12 Ocak 2018 Cuma

iPhoneX - Yeni Veri Sıkıştırma Yöntemleri

Bilgisayar ekranında, daha doğrusu dijital herhangi bir ortamda bir şeyler göstermenin sadece bir tek yolu vardır. Görüntüyü noktalara bölmek, ve her nokta için bir kırmızı, bir yeşil ve bir de mavi değeri hesaplayıp, bunları görüntü kartına yazmak.

Dijital grafik teknolojilerine yabancı okanlara biraz karışık gelmiş olabilir. Bir örnekle açıklayalım.

Ekranın en üst ve en soldaki noktasını kırmızı yapmak için, bu noktanın değerlerini 255,0,0 şeklinde belirlemek yeterlidir. İlk 255 kırmızı, sonraki 0 yeşil ve en son 0 da mavi değerleri olacaktır.

Bu görüntü sistemine RGB derler. İngilizcede Red, Green ve Blue, yani Kırmızı, Yeşil ve Mavi sözcüklerinin baş harfleri.

Ekranda gördüğünüz bütün renkler bu üç rengi karıştırarak elde edilir. Bu üç rengin değerleri arttıkça, ekrandaki noktanın rengi sırasıyla kırmızı, yeşil ve maviye azaldıkça ise sırasıyla cam göbeği (cyan), çingene pembesi (magenta) ve sarıya (yellow) doğru kayar. Bütün değerler en yukardayken beyaz, en aşağıdayken de siyah bir nokta elde ederiz. Ama konumuz renk teorisi değil.

Ekranda ister bir fotoğraf, ister bir video, isterse de bir bilgisayar oyunu görüntülüyor olalım, birilerinin görüntünün RGB değerlerini ekrana yazması gereklidir.

Hepimizin tanıdığı fizikçi Stephen Hawking'in, belki de en ünlü kitabı A Brief History Of Time'ın önsözünde şöyle yazar.

"Bir arkadaş (aklımda Kip Thorne diye kalmış ama yirmi sene geçti aradan, yanılmış olabilirim) kitabına koyduğun her formül okuyucularını yarı yarıya azaltacaktır dedi, ben de bunun üstüne sadece bir formül koydum: e=mc2"

Bu arada kitap best seller olmuş tabi...

Ben de aynı haltı yiyeceğim şimdi. Sizlere bir iki paragraflık matematik var aşağıda. İsteyen okumayıp, atlayabilir tabi...

RGB değerleri her renk başına 8 bit olan sistemlerde 2 üzeri 8, yani 0 ile 255 arasında 256 farklı değer alabilir. Kısaca 256 x 256 x 256 = 16.8 milyon farklı renk demektir bu. Böylece her nokta için de 3 x 8 bit = 3 bayt saklama alanı gerektirir.

4K videonun her karesi 3840 x 2160 çözünürlüğündedir. Bu da 8294400 nokta eder. Her nokta için üç bayt renk bilgisi dersek, 8294400 x 3 = 23.7 mecabayt/resim karesi saklama alamı gerekir.

iPhone X 4K videoyu 60 fps'de kaydediyor dedik, o zaman her saniye için 23.7 mecabayt/resim karesi x 60 kare/saniye = 1.4 cigabayt/saniye saklama alanı gerekir.

Ortalama bir film 1.5 saat diyelim, 1.5 x 60 x 60 = 5400 saniye, o da 5400 saniye x 1.4 cigabayt/saniye = 7.4 terrabayt kadar bir saklama alanı gerekir.

Kağıt kalem silahşörleri için 8 bit = 1 bayt, 1024 bayt = 1 kilobayt, 1024 kilobayt = 1 mecabayt, 1024 mecabayt = 1 cigabayt, 1024 cigabayt = 1 terrabayt. Metrik sistemin aksine kilo, mega, giga 1000, 1000 değil, 1024, 1024, yani iki üzeri on basamaklarıyla artar.

En büyük iPhone X'in kapasitesi 256 cigabayt olduğuna göre, başka hiç bir şey için kullanmadan, bu belleğe ancak üç dakika kadarlık bir 4K video sığar. Benim garip 64 cigabayt iPhone X'im bir dakikalık bir video bile kaydedemez demektir bu.

