29 Kasım 2011 Salı

Yavuz Hırsız

Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış ya, Arap birliği Suriye’ye demokrasi dersi veriyor.

Eee, olsun o kadar. Irkçı Avrupa Türkiye’ye insan hakları dersi verirse, bırakın Suudi Arabistan da Suriye'ye zeybeklinsin demokrasi diye :)

İnternetin moda kısaltmasıyla LMAO, yani kıçımla gülüyorum. Daha neler göreceğiz bakalım...

28 Kasım 2011 Pazartesi

Avrupa Satılık

İtalya batmak için de kurtarmak için de çok büyük - Too big to fail, too big to bail.

Cuma günü yapılan bir bono ihalesinde İtalyan bonoları çok az ilgi gördü. İtalya’nın borçlanması giderek zorlaşıyor ama her şeyden önemlisi İtalya’nın borçları giderek maliyetli hale geliyor. Bu kısaca İtalya borçlarına daha yüksek faiz ödemeye başlıyor.

Bu kısır döngüye bir girerseniz zor çıkarsınız.

Günlük hayatınızda zaman zaman İtalya’nın bu gün yaşadıklarını yaşarız. Kredi kartını kullanır, ödemeleri başka bir kredi kartından para çekip yaparız. Büyüyen borçların faizi yavaş yavaş ödeyebileceğimiz anaparadan yemeye başlar (ee... anapara ve faiz:), her gecen gün işler daha fazla sarpa sarar.

Günlük hayatımızda genellikle bu işlerin çıkışı ya sadece ekmek-peynir rejimine dönerek yada bir yerlerden toplu para bulup - mesela arabamızı satarak - kredi kartlarını kapayarak gerçekleşir. Çalışmıyorsak bir iş bulmak yada çalışıyorsak ikinci bir işe başlamak da yöntemlerin bazıları.

Yunanistan'a kısa bir dönüş yapıp İtalya’dan ayırırsak, Yunanistan in borçları öyle büyük ki rejimle, ikinci işle falan düzelecek gibi değil. Bir yüz yıl kadar ekmek-peynir yemesi gerekiyor ödeyebilmesi için borçlarını, çok batık yani.

Topun ağzında İspanya’da var, en azından ben ne kadar batik olduğunu bilmesem de batik olduğu fazlasıyla açık. Portekiz de berbat ama bu gün Portekiz hakkında pozitif bir yorum okudum.

Macaristan’ın battığını zaten biliyoruz.

Herkes Fransa ve Almanya iyi dese de ben Fransa için ayni görüsü paylaşmıyorum. Fransa'ya komsu yaşıyorum, 20 dk. mesafede. Bırakın islerin iyi gittiği bir ülke havasını, daha ziyade gerileme dönemine girmiş bir ülke izlenimini veriyor. Bana sorarsanız Fransa da batik.

Bunları niye yazıyorum?

Çok basit. Bu günlerde popüler konulardan biri Avrupa ülkelerinin bireysel borçlarını toplayıp bir havuzda yönetmek.

Bunun bir anlamı var. Avrupa satılık, eğer almak isterseniz :)

Avrupa’yı alacak para da başta Almanya'da var. ABD, Cin, IMF falan da karışır ama asil alıcı Almanya.

Almanya da affınıza sığınarak biraz ağızı bozuk konuşacağım, hıyar değil, bu paraları Avrupa’nın gerisinin hayrına verecek. Dinleyin Merkel'i bu günlerde. Ağızından çıkan iki kelimeden biri kontrol, ceza... Yani yönetim.

Eee, parayı veren çalar düdüğü. SS'lere, Stuka'lara, Blitz-Krieg'e falan gerek yok yeni cağımızda. 21. yüzyıla hoş geldik hepimiz.

Önümüzdeki on yıl çok ilginç geçecek, bekleyelim, görelim.

http://money.cnn.com/2011/11/09/news/international/italy_crisis_bail/index.htm?iid=EAL

27 Kasım 2011 Pazar

Sivil Havacılık Kazaları

Biraz daha uçak geyiği yapalım. Bu kez sivil uçak kazalarına şöyle bir bakalım.

Arabalarımıza estetik amaçlı takarız spoiler'leri. Spoiler'in İngilizcedeki karşılığı yolunda giden şeyleri bozan, değiştiren yani isin içine limon sıkandır. Spoiler'ler uçaklarda hayati önem taşıyan parçalardır. Uçak inerken bakın, kanadın arkasına doğru ama tam arkada olmayan ve yukarı kalkarak kanat üzerindeki hava geçişini kelime karşılığı olarak bozan parçalardır bunlar.

