlık ve çok karanlık bölümler varsa fotoğraf makinesi normalde ortalama bir parlaklık ayarı yapar. Bu ortalama parlaklıkta çok karanlık bölgeler fazlasıyla karanlık, çok aydınlık noktalar da fazlasıyla parlak kalır ve bu her iki ekstrem bölgedeki detaylar kaybolur.

Bir HDR fotoğraf çekimi esnasında ise makine bir normal, bir parlak, bir de karanlık olmak üzere ayrı ayrı üç (yada daha fazla) fotoğraf çeker. Bir yazılım da normal fotoğrafdaki aşırı aydınlık ve karanlık bölgelerdeki kaybolan detayları parlak ve karanlık çekilmiş diğer fotoğraflardan tamamlar ve tüm detayları içeren yeni bir fotoğraf oluşturur.

İşte gelenekçi ukalalar bu fotoğrafların gerçek dışı oldukları iddiasıyla HDR fotoğrafçılığı yerden yere vururlar.

Aynı kriterleri mesela resme uygulasaydık, Picasso'yu yerden yere vurmamız gerekmez miydi? Kim iddia edebilir ki Picasso'nun resimlerinin gerçeğe uygun olduğunu? Tabii ki eğer arkadaşlarınızın arasında kafası dikdörtgen olanlarınız varsa bilemem ama Picassonun resimleri pek öyle gerçek hayatta gördüğümüz nesneleri ve şekilleri içermez. Tam aksine, fazlasıyla uçukturlar.

Siyah beyaz fotoğraflar da hayatın gerçeklerine aykırıdır mesela çünkü hayat gerçekte renklidir. Ama bu hard-core gelenekçi fotoğrafçıların gözünde siyah beyaz çekim fazlasıyla mübahtır, hatta yüksek sanat sayılır.

Geçenlerde bir HDR erbabının Youtube'da bir seminerini izledim. Şovun sonunda sadece ağızım açık, takdir ettim adamın yaratıcılığını. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi bu arkadaşın yaptığı.

Bildiğiniz üzere dünyamız kendi etrafında döner. Bizim bulunduğumuz enlemlerde bu dönmenin hızı 24 saatte 20 bin kilometre yada saatte bin kilometre civarıdır. Bu bayağı yüksek bir hızdır - neredeyse ses hızı - ve farkında olmadan hepimiz büyük mesafeler katederiz.

İşte bu yüzden gökyüzündeki yıldızlar bizim bu dairesel dönüşümüz yüzünden sanki üzerimizde daireler çiziyormuş gibi hareket ederler, ki aslında dönen dünyamız ve dolayısıyla bizlerizdir.

Neyse, yukarda bahsettiğim arkadaş bulutsuz bir gecede kamerasını Kutup Yıldızı'na çevirmiş (Kutup Yıldızı tam kuzey-güney eksenimde olduğundan dünyanın dönme hareketinden etkilenmez). Sonra poz süresi yani fotoğraf çekme süresi ikişer saat olan dört fotoğraf çekmiş bir gece boyunca. Sonunda da HDR tekniği ile bu dört fotoğrafı birleştirmiş. Ortaya masmavi bir gök yüzünde Kutup yıldızı etrafında daireler çizen binlerce yıldız çıkmış.

Şimdi gel de bu adama sen fotoğrafçı değil grafikersin çünkü HDR kullanıyorsun de...

Ben, kendim, genelde Photoshop kullanmam. HDR'ı ise kırk yılda bir, o da iPhone üzerinde olduğu için, ancak her ikisi için de bir önyargım yoktur. Aptalca Photoshop'lanmış ve gözüme fazlasıyla saçma görünen binlerce fotoğraf gördüm. Facebook bunlarla kaynıyor. Ancak çok başarılı, göze çok hoş görünen Photoshop çalışmaları da gördüm.

Photoshop'ın kendisi bir fotoğrafı güzel yada kötü yapmaz.

Yine benzeri şekilde bazı HDR fotoğraflar sanki başka bir gezegende çekilmiş gibi, abartılı ve tatsız olabiliyor ama bazıları ise inanın çok güzel. Gidin flickr.com'a ve HDR ile bir arama yapıp kendiniz karar verin.

Bana sorarsanız, kamera, Lightroom, Photoshop, HDR, bunların hepsi birer araçtır. Bu araçlarla oluşturulmuş görüntü eğer fotoğrafçılığın hedefi olan öykü anlatımını başarabiliyorsa, santçı görevini yapmış yani başarılı olmuş sayılır. Aksi halde başarısız.

Yoksa sanat icra araçlarını yapay kalıplara sokmanın, aralara anlamsız ve amaçsız sınırlar çizmenin yada sanatçıya kullandığı araçlar yüzünden çizimci yada grafiker gibi değer düşürme amaçlı isimler takmanın belli bir sonucu yoktur.

Fotoğraf sanattır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...