O zaman nasıl oluyor da oluyor değil mi?

Rahmetli babam emekli olduğunda almıştı ilk PC'mi bana. İşlemcisi anlı şanlı bir 8086 idi, gerçek 16 bit. Ekran monokrom olsa da, kartı renkliydi, bir CGA. Koç gibi 4 bit/piksel renk derinliği vardı, yani aynı anda en çok 16 renk! Bu gün 16 milyon rengi beğenmiyoruz.

Video, mideo gösteremezdi ama resim gösterebiliyordu. 200 x 200 piksel boyunda bir resim ekranı meredeyse tamamen doldururdu. 200 x 200 x 0.5 = 20 kilobaytı hop diye diske yazabiliyorduk o günlerde.

Bu ekranda gösterildiği hali ile diskte saklanan görüntü dosyalarının ismi ilerde, özellikle Windows 3 ile BMP, yani bit map diye anılır olmuştu.

Okulu bitirdim, evlendim, bir işim bile vardı. Finansal Analist olmuştum. İşte tam o aralar, JPEG diye bir takım görüntü dosyaları türedi.

Ekrandaki çözünürlükleri ile disk üzerindeki alanları bir birini tutmuyordu. Dosyaların boyu BMP denklerine göre sadece beşte biri, ya da altıda biri kadarlardı.

Zamanla anladık ki, JPEG formatı, BMP içeriğini alıp, sıkıştırıyormuş.

Bu sıkıştırma elmalı pasta yapıp, arkadaşınıza götürmek yerine pastanın tarifini götürmeye benziyor. Bir kağıt parçası taşımak, pastanın kendisini taşımaktan daha kolay ve az yer istiyor ama gittiğinizde arkadaşınızın çalışmasına, yani o tarife bakıp, pastayı hazırlamak zorunda kalmasına neden oluyor.

Kısaca BMP dosyaları, diskten alınıp cart diye grafik kartına gönderilebilirken, JPEG dosyalarının önce bir açılma sürecinden geçmeleri gerekiyor. Az yer kaplamanın karşılığında ödediğimiz bir bedel bu işte.

Neyse, ben sonrasında analistlikten şefliğe, şeflikten müdürlüğe terfi ettim. Üç ülke değiştirdim, boşandım, yeniden evlendim. On sene sonra bir çocuğum oldu. O çocuk iki buçuk yaşına geldi. İş değiştirdim, emekli olmama az kaldı.

Ama bu anasını sattığımın JPEG'i hala bizle...

Aynı Melih gibi. Gitmiyor abicim.

25 sene öncesinin zayıf bilgisayarlarını düşünerek hazırlanmış bu sıkıştırma usulü hala son sürat, Internet, Photoshop, kameralar, cep telefonları, vs, her yerde! Şu anki cebimdeki telefon, o zamanın bilgisayarlarından hiç abartmadan söylüyorum, binlerce kat daha hızlı. Ama JPEG hala aynı JPEG!

Videolar boyut ve kalite olarak çok çabuk büyüdüler, o yüzden iş başa düştü ve sıkıştırma teknolojileri JPEG'in aksine hemen gelişti. Çünkü sıkıştırma etkili bir şekilde yapılmazsa bilgisayarların hard diskleri bir film bile saklandığında tamamen doluyordu.

AVI ile başlayan video formatları MPEG2, Divx, H.264 gibi sıkıştırma derecesini her adımda artıran yeni türevleriyle günümüze kadar geldi.

Çok severim bu sıkıştırma işini. Amatör bir merakla bayağı da öğrenmiştim içini dışını, o yüzden bıraksanız sayfalarca anlatırım size. Ama konuyu dağıtmadan ana hatlarıyla bu sıkıştırma işi nasıl yapılıyor bakalım.

Elinize bir resim alıp dikkatlice bakın.

Resmi oluşturan milyonlarca noktanın hepsi birbirinden farklı mı?

Tabi ki hayır. Resimde bir masa varsa bu masanın görüntüsünü oluşturan noktaların bir çoğu aynı yada birbirine çok benzerler. Aynı ya da akın renkler, aynı ya da yakın parlaklıklar.

