25 Kasım 2012 Pazar

Art For Art's Sake

Bugün birkaç arkadaşla beraber güzel bir akşam geçirdik. Akşamın sonuna doğru ise alkolün de tesiriyle filozofik bir laf ettim. Dedim ki:

"Bence birşeyler üreten herkes sanatçıdır"

Ve muslukçuları yada elektrikçileri de sanatçılar arasında gösterdim.

Bu tanımlamayı inanarak yapmıştım ancak akşam bitip evlerimizde yalnız kaldığımızda bir vicdan muhasebesi başladı içimde. Acaba benim anlık yaptığım bu tanım genel kabul görmüş sanat tanımlamasına ne kadar uyuyor diye oturup düşünmeye başladım.

Daha da doğrusu, acaba benim bu tanımımın gerçek hayatta karşılığı var mı yoksa ben mi zırvaladım sorusunu sordum kendime.

Sahi nedir sanat?

İnsanın ilk aklına gelen şey doğal olarak resim, yazı, şiir, müzik gibi araçlarla insanların rekreasyonuna, yani dinlenip eylenmesine yönelik aktiviteler oluyor.

Başka bir klişe de duyguların yukardaki işlevlerle diğer insanlara iletilmesi.

Bunlar pek yanlış sanat tanımlamaları değil aslında, sadece biraz eksik.

Duyguların aktarılması amaçlı ortaya çıkarılan estetik odaklı, müzik, şiir, resim gibi yapıtlar sanatın genelinin değil "güzel sanatlar" parçasının tanımının içinde kalıyor.

Hep duyarız bu "güzel sanatlar" lafını, ancak bize fazlasıyla doğru geldiği için çok fazla kafa yormayız üzerine. Öyle değil mi? Sanat zaten güzel olmalıdır, öyleyse güzel sanatlar tanımı da fazlasıyla doğru bir tanım olmaz mı?

Burada sorun güzel sanatlar tanımının kendisinin güzel olmayan sanatlar olabileceğini ima etmesinde yatıyor. Başka bir deyişle eğer güzel sanatlar varsa güzel olmayan sanatlar da yok mudur.

Ki güzel olmayan sanatlar gerçekten de vardır.

Ancak güzel olmayan sanatlar, yanı güzel sanatların tersi "çirkin sanatlar" değil "uygulamalı sanatlar" dır.

Güzel sanatlar sadece estetik amaçlı aktivitelerken, uygulamalı sanatlar estetikle birlikte gerçek hayatta bir kullanım alanı bulunan, yani bir işe yarayan aktivitelerdir.

Bir örnek vermek gerekirse, Salvador Dali'nin bir tablosu bakan kişiye estetik bir doyum verir. Bu da güzel sanat tanımına bire bir uyan bir örnek olur.

Bir mimarın yaptığı bir ev çizimi ise estetik olarak bir tatmin yaratsa da aynı zamanda bir ev olarak da gerçek hayatta pratik bir kullanım alanı bulur ve uygulamalı sanat tanımına uyan bir örnek olarak da kayıtlarımıza geçer.

Yazımızın başlangıç konusu olan muslukçu sanki bu uygulamalı sanat tanımında kendisine bir yer bulacak gibi...

Muslukçunun yaptığı işi mesela estetik açısından değerlendirelim.

Lavaboyu tamir ederken yada boruları değiştirirken sonucun estetik açıdan düzgün olması muslukçunun işinin çok önemli bir parçası değil midir?

Muslukçu, en azından bir mimar kadar sorun eder estetiği. Bir lavaboyu kırıp bırakmaz yada boruları aklına geldiği gibi odanın her yerinden geçirmez.

Estetikse alın size fazlasıyla muslukçuluk estetiği.

Estetik var dedik. Peki ya duygu?

Duygu işi biraz karışık, o yüzden biraz açalım bu sanatta duygu konusunu.