Biliyorsunuz, kanadın üzerinden ve altından hava akarak arkada birleşirse uçak kanadı uçağı havaya kaldırır (lift), yani uçurur. Motorlar aslında uçağı havaya kaldırmaz ama ileri iterek kanat üzerindeki hava akışını sağlarlar.

Arabadaki spoilerler ise arabanın üstünden akan havayı yukarı yönelterek arabanın altından gelen havayla birleşip arabanın havaya kalkmaya çalışmasını önlerler. Takdir edersiniz ki uçuş arabalar için çok arzulanan bir özellik değildir.

Neyse bu kadar fizik yeter, gelelim ilk kazamıza.

Yıl Haziran 1999. American Airlines Uçuş 1420 fırtınalı bir havada indikten sonra pistte duramadı, pist bitince toprakta yoluna devam etti ve sonunda hasarlı olarak durabildi. 11 kişi öldü bu kazada. Bunun sebebi ise fırtınanın telaşına pilotların spoiler'ları açmaması. Uçağın tekerlekleri yerde olmasına rağmen spoiler'ların çalışmaması nedeniyle aslında uçmaya devam etti ve tüm ağırlığı ile piste konamadı. Bu yüzden frenler çalışmadı ve pistin sonuna geldiğinde uçak duramadı.

Dünyanın en pahalı planörü Ağustos 24, 2001 de Atlas okyanusu üzerinde yakıtı biten Air Transat Airbus 330 uçağı idi. Uçak yakıtı tamamen bittikten 19 dakika sonra Azor adalarına başarılı bir iniş yaptı. 293'u yolcu 306 kişinin tümü kazayı çok hafif yaralarla sağ olarak atlattılar. Kazanın sebebi bakim personelinin motorda arızalı bir parçayı başka bir motora ait bir parçasıyla değiştirmesi sonucu yakıtın havada akmasıydı.

Ekim 2, 1996'da Aeroperu 603 uçuş numaralı Boeing 757, Şili'nin Miami International havaalanından kalktıktan sonra denize çakıldı. Uçaktaki 61 yolcu ve 9 mürettebatın hepsi öldü. Uçağın düşüş nedeni uçuş enstrümanlarının pilotlara yanlış hız ve yükseklik bilgisi vermesiydi.

Kazanın sebebi ise bir bakim elemanının yerde uçağın pitot-tüplerinden birine koli bantı yapıştırıp çıkarmayı unutmasıydı. Pitotüpler genellikle uçağın burnunda “L” biçimli ileri bakan minik borulardır. Uçağın bilgisayarı bunların ucundaki minik deliklerden giren havayı ölçerek uçağın hızını hesaplar. Benzer bir kaza da bir Türk havacılık şirketinin başına geldi. Dominik Cumhuriyetinde tropik arıların pitot-tüplerine yuva yapması sonucu Boeing 757 tipi bir uçak kalkıştan sonra düştü.

American Airlines'in 965 uçuş numaralı Boeing 757 uçağı Kolombia'nin Cali havaalanı civarında düştü. Kazada 159 kişi ölürken 4 kişi ve bir kopek sağ olarak kurtuldu. Kazanın sebebi kısaca pilotun uçuş planı üzerinde geçmesi gereken bir noktayı bilgisayara girerken acele edip ne girdiğini görmeden enter'a basmasıydı.

Ocak 25, 1990 da Avianica 52 uçuş numaralı Boeing 707 New York'da, Long Island civarlarında düştü. Uçaktaki 158 kişiden sadece 85'i kurtuldu. Uçağın düşüş sebebi yakıt bitmesiydi. Eğer denk gelirse Mayday Air Crash Investigation dizisinden bu dramatik kazanın detaylarını izleyin. Uçak Kennedy havaalanına geldiğinde iki saatlik uçuş için yakıtı varken, doğru düzgün İngilizce konuşamayan pilotlar ve ukala hava trafik kontrolörlerinin aptalca ihmalleri sonucu iki saat boyunca havada oyalandı ve yakıtını tüketti. O kadar acı ki iki saat boyunca pilotlar kuleye "Fuel Emergency" yani "Yakıtım az inmem gerek" diyemediler.

Temmuz 1, 2002'de belki havacılık tarihinin en dramatik kazalarından biri yaşandı. Bashikarian Havayollarının 2937 uçuş numaralı Tupolev 154M yolcu uçağı DHL'in 611 uçuş numaralı Boeing 757 uçağı ile havada çarpıştı. Kazada kurtulan olmadı. Bashikarian havayolları uçağı, çoğunluğu ilkokul öğrencisi, çocukları taşıyordu.