İşte başta JPEG, bir çok sıkıştırma yöntemi her nokta için ayrı ayrı RGB değerlerini saklamak yerine, arka arkaya birbirinin aynı noktaları gördüğünde ilkini yazıp, sonrasında da bu noktanın aynısından bilmem kaç tane daha var der.

Ciddi bir saklama alanı tasarrufu sağlar bu yöntem. Bir noktanın 100 kez arka arkaya kendini tekrarladığını varsayalım. Hiç de abartılı bir varsayım değildir bu. Bazen bir nokta kendisini binlerce kez tekrar eder, bulutsuz bir gökyüzü gibi örneğin.

Neyse. Kendini 100 kez tekrar eden bir noktayı saklamak için 3 x 100 = 300 bayt kullanmamız gerekir. JPEG ise ilk noktayı yazar, yani 3 bayt ve 100 kere tekrarladığı için 100 sayısını yazar. Bu 100 sayısı normalde bir bayta sığar ama hadi iki bayt diyelim. Bir iki bayt da bu 100'ün aslında tekrar sayısı, yani resim bilgisi olmadığını belirlemek için kullanılmış olsun, al takke ver külah 300 baytlık bilgi, 7 bayta sığmış olur.

Bazı durumlarda insan gözü iki nokta biraz farklı olsa da aradaki farkı görememe ya da ciddiye almama eğilimindedir. JPEG böyle noktaları da aynı sayar ve sıkıştırma daha etkin hale gelir. Ancak sıkıştırıp, açılan dosya artık orijinalinden farklı bir haldedir. Bu da çoğunlukla önemsiz, abartıldığında ise önemli bir kalite kayıbıma yol açar. Bu yüzden JPEG kayıplı (lossy) bir sıkıştırma yöntemi diye anılır.

Aslında arka arkaya çekilmiş sabit görüntülerden oluşan videoları da JPEG gibi sıkıştırabiliriz. Ama bir videoda o kadar çok resim vardır ki - en az saniyede 25 civarı, her fotoyu diğerleri yokmuş gibi baştan başlayıp sıkıştırsak da ortaya çıkan sıkıştırılmış dosya hala çok büyüktür, akla ziyan boyutlardadır.

İşin aslı videoyu böyle sıkıştıran bir codec (yöntem) var. Adı Motion Jpeg. Bir-iki saniyelik videolar için belki kabul edilebilir ama uzun videolar için facia bir codec'tir. İşte Canon'da bir salak - bu kelimeyi hakaret amaçlı değil, gerçek anlamı ile kullanıyorum, bir kaç bin dolarlık en yeni kameralarından biri olan 5D Mark IV da, 4K videoyu bu yöntemle sıkıştırıyor.

Insanlar videoyu karttan diske taşımak için yarım saat falan bekliyorlar. Editlemesi falan imkansıza yakın, saçma derecede yavaş hızlarda ilerliyor. Herkesin laptop'ları dev boyutlardaki videolar yüzünden doldu. Yani bir nefret yayıldı Canon'a karşı, bu aptalca yöntemi kullandıkları için.

Daha etkili bir sıkıştırma yöntemi ayrı ayrı resimleri değil, resimleri birbirleri ile karşılaştırarak sıkıştırmak.

Saniyede en az 25 kare çekilmiş bir videoda iki kare arasında, yani saniyenin 25'te birinde çok az şey değişir. Atıyorum, jönümüz içkisinden bir yudum alıyorsa, iki kare arasında sadece kolu bir iki milim ilerlemiştir. Bütün yudumlama sahnesi iki saniye sürsün, elli kareyi ayrı ayrı sıkıştırmaktansa, bir kareyi tam olarak sıkıştırıp, sonraki kareleri, ilk karenin görüntülerini kullanarak oluşturabiliriz.

Bu tam olarak sakladığımız karelere Key Frame ya da I-Frame derler. I-Frame'leri kullanarak oluşturduğumuz karelere de P-Frame derler. Bazen kullanacağımız I-Frame geçmişte değil, gelecekte de olabilir. Hem önce, hem sonraki I-Frameleri kullanılarak oluşturulabilen bu esnek karelere de B-Frame derler.