Öncelikle sanatla duyguyu birleştirirken bu duygunun nereden nereye yada kimden kime aktığoma bakalım.

Eğer sanatta duygu, sanatın izleyicisinde olması yada provoke edilmesi gerekli bir öge ise bizim muslukçunun sanatkarlığı biraz tehlikeye girecektir, çünkü birçok müşterisi muslukçunun tamir ettiği borulara bakıp bakıp duygulanmayacaktır.

Yok eğer duygu sanatı icra eden kişide yani sanatçıda bulunması gereken bir öge ise muslukçumuzun hala sanatçı sayılma şansı vardır. Yeter ki işini yaparken duygularını katsın içine.

Duygu sanatçıda mı, izleyicide mi olmalı surusunu cevaplayalım önce.

Bir örnek bin izahattan iyidir diyelim ve kaçımızın Bach dinlerken duygulandığımıza bakalım. Yüzde bir çok bonkör bir tahmin olacaktır. Bach'ın müziğini anlamayan yada duygulanmayan yüzde doksan dokuzluk çoğunluk Bach'ın sanatçı sayılmasını engellemez.

Bu da demektir ki sanatta duygunun sanatçıda olmasını bekleriz, izleyicide değil.

Soğumadan hemen ikinci sorumuza geçelim.

Muslukçu işini yaparken duygularını koyar mı ortaya?

Koyanı da vardır, koymayanı da.

Yaptığı işe değer veren, bir an önce bitirmek yerine doğru düzgün yapmak isteyen, ortaya çıkan problemleri çözmekten zevk alan, bitirdiği işten haz duyan muslukçular gibi, boşver yaa, yap idareten al paranı, yeniden bozulduğunda yine çağırır, bir daha alırsın parasını diyen muslıkçular da.

Nasıl Bach gibi, Mozart gibi duygularını sanatına döken müzisyenler varken Ajda gibi sağdan soldan tırtıkladığı şarkıları sanat diye bize yutturan, bir de kendi kendine süperstar gibi ünvanlar bahşeden "sanatçılar" ın olduğu gibi...

Evet, ikide iki yaptık. Muslukçunun estetiği de duygusu da var, bir sanatçı sayılması için.

Üçüncü olarak ise şimdiye kadar değinmediğimiz, ancak bence sanat tanımının en önemli unsurlarından biri olan yaratıcılığa gelelim.

Yaratıcılık, olmayan bir şeyi ortaya çıkarmak, daha önceden yapılmamış, örneği bulunmayan bir şeyi yapmak gerçekleştirmektir.

Sanatçı bu esnada beynini kullanır ve birikimlerini zekasıyla birleştirip ortaya yeni bir yapıt çıkarır.

Sanatta yaratıcılığı düşünüp hazmederken lütfen güzel sanatlarla sınırlamayın kendinizi. Albert Einstein görecelilik kavramını sadece hayallerindeki ipuçlarına dayanarak ortaya çıkardığında en az on yaşında tüm bir senfoniyi yazabilen Mozart kadar "sanatçı" bir sanatçıydı.

Eminim ki Mozart yada neredeyse sağırken yine senfoniler yaratan Beethoven eğer müzik yerine matematiğe yönelselerdi, onlar da en az Einstein kadar başarılı birer bilim adamı olurlardı. Ne demişler, müzik matematiğin sayılar yerine notalarla yapılanıdır...

Burada, lafı çok dolandırmadan söyleyelim. Yaratıcılık, her insanda olduğu gibi muslukçularda da değişen derecelerde vardır.

Sonuçta muslukçuluğun bir sanat olduğunu söyleyebileceğimizi düşünüyorum.

Aslında zaten hezeyanla söylemiştim de, biraz daha düşününce bu söylemin doğru olduğunu gördüm ve rahatladım.

Bu sanat-i ve felsefi yazıyı 10cc den bir deyişle kapatalım.

"Art for art's sake, Money for God's sake..."

İyi uykular...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...