Kazanın sebebi çok ilginç olsa da aslında çok basit. İki uçak havada birbirlerine çarpmayla sonuçlanan bir rotada ise her iki uçakta da bulunan TCAS isimli bir alet uçaklardan birine alçal, diğerine de yüksel komutlarını verir, böylece kaza önlenir. Bu kazada ise Zürih hava kontrol görevlisi radarın bakimi ve bir arkadaşının yokluğu sebebiyle uçaklara TCAS cihazının tam aksi komutlarını vermiştir, yani TCAS'in yüksel dediği uçağa alçal, TCAS'in alçal dediği uçağa yüksel komutunu göndermiştir. Rus pilotlar TCAS'i, DHL pilotları da hava trafik kontrolünü dinleyince çarpışma gerçekleşmiştir.

Dram burada da bitmemiş, ölen çocuklardan birinin babası Zürih’te bu hava trafik kontrolörünü bulup, bıçaklayarak öldürmüştür.

Son kazamız 24 Mart 1994'de. Aeroflot firmasının 593 uçuş numaralı Airbus 310 uçağı Kuznetsk dağlarına çakılmıştır. Kazanın sebebi uçağın pilotunun uçakta yolcu olarak bulunan kendi çocuklarını kabine çağırıp, uçağın kontrolünü 15 yaşındaki oğluna bırakmasıydı. Çocuk, pilotların bile bilmediği bir yöntemle otomatik pilotu devre dışı bırakıp uçağın çakılmasına sebep olmuştu.

İşte böyle arkadaşlar. kazaların çoğu insan hatası sizin anlayacağınız. Eğer ilgilenirseniz Mayday Air Crash Investigation dizisi bu havacılık kazalarını çok iyi anlatan bir belgesel. Seyredin derim.

Yine unutmayın, tüm bunlara rağmen hava yolculuğu en güvenli yolculuk türü.

İyi uçuşlar!

24 Kasım 2011 Perşembe

Uçak Geyikleri

Ben, uçağa girerken Jetway'in penceresinden hangi uçakla uçacağız diye bakanlardanımdır. Yıllardır okuya okuya üç beş şeyi öğrenip aklımda tutmaya muvaffak olduğumdan görünce tanırım hangi uçak olduğunu.

Eski doğu bloğu uçakları hariç, su anda yolcu taşıyan her uçağa en az bir kere binip tecrübe ettiğimi söyleyebilirim. Geçenlerde bir uçak geyiği esnasında hesapladım, bunun istisnaları Boeing-707, BAC-111, Caravelle, Boeing-717 ve Airbus-380. Buna çok yakında Boeing-787, yani Dreamliner da eklenecek.

Bunlardan yenilerine nasılsa denk geliriz, beni endişelendiren Caravelle ve daha da önemlisi Boeing-707. Efsanevi Boeing-707'ye sadece Afrika’da lokal uçuşlarda binme şansım kaldı. Diğerleri ya kargo yada askeri versiyonları. Dünyanın en güzel uçaklarından biri Boeing-707. Çok büyük olmamasına rağmen dört motorlu, uzun menzilli ve taştan daha sağlam yapılmış. Bugün Amerikan hava kuvvetlerinde hala tanker olarak kullanılan bu uçaklar, onları uçuran pilotlardan daha yaslı.

BAC-111 olmasa da olur, müzede görmek yeter onu.

Gelelim, uçmaya muvaffak olduğum uçaklara.

Binerken en fazla haz aldığım ve şimdiye kadar uçarken en fazla rahat ettiğim uçak, düşünmeksizin Boeing-747 dir, yani meşhur Jumbo Jet. Hafızama kazınan uçuş, business clas'da Frankfurt’tan Seul'e on kusur saatlik bir Lufthansa uçuşudur. İndiğimde, bindiğimden daha dinlenmiştim. Business class kabini, alt katta, uçağın burnundaydı. O kadar çok yer vardı, o kadar havadardı ki kendimi Uzay yolunda Atılgan’la seyahat eder gibi hissettim.

Bu yolculuğun dönüşü yine bir Lufthansa ama bu sefer Airbus-340 ile oldu, sonunu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Eminönü-Laleli dolmuşu.

Airbus-340 aslında diğer Airbus'lara göre daha bir derli toplu görünür ama aslında A-340, A-330'un dört motorlusu, A-380 hariç geri kalan tüm Airbuslar da aslında ayni uçağın biraz çekilerek uzatılmışıdır. Yani pek birbirlerinden farklı değillerdir. Bence hepsi de birbirinden rahatsızdır.