Şöyle bir toparlarsak bir video karesi sıkıştırılırken kendi içinde kare biçiminde parçalara ayrılır, bu parçalar başka karelerde aranır ve eğer bulunursa, görüntü değerleri yerine bulundukları diğer karedeki yerine bir referans şeklinde kodlanır.

Tipik bir parça 16x16 piksel boyunda olsun. Bu parça için her piksele üç bayttan 768 bayt saklama alanı gerekir. Eğer bu parçanın aynısı, ya da çok yakını başka bir karede bulunmuşsa yine atıyorum, 768 yerine 8 baytlık bir kodlama yetecektir.

Yazının başındaki sorumuza dönersek, işte bu sıkıştırma yöntemi sayesinde benim kıytırık 64 cigabayt iPhone X'im bir dakikalık 4K video ile dolmuyor.

Yukarda anlattıklarımı n'olur kelimesi kelimesine almayın. Anlaşılır olsun diye o kadar çok sadeleştirme yaptım ki, söylediklerim eksik ile yanlış arasında gidip geliyorlar. Eğer bu sıkıştırma işlerine ilginiz varsa bir şişe şarap alıp, gelin bana. Saatlerce anlatırım hiç sıkılmadan.

Bu yazdıklarımın iPhone X ile ne ilgisi var diye sorarsanız...

iPhone X, ya da daha doğru bir deyişle iOS 11, 25 yıl sonra JPEG'e bir alternatif getirdi, çok şükür!

Bu yeni sistemin ismi HEIF. High Efficiency Image Format kelimelerinin baş harfleri. Bazen Image ile Format kerimelerinin arasına bir de File sokuyorlar.

JPEG den üç kat daha etkin sıkıştırıyor, JPEG'in 24 bitlik renk derinlik sınırını çöpe atıp 30 bit, yani 2 üzeri 30, yani bir milyar renk seçeceği sunuyor. Bu aşamada çüş deyip oturuyoruz hep beraber.

Benzeri biçimde videolar da HEVC, yani High Efficiency Video Coding dedikleri bir sistemle sıkıştırılıyor. Bu sistem bir önceki MPEG-4 ya da H.264'e göre iki kat daha iyi sıkıştırıyor.

Hattızatında hem HEIF, hem de HEVC, H.265 isimli sistemin parçaları.

Yeni bir sistem her zaman yeni sorunları beraberinde getirir. HEIF ile gelen en ciddi sorun da HEIF'in nasıl telaffuz edileceği 😛

Bu sıkıştırma sistemlerini isimlendiren sadist bir merci var bence. Böyle ucubik isimler bulup insanları kavga ettiriyorlar.

JPEG uzun süre bizim memlekette "Jii-peg" diye telaffuz edildi. Tahmin edeceğiniz üzere bunlar hep cigabaytçıların babalarının işi. Doğrusu "ceypeg", vesiyle ile yazmış olalım.

GIF diye başka bir popüler format bulunur. Bizde Avanak Avni gibi "gıf" derler, halbuki İngilizcedeki I harfinin i harfinin büyük yazılışı olduğunu bilselerdi "gif" diyecekler, ve en azından yüzde elli doğrusunu tutturacaklardı.

GIF Graphics Interchange Format'ın baş harfleridir.

İşin acı tarafı, kendisi de çalıntı bir dil olan İngilizce'de G harfinin okunuşu için kesin bir kural bulunmaz.

İçinde G'nin geçtiği sözcük Yunancadan çalınmışsa "g", Latinceden çalınıp, e, i gibi harflerden önce yazılmışsa "c" gibi okunur, ama yüzlerce istisnası ile...

Böylece dünyada GIF'ı görenlerin kimi "gif", kimi "cif" diye okur. Cif biraz daha dilin fonetiğine yakın, ama gif de g'nin kaynağı olan Graphics'n telaffuzuna bakınca daha doğru gibi görünüyor?. Bu arada Graphics Gırafiks diye okunuyor, Cırafiks değil (cigabaytçılar nasıl korkuttuysa gözümü).

