7 Temmuz 2012 Cumartesi

Tunus 3

Bu günün sonuna kadar canlı kalabileceğimize inancımı ciddi biçimde kaybetmiştim, ancak hernasılsa başardık.

Bugün itibarıyla "Cehennem Sıcağı", "Çöl Sıcağı" gibi terimleri düşüncesizce kullanmayı bırakmaya karar verdim, ancak deyimi yerindeyse durumun vahameti gerçekten gerektirirse kullanacağım.

Çünkü bugün "Çöl Sıcağı" ne demek anladım.

Dilimin döndüğü kadarıyla size anlatmaya çalışacağım.

Şimdi gözünüzde bir ilkbahar gününü canlandırın. Güneş bir gidip bir geliyor olsun. Böyle bir havada kendinizi tamamen normal hissedersiniz çünkü hava ne soğuk, ne de sıcaktır.

Şimdi termostatı biraz sıcağa doğru çevirelim. Bir yaz günü, üzerinizde bir tee-shirt var. Güneşin altında biraz gezinirseniz sıcak içinize işlemeye başlıyor. Bir gölgelik bulma ihtiyacı hissediyorsunuz. Böyle bir havada birisi size hava nasıl diye sorarsa "Çok sıcak" cevabını verirsiniz.

Termostatı biraz daha sıcağa çevirelim. Artık TV anonslarını duymaktayız. "kalp hastaları ve nefes darlığı çekenler güneş altına çıkmasın". Bu seviyede sıcaklık biraz biraz sağlığımızı tehdit eder hale geldi.

Termostatı bir diş daha artıralım. Artık sıcaklıktan kaynaklanan ölümleri duymaktayız.

Bir diş daha. Sıcaklık bir saunanınkine ulaştı (saunanın nemini dikkate almayın bu örnekte). Ancak kısıtlı bir süre dayanabilirsiniz bu sıcaklığa.

Şimdi termostatı biraz daha yükseltin. Derin bir nefes aldığınızda sıcaklığı ciğerlerinizde hissetmektesiniz. Sıcaklık güneş gibi bir kaynaktan değil her yerden buram buram gelmekte üstünüze. Etrafınıza bakamıyorsınuz bile çünkü her yer parlıyor. Üzeriizdeki saat, bilezik yada fotoğraf makinesi gibi metal cisimlere dokunamıyorsunuz çünkü eliniz yanıyor.

Çöl sıcağı bu işte. Daha doğrusu Sahara çölü sıcağı.

Eğer abartoyorsam taş olayım. Üs olarak kullandığımız vahadan Quad yada Buggy denilen dört çekerli mini arabalarla "The Grand Dune" yani büyük kum tepesine doğru giderken bayılmamızı önleyen hızımızdan kaynaklanan hafif rüzgar ve kafamdaki bandanaya sıklıkla döktüğüm suydu.

Öndeki buggy'deki rehberimizin vücudunda açık hiçbir nokta kalmamıştı, bir atkı ile yüzünü kapatmıştı ve gözünde dalgıç gözlükleri vardı. Çünkü o sıcaklıkta üzerinize ne giydiğinizin hissettiğiniz sıcaklık bakımından hiçbir etkisi yok. Vücudunuz açık da olsa kapalı da olsa zaten normalde sizi "soğutan" ter buharlaşmasının bu sıcaklıkla baş edebilmesi mümkün değil.

Grand Dune'a geldiğimizde rehberimiz beş dakika fotoğraf çekmek için durdu ve hemen sonrasında hadi dönüyoruzladı.

Buggy
Ben heyecanımdan biraz bozuldum ama Jelena hemen buggy'e atladı ve hadi gidelim dedi. Ben koltuğun önünde, o da motosiklet gibi arkamda benim göbeğime sarılmış gidiyoruz, bir kum tepesi gördüm. Jelena'ya dönüp "İki saniye duruyorum, bir resim çekeyim" dedim. Tam yavaşlıyordum ki bana "Boogie, lütfen durmayalım çok zor nefes alıyorum" dedi ama öyle bir sesle konuştu ki yanlış birşeyler olduğunu anladım ve bastım gaza sonuna kadar.

Schumacher'le Mad Max karışımı bir şekilde vahaya döndük. Normal zamanda çok zevk alabileceğim bir "drive" olabilirdi çünkü eğer kullandıysanız bilirsiniz, bu buggyler acaip "nimble", dağ tepe demeden kumların üzerinde öyle bir gidişleri var ki tadından yenmez, ancak bu sefer biraz telaşlandırdı beni.

İner inmez Jelena başından aşağı bir litre su boşalttı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Güneş çarpması yada heat stroke derler ya hızlı çekimde gözümüm önünde garip Jelenanın başına hızlı çekimde geldi ve geçti.

Vietnam savaşında paramedic'lik yaptığını söyleyen ancak her söylediği her zaman doğru olmayan eski bir arkadaşın bir zamanlar gösterdiği bir yöntem geldi aklıma. Hemen Jelena'nın bileğindeki artery'nin üzerine soğuk su şişesini bir süre bastırdım. Daha sonra bir soğuk duş aldı ve neyse kendisini iyi hissetmeye başladı.

Ha bu arada şokla söylediği ilk şey "Hep senin yüzünden, başkası olsa otelden bile çıkmazdım" oldu. Şimdi sevinsem mi kızsam mı bilemedim :)

Biraz melodramatik anlattım, o yüzden söylemeden duramayacağım. Öyle bir kere ayılıp bayıldık diye süt çocuğu muamelesi yapmayın. Jelenayla birlikte aktif volkanların kraterlerinden Mont-Blanc'ın zirvesine birçok tansiyon yükseltici yerlerde bulunduk. Hiç de ayılıp bayılmadık.

Sahara da ilk çölümüz değil. Koca Tommiks'in evi, Nevada'daki Mojave çölünü tek başımıza araba ile geçmişliğimiz var yani... Her ne kadar Taco Bell yiyip Mojave FM dinleyerek hafif konforlu bir biçimde geçtiysek de çöl çöldür dimi? Hem de balayımızdı. Hey gidi günler...

Neyse, Sahara'nın Mojave falan gibi oyuncak çöllerle kıyas götürecek hali yok. Dünyanın en çöl çölü. Şimdi hangisinin pipisi daha uzun bilemeyeceğim o yüzden Gobi daha büyük, Taklamakan daha dehşet falan demeyin lütfen.

Sözün kısası, bu Sahara bir "fenomen". İnsanın kendisini küçük ve önemsiz hissettiği sayılı yerlerden biri.

Mutlaka görün.

Gezinin geri kalanı Sahara'ya kıyasla biraz daha az heyecanlıydı.

Mesela bu vaha "fenomeni". Çok komik arkadaşlar. Kilometrelerce toz, toprak, kum. Yeşillik olarak maki bile değil, yerlerde ısırgan otu kılıklı üç beş santim boyu da bitkiler. Sonra bir anda neredeyse tropik birkaç yüz metreye birkaç yüz metre, hurma ağaçlı, sarmaşıklı bir alan. İnsanlar yüzüp güneşleniyor, o kadar ilginç yani...

Vaha
Gezinin başka bir durağı ise eski bir bedevi köyüydü. Beni yine aldı ve Indiana Jones'un yanında bıraktı. Yolunuz düşerse mutlaka görün derim.

Bedevi Köyü

Bu günlük bu kadar. Resimler geldiğinde biraz daha hayat kazanacak hikayeler.

Stay tuned...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...