Airbus'lar kalkarken çıkan sesler sanki 13'uncu günde Freddy'nin lanetli evin tavan arasında yürürken tahtaların gıcırdaması gibidir. Kargo kapısı kapanırken sanki kavga ettiğiniz karınız yüzünüze kapıyı çarpmış gibi gurultu gelir. Kitlenirken torna tezgâhından geçip delinen metal gibi canhıraş sesler çıkar. İniş takımları kapanır yada açılırken kahvenizi sıkı tutmasanız dökülür (teoride bu anda elinizde kahve olmaması gerekir ama bazen olur:).

Lütfen yanlış anlamayın, bunlar uçağı güvensiz yapan özellikler değildir, ben de Airbus'lari güvensiz olarak boyamaya çalışmıyorum ama yukardaki söylediklerim Airbus'larla uçarken beni fazlasıyla rahatsız ederler.

Herhalde anladınız... Ben Boeing'ciyim abi, çok severim Boeing'leri. Boeing-727 den beri çok zevk alırım uçmaktan. 727'ler çoktan emekli oldu. Eski 737'lerle uçtuk, hani puro gibi motorları olan kanat altlarında. Yeni nesil 737'ler artık o kadar farklı ki uçmak tam bir zevk haline geldi.

Boeing-757'lerden pek haz etmedim, eski 737'ler ile 767 ler arasında bir köprü oldular ama onların da görevleri bitti. Daha iki sene önce bir Zürih-Antalya uçuşunda en son beraberdik. Uçak altı saat rötarla kalktı ama uçuş iyiydi :)

Boeing-767 ile ilk tanışmam bir transatlantik uçuşunda oldu. Şeker gibi uçak, acayip rahat, bana da çok güven vermişti. Sonrasında bayağı uçtum 767'lerle. Hepsi ayni şekilde rahattı.

Ama 747'den sonraki favorim Boeing-777. Yaslandığımda koltuğun arkasının düştüğü on saatlik bir MD-11'le Sao Paulo'ya uçtuktan sonra Rio'ya aktarma yaparken uyku sersemi adımımı attım ilk defa bir 777'nin içine. Abicim bu kadar mi güzel olur bir uçağın içi. O kadar rahat, o kadar sessizdi ki o kısa uçuşta uyuya kaldım.

Bunlardan başka, Embrair'in tüm tipleri, pervanelileri dahil, Saab'iun turbopropları, Dash'ler, Fokker'lar, Douglas'lar yani DC-9, DC-10, McDonnel Douglas'lar yani MD-80 ve türevleri ile MD-11'ler, Bombardair Regional Jetler, önü boşken arkasına biraz fazla yük konduğunda resmi olarak arkaya devrilme riski taşıyan işe yaramaz ATR'lar da dahil olmak üzere birçok tiple uçma şansını yaşadım.

Yüzlerce kez türbülansa yakalandım, bir Boeing-747-200'un Atlas okyanusu üstünde kanat çırptığına şahit oldum, bir kaç kezden daha fazla touch-and-go (yani önce iner gibi yapıp tekerlekleri piste koyup sonra vazgeçerek kalkmak) geçirdim, sayısız kalkış iptalleri, cross-wind (yani yan yan inme) inişleri... yani çok eğlenceli bir havacılık kariyeri yaptım:)

23 Kasım 2011 Çarşamba

Tarihi Yanlışlar

Kırk beş yaşımdan sonra, benim kuşağıma önemli bir borcumu ödemeye karar verdim. Bu görevi, tarihi bir kaç yanlışı düzelterek yerine getireceğim.

Konumuz çizgi-roman, yani Tommiks ve Teksas!

Captain Miki
Öncelikle Türkçede çizgi-roman'ın argosuna ismini veren kahramandan başlayalım. Tommiks. Tommiks İtalyan asıllı bir çizgi-roman. Çizerler EsseGesse gurubu, Torino'lu üç ressam. Tommiks ilk 1 Temmuz 1950'de yayınlanmış ve Balkan ülkeleri, Türkiye ve İskandinavya’da çok popüler olmuş. Gelelim, Tommiks'le ilgili tarihi yanlışlara.

Bir kere Tommiks'in adi Tommiks değil, Miki. Bayaa bildiğiniz Miki :) Captain Miki diye adlandırılmış bu çizgi-roman (Captain=Kaptan=Yüzbaşı, yani Yüzbaşı Tommiks'in Yüzbaşı’sı doğru çevrilmiş Türkçeye). Hayalleriniz biraz çatırdamaya başladıysa, simdi kesin kırılacak, çünkü Konyakçı aslında Konyakçı değil, yani İtalyancada orijinal adi Doppio Rhum, Türkçesiyle Duble Rom. Aslında isminin "Romcu" olması gerekirken herhalde Romcu öyle insanın ağızını dolduramadığı için daha kallavi olan "Konyakcı" seçilmiş isim olarak. Neyse, Doktor Salasso orijinal çizgi-romanda da Doktor Salasso.