Bu HEIF de çıktı çıkalı, “Hayf”, “Heyf”, “Eyf” başta, bir dolu varyasyonunu duydum. Bu codec’i yazan adamlar “Hiif” diye söylüyor. Doğrusu bu dersek yanılmış olmayız herhalde.

Resimlerin üç, video'ların iki kat küçüleceği bu yeni sistemi bayağı merak etmiştim. İlk iş bir iki fotoğraf çekip, bilgisayara aktardım. Boylarına bir baktım, hiç de öyle küçük durmuyorlar. Bir de dosya isimlerine baktım, hepsi JPEG!

Lan ben bir setting'le mi oynadım? Yanlış bir şey mi yaptım! Nerede benim "Hayk" dosyalarım (HEIF formatımdaki dosyalar HEIC dosya tipi ile saklanıyor. Sonundaki C, Container'ın baş harfi)?


İki saat gugıllayıp çözdüm olayı.

Bu HEIF formatı şu sıralar sadece Apple tarafından destekleniyor. Örneğin web sitenize koyduğunuz bir HEIC dosyasını tarayıcılar henüz gösteremiyor, Facebook'a, Instagram'a post edemiyorsunuz, Photoshop ya da Lightroom'la açamıyorsunuz (ancak Photoshop Touch ve Lightroom Mobile - ya da bugün Adobe onları hangi isim ile çağırıyorsa artık, bu dosyalarla çalışabiliyor).

Böylece hep beraber bu yeni format tamamen desteklenene kadar bir geçiş dönemi yaşamamız gerekiyor.

Apple bu işi çok elegant bir biçimde çözmüş. Apple ekosisteminde kaldığınız sürece bu HEIF formatının az yer kaplama, yüksek renk derinliği fakan gibi nimetlerinden faydalanıyorsunuz. Ancak Apple sisteminin dışına çıktığınız an sistem hemen bu dosyaları cart diye JPEG'e çeviriyor.

HEIC dosyalarını görmek istiyorsanız, USB ile bilgisayara bağlanın, Photos aplikasyonu ile fotoları import edin. Last Import modunda bütün resimleri seçip, Export Original File seçeneği ile bir folder'a resimleri bu yeni format ile saklayabilirsiniz.

Tabi burada asıl soru, HEIF ve HEVC gerçekten söylendiği kadar etkin bir sıkıştırma yapabiliyor mu?

Ben sadece resimleri karşılaştırdım. Bire bir JPEG dosyaların üçte biri kadar küçük dosyaları gözümle gördüm.

Peki bu küçük dosyaların JPEG denklerine göre bir kalite kaybı var mı?

Apple yok diyor.

Ben bir iki resmi iki formatta da çekip, piksel peeping yaptım. Çok derine inerseniz iki resim arasında çok az bir görüntü farkı var, ancak hangisi daha kaliteli, en azından ben söyleyemedim.

Web üzerinde üç beş Çinli piksel piksel karşılaştırınca JPEG çok az biraz daha kaliteli diye video koymuşlar. Açıkçası ben aynı sonucu teyit edemiyorum. Apple'ın bizi kandırıp, üç beş uyanık Çinlinin de bunu bulması pek gerçekçi gelmiyor bana.

Kim bilir, biraz zaman geçsin bakalım.

iPhone X'in kamerası 10 bit per channel çekebiliyor. HEIF de JPEG'in aksine 10 bit per channel saklayabiliyor. Apple eğer 10 bit saklayabilecekken 8 bit'e cripple etmemişse HEIF'in JPEG'den daha bile kaliteli olması gerekir.

HEIF'nin yada HEIC'nin başka bir güzelliği bir container olması. Yani içine birden fazla farklı şeyler koyabiliyor olmanız.

Örneğin portre modundaki derinlik haritası da ayrı bir dosyaya gerek kalmadan HEIC içinde saklanıyor, hem de sıkıştırılmış olarak.

HEIC'in Apple'ı mutlu eden başka bir uygulama alanı Live Photo denilen resimlerin de tek bir dosyada toplanabilmesi.