Blek
Tommiks'in olduğu yerde Teksas olmaz mi? Olur tabii. Ama Teksas Tommiks'den çok daha batık. Orijinaline dönüp farklılıkları göstermeden, Türkçe yayınlandığı seklinde bile mantığa ters gelen bir özelliği vardır Teksas'ın.

Hiç düşündünüz mü niye bu çizgi-romanın adı Teksas? Hikayede Teksas diye bir karakter yoktur. Olaylar Teksas eyaletinde de geçmez - o zamanlar Teksas Meksika'nin bir parçasıydı ve İngilizlerle Amerikan vatanseverlerin bildiğim kadarıyla Teksas'ın yakınına bile geldikleri vuku bulmamıştır. Ama bizimkiler herzedense Teksas ismini daha yakışıklı bulmuşlar ki anlamsız bir şekilde bu çizgi-roman’ın adı Teksas kalmış.

Neyse, dönelim bu çizgi-romanın aslına. Teksas da Tommiks gibi EsseGesse'nin bir yapıtı. Ilk macerası Tommiks'den birkaç yıl sonra, 3 Ekim 1954'de yayımlanmış. Asil adi "Il Grande Blek", yani Türkçesiyle Büyük Blek, Muhteşem Blek falan gibi. Buyurun size bizim versiyonumuzdaki kahramanın adinin kökeni. İtalyanca Blek olmuş bizde Bilek. E Bilek'in başına da Çelik yakışmazmı? Alin size Çelik Bilek :)

Bilek'in arkadaşlarının yada İngilizcedeki seksi söylemiyle Side-Kick'lerinin isimleri çok fazla hoyratlanmamış çevride. Bizim Rodi'nin asil adi Roddy ve Prof. Oklitus ise aslinda Occultis. Olur o kadar fark.

Comandante Mark
Üçüncü EsseGesse yapıtı ise Kaptan Swing. Eylül 1966'da aramıza katılmış. Asıl adi Comandante Mark yani Komutan Mark. Bizdeki ismi Fransızca versiyonundan gelmiş, Kaptan Swing! Ne alaka, nerden Kaptan Swing olmuş, en ufak bir bilgim yok. Bu arada eşim de tartışmaya katkıda bulundu. Sırbistan’da Kaptan Swing Kaptan Mark'miş. Arkadaşların adları yine çok farklı değil. Mister Blöf aslında Mister Bluff, Gamlı Baykuş ise Gufo Triste yada İngilizcesiyle Sad Owl (Üzgün Baykuş).

Başka bir tarihi EsseGesse Alan Mistero, yani bizdeki adıyla Tom Braks (niyedir bilinmez, muhtemelen Tom ismi Tommiks'le tuttu diye). Baron'un titri biraz değişmiş Türkçeye geçerken. Kahramanımız aslında bir Kont, Baron değil. Tonton'un asıl adı ise Polpetta, yani İtalyanca Köfte!

Bu arada (hiç sevememiştim ama) Kinowa'nin da EsseGesse'nin bir yapıtı olduğunu söyleyip Zagor'a gecelim.

Alan Mistero
Zagor da İtalyan kökenli bir çizgi-roman. İlk olarak 1961 yılında yayımlanmış. Zagor orijinalde de Zagor, ismi değişmemiş. Burada sürpriz yok ama Zagor’un asıl ismini bilmediğinize eminim. Zagor’un asıl adı Patrick Wilding. Baba adi Mike, ana adi Betty :) İkamet adresi Darkwood ormanı, Pennsylvania, ama gerçek hayatta Darkwood diye bir orman yok. Kızılderili’ce de adı Za-gor-te-nay ama bu da balon, hiçbir Kızılderili dilinde bu Baltalı Ilah anlamına gelmiyor. İngilizce lakabı The Spirit with the Hatchet Türkçeye Baltalı Ruh olarak çevrilir, ilah değil!

Zagor’un en ilginç özelliği, savaş çiğliği, yani su bildiğimiz AHHHHHHYAAAAAAAAAK!. Bu AHYAK, yaratıcısının kendi ifadesiyle AJAX'dan gelmiş ama ayni isimli bir deterjan markası olduğu için telif hakları gibi problemler yasamamak adına biraz iteleyerek AHYAK olmuş.

Ciko'ya gelirsek orijinal adi Chico, sadece yazılış farkı. Cikonun gerçek adını biraz uydurmuşuz. Orijinali "Don" Chico Felipe Cayetano Lopez Martinez y Gonzales.

Mandrake (Merak ederseniz doğru okunuşu Men-Dreyk) bir Amerikan çizgi-romanı. Narda, Theron, Hojo, Sef, Magnon, Lenore, Karma ve Xanadu (Merak ederseniz doğru okunuşu Ze-nadu) hep ayni. Ancak Abdullah'da bayağı uçmuşuz. Abdullah'in orijinal adi Lothar :)

Kısaca diğerlerine bakarsak, yine İtalyan yapımı Zembla ve arkadaşlarının (hayvanlar dahil) isimleri hep aynı, sadece Zıpzıp'ın asıl adı Petula.

Yine İtalyan yapımı Mister No'nun her şeyi aynı, gerçi pek arkadaşı yoktur ama...

Teks de İtalyan, sadece adi Tex diye yazılıyor. Çok popüler olmasına rağmen hiç sevememiştim...

Uzun oldu ama iste böyle, yıllardır doğru bildiğimiz yanlışlar. Kendimi kuşağıma borcumu ödemiş sayıyorum.

22 Kasım 2011 Salı

Komplo Teorileri

Komplo teorileri yada İngilizcesiyle Conspiracy Theories ulusça Dünyaya göre geri kaldığımız önemli bir alandır.

Bizde komplo teorileri sadece MIT, Amerika ve büyümemizden korkan dış mihraklar üzerine kurulur. Hep ayni teranedir. Tanımı gereği her şeyi bilen bir gurup islerine gelmeyen her şeyi komplo haline dönüştürür, çünkü bu komplo üreticileri yanlış olan hiçbir şey yapmazlar, doğru olmayan hiçbir şey söylemezler. Bu kafayla yıllar boyunca ayni şeyi hiç usanmadan tekrarlayabilirler.

Halbuki Dünyanın gerisinde bu komplo teorileri nasıl yaratıcı, nasıl renklidirler... İnanmıyorsanız okuyun buyurun 😊

Alin çok enteresan biri. Rivayete göre Prenses Diana'yi İngiliz gizli servisi öldürmüş. O hepimizin çok sevdiği leydi, hala kocasıyla evliyken Dodi adli bir Mısırlı ile ask yaşıyordu. Eee, koskoca MI6 buna göz yumamazdı. Q hemen bir minik bomba hazırladı ve onu Diana ve Dodi tünelden geçerken patlattı. Olur mu olur 😊

Diana Conspiracy

Başka enteresan bir teori, İngilizcesi "subliminal seduction", yani bilinç altından ayartma :) Bu teorinin özü haber ve reklamlarla insanların bilinç altını uyararak onlara istedikleri şeyleri yaptırmak. Örnek olarak bir ürünü almayı, açlık, sinir, üzüntü gibi duyguları hissettirmeyi yada bir kişiye, guruba yada fikre karşı çıkmayı şartlamak. Bu teorinin değişik versiyonları bilinç altını uyarmak için değişik yöntemlerin kullanıldığını öne sürer. Bunların önemlileri psikolojik yöntemler, ışık, müzik, kimyasal maddeler gibi araç ve yöntemlerdir. Olur mu olur 😊

Çok geleneksel biri daha. Bu teoriye göre NASA Ay'a insan gidişini bastan aşağıya taklit etmiş, kurgulamış. Yine teoriye göre Amerika, bunu uzay yarışında Rusların önünde kalabilmek için yapmış. Aya ayak basan ikinci (ama en renkli) astronot olan Edwin Aldrin yada bilinen ismiyle "Buzz" Aldrin bir komplo teoristinin ona "sen yalan söylüyorsun, aya falan gitmedin" demesi üzerine donup bu arkadaşın ağızına yumruğu çakmış :) Aydan gelen kayalar ve oraya konulmuş vericilerin yaptığı yayınlar her ne kadar bu teoriyi şiddetle yalanlasa da yine de belli olmaz. Olur mu olur 😊

Biraz da müzik dünyasından gelen teorilere bakalım. Bunlardan birine göre The Beatles'in ünlü üyesi Paul McCartney aslında 1966 yılında geçirdiği bir kaza sonucunda ölmüş. Ünlerinin zirvesinde olan gurup, havalarını kaybetmemek için hemen hem görünüşü, hem sesi, hem de müzikal yetenekleri Paul McCartney'e benzeyen birini bulup sessizce değiştirmişler. Bu bilgiyi okuduğum Web Site'indan aynen aktarıyorum, Gurubun tüm yalanlamalarına rağmen müzikseverler boş ver yaw (Let it be) dememiş ve bir araya gelip (Come Together) başka ipuçları aramaya başlamışlar (Despite public denials by the band, fans couldn't just let it be, and came together to look for more clues :)

Bunlar benim ilginç bulduklarım. Daha birçokları Internet'te zibil, isteyen okusun. Benim mesajım, bizim komplo teröristlerine. Bıraksınlar bu eski kafayı, zamanı geçmiş fikirleri. ne bu kor değneği CIA, CIA, CIA, MIT, MIT, MIT. Biraz renk, biraz yaratıcılık lütfen...

21 Kasım 2011 Pazartesi

İsimler

Türkçemizde isimlerimizi çok severim. Çok renkli anlamları vardır. O kadar çoktur ki her jenerasyonda yeni bir gurup isim moda olur ve bu yeni isimler hiç bitmez.

Batıda birçok dilde isimlerin çok büyük bir çoğunluğu ya İncil’den dolayısıyla Tevrattan gelir (John, Mark, Paul, Peter, Philip, Maria, Ana, vs.) yada Greko-Romen, yani Yunanca yada Latince kökenlidirler (George, Katherine, Agatha, Thomas, Alice, Angela, vs.). O yüzden her Avrupa dilinde bu isimler biraz değişerek tekrarlanır durur.

Aşağıdaki örneğe bakar misiniz? Bizim kırk yıllık John (Coni) değişik dillerde nasıl söyleniyor.

Gjon (Arnavutça), Hovhannes (Ermenice), Jon, Ion, Ganix (Baskça?), Ioannes (Incil Yunancası), Yehochanan, Yochanan (İncil İbranicesi), Iohannes (İncil Latincesi), Ioan, Yoan, Yan, Ivan (Bulgarca), Joan (Katalunca), Ghjuvan (Korsikaca), Ivan (Hırvatça), Ivan, Johan, Jan (Cek), Jens (Danimarkaca), Johannes, Johan, Jan (Hollandaca), Juhan, Johannes, Jaan (Estonyaca), Juhani, Juhana, Jouni, Joni, Johannes, Janne, Jani (Fince), Yann, Jean (Fransızca), Johannes, Johann, Johan, Jan (Almanca), Ioannis, Yannis, Yiannis, Yanni, Yianni, Ioannes (Yunanca), Keoni (Havaice:), Yochanan (Ibranice), János (Macarca), Jón, Jóhannes, Jóhann (Izlandaca), Shane, Sean, Seán, Eoin (Irlandaca), Giovanni (Italyanca), Johannes, Joannes (Yakin Romen), Jānis (Latviaca), Jonas (Litvanyaca), Jovan, Ivan (Makedonca), Jens (Norveççe), Iwan, Janusz, Jan (Polonyaca), João (Portekizce), Ion, Ioan (Rumence), Ivan, Ioann (Rusça), Jon, Johannes, Johan, Jan (Iskandinavca), Ian, Iain, Eoin (Iskoc), Jovan, Ivan (Sırpça), Ján (Slovakça), Ivan, Žan, Janez, Jan, Anže (Slovence), Iván, Xuan, Juan (Ispanyolca), Jens (Isvecce), Ivan (Ukraynaca), Siôn, Iwan, Ioan, Ifan, Iefan, Evan, Ieuan (Galce)

Bu listeye eklenecek bir dil daha var, o da Türkçe!

Evet şaka yapmıyorum, "John" isminin Türkçede bir eşi var, o da "Yahya".

Bilirseniz, John’u Amerika’da Jack diye kısaltırlar. Yani bizim “Yahya Kemal Beyatlı” oldu size “Jack the Immaculate Squirehorseman” :)

Bu Yahya dilimize nereden geldi derseniz, tabii ki Arapçadan, İslamın kabulü ile birlikte (İslam, Hristiyanlık ve Musevilik o kadar farklı değil birbirlerinden. Buna ortak tarih de dahil, neyse konuyu dağlatmayalım daha fazla).

Başka hangi isimler geçmiş Türkçeye bu yolla derseniz buyurun söyleyelim.

Benjamin=Bünyamin, Benjamini İngilizcede genellikle Ben’e kısaltırlar. Ben Cartwright’i hatırlar mısınız?

Yahya
Joseph=Yusuf, Joe da Joseph’in kısası. Joe Satriani, Joe DiMaggio ve Joe Blow :)

Jacob=Yakup. Jake, Jack (evet Jakob da bazen Jack oluyor).

Mary, Mery, Maria = Meryem.

Aaron=Harun.

Adam=Adem.

Eve=Havva.

Alexander=Iskender.

Solomon=Suleyman.

Jonah=Yunus.

İngilizcede “J” bizdeki “C” gibi okunur, kelimenin sonundaki “e” ler de okunmaz. Ama mesela Almancada (ve birçok Slav dilinde) “J” bizdeki “Y” gibi okunur. Bunu size bu yasınızdan sonra İngilizce öğretmek için yazmıyorum ama çok ilginç bir yere bağlayacağım, lütfen hoşgörün.

Eğer İngilizce isimleri Almanca gibi okursanız bizim dilimize ne kadar yakın olduğunu göreceksiniz. Yani Joseph, İngilizcede COZIF diye okunurken Almancada olur size YOSEF.

20 Kasım 2011 Pazar

Mona Lisa'nin Başına Gelenler...

Hepimiz biliriz Mona Lisa'yı. Leonardo Da Vinci tarafından yapılmış, çok fazla çekici olmayan, elleri kenetlenmiş, hafifçe tebessüm eden orta yaşlı bir kadının resmidir.

Bu resim için dünyanın en çök bilinen resmi demek herhalde doğru olacaktır.

Mona Lisa bugün Paris'teki Louvre müzesinde sergilenmektedir.

Mona Lisa'nin Mona'sı, İtalyancadan, Ma Donna'nın önce Madonna'ya sonra da Mona ya kısaltılmasından gelir. Anlamı Türkçeye biraz ite kaka çevrilirse "Leydim" olur. Lisa, kadının adidir.

Leonardo, bu resmi 1503, 1504 yıllarında İtalya’da Floransa'da yapmaya başlamış ve ölümünden çok kısa bir sure önce 1519'da tamamlamıştır.

Bu resim bu güne kadar bayağıca seyahat etmiştir.

Yapımı esnasında Leonardo'yla birlikte önce 1516'da Floransa'dan Fransa'ya, Amboise kentinde bir şatoya taşınmıştır.

Kral Francois, bu resmi Leonardo'dan satın alıp, Fontainebleau şatosuna getirmiştir.

Kral Louis IV'e hediye edilen tablo daha sonra Versay sarayına taşınmıştır.

Fransız ihtilalinden sonra tablo Louvre müzesine götürülmüştür.

Napolyon I daha sonra bu resmi Tuileries sarayındaki yatak odasına asmıştır.

Daha sonrasında tekrar Louvre'a geri dönmüştür.

Fransa-Prusya savaşı sırasında Louvra'dan tekrar alınarak Brest kentine götürülmüştür.

Yeniden Louvre'a donen resim 1911 yılında bu müzeden çalınmıştır. Şüphelenilip hapse atılan Guillaume Apollinaire sucu Picasso'ya atmaya çalışmıştır :) Picasso bunun üzerine çağırılıp sorguya çekilmiş, daha sonra serbest bırakılmıştır.

Mona Lisa
Suçlu Vincenzo Peruggia iki yıl sonra bulunmuştur. Hırsız, ziyaret saatlerinde müzeye girip bir süpürge dolabında saklanmış, daha sonra Mona Lisa'yi ceketinin içine saklayarak kaçırmıştır.

Adından da anlaşılacağı üzere Vincenzo bir İtalyan’dı. Kendisi gibi İtalyan olan Leonardo'nun bu yapıtının İtalya’ya dönmesi gerektiğine inanmıştı. Bu yüzden Mona Lisa'yi iki sene boyunca evinde saklamış, daha sonra Floransa'da bir galerinin sahibiyle satışı için pazarlık yaparken yakalanmıştır.

Buna rağmen resim tüm İtalya’yı gezdirilerek sergilenmiş, daha sonra 1913'de Louvre'a geri donmuştur. Vincenzo, bu sucu sonunda sadece altı ay hapis yatmıştır.

Mona Lisa, II. Dünya Savaşı başladığında Louvre'dan alınıp önce Amboise kentine sonrasında da Loc-Dieu manastırına ve sonunda Montauban kentindeki Ingres Müzesine götürülmüştür.

1956 yılında bir saldırgan tabloya asit dökerek alt bölümünü ciddi bir şekilde tahrip etmiştir.

Ayni yılın Aralık ayında bir Bolivyalı tabloyu tas atarak tahrip etmiştir. Bunun sonucunda Mona Lisa'nin sol dirseğinin civarında renk kayıpları olmuş, bunlar daha sonra yeniden boyanmıştır.

1974 yılında, tablo Tokyo'da sergilenirken, müzenin özürlü kişilerle ilgili yönetmeliklerine kızan bir özürlü reisime kırmızı sprey boya sıkmıştır.

2009 yılında vatandaşlık başvurusu Fransa tarafından kabul edilmeyen bir Rus kadını müzede satın aldığı seramik kupayı Mona Lisa'ya fırlatmıştır.

Bu ünlü resmi 1997 yılında görme şansına sahip oldum. Ne yalan söyleyeyim, Mona Lisa olduğunu bilmesem alır mutfakta fırının üzerine, çok görülmeyecek bir yere asardım 😀

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...