Bu Live Photo özelliği, bende nefret ve şiddet duyguları oluşturan, bir iPhone ya da iPad alır almaz kapadığım bir özellik. Ne hangi an fotoğraf çektiğinizi bilirsiniz, ne şimdiye kadar temiz çıkan bir örneğini gördüm. 🐝Mezzy🐝 'nin gülüşünü yakalarım eğer ve cırt, çekerim resmi. Live açıksa ya kızım kafasını çevirirken çıkar, ya kolunu kaldırırken.

Eyy Apple!

Hareketli bir şey istesem video çekerim. Sabit istediğimde de çektiğim anı görmek. Kaldırın şu saçmalığı kurban olayım. Kapasam da birinin burnu, kolu, parmağı çarpıyor, istemeden yeniden aktif oluyor.

Yazımızı sonlandırmadan bir beyanım daha olacak.

Dikkat ettiyseniz bu yeni sıkıştırma yöntemlerinin telefonunuzun kapasitesinin düşünerek size rahatlatabileceği konusuna hiç değinmedim.

Çünkü daha az yer kaplayan dosyaların telefonda yer sorununu çözeceğini düşünmüyorum.

İki olasılık vardır sevgili arkadaşlar.

Ya düzenli olarak resimlerinizi, videolarınızı bilgisayara aktarıp, telefonunuzun belleğini rahatlatan birisinizdir, ya da her şeyi telefonda bırakıp, bellek dolana kadar hiç bir şeyi silmeyen biri.

İlk guruptakiler zaten sıkıştırma formatı ne olursa olsun bellek sorunu çekmezler. İkinci guruptakiler de sıkıştırma formatı ne olursa olsun her daim bellek sıkıntısı çekerler. HEIF, HEVC ikinci guruptakilere belki bir kaç ay daha rahat etme imkanı sunar, o kadar.

Yeni sıkıştırma formatımız işte böyle.

Bir sonraki yazımızda toparlayıp, otuz iki kısım tekmili birden sagamızı bitireceğiz.

Sevgi ile kalın.

11 Ocak 2018 Perşembe

"Sınop" Adam

Bir kiracımız vardı. İstanbul'da bir sitede. Bir ay kira yatırmadı, ben de hadi sıkıştırmayayım dedim, ses çıkarmadım. Bir sonraki ay da yatırmadı. Buna bir mail attım, cevap yok. Site yönetimi ile falan temasa geçtik, sonra anladık ki adam evi boşaltıp, gitmiş. Haber de vermemiş. Ne yapalım dedim, allahından bulsun. Apar topar kiracı aramaya başladık ve sonunda birilerini bulduk ama daire de üç ay falan boş kaldı.

Olur böyle şeyler. Hayat mükemmel değil.

Aradan bir sene falan geçti, site yönetimi abimi aramış. Sağolsun abim hep bizim kahrımızı çekiyor böyle. Demişler ki, sizin eski kiracının 700 lira aidat borcu çıktı. Abim de biliyor bizim kiracının çıkarken bütün borcunu kapadığını. O yüzden yönetimdeki kıza siz bu adam çıkmadan bütün borcunu ödedi dediğini hatırlatmış. Kız da bizim hatamız, başka bir dairenin yaptığı ödemeyi sizin daireye yazmışız, yeni farkettik ve düzelttik, kiracınız bu düzetmeden sonra borçlu görünüyor demiş.

Olur böyle şeyler. Hayat mükemmel değil.

Durumu anladınız umarım. Başkasının ödemesi bize yapılınca bakiye azalmış, bu da sistemde görünen bakiyeyi ödeyip, vınlamış. 700 lira gibi bir miktarın eksik olduğunu farketmemesi mümkün değil tabi. Ama burası Türkiye işte. Ya tutarsa demiş, bir sene sonra da birisi bulmuş.

Açtım telefonu buna.

"Ahmet bey, ben eski ev sahibiniz Bülent."

"Oooo, Bülent bey, nasılsınız?"

"İyiyiz, siz nasılsınız?"

"İyi diyelim, iyi olalım."

"Abimi aramışlar site yönetiminden."

Adam bir nefes aldı ve başladı.

"Bülent bey, bu adamlar şerefsiz. Ben bunlara borcum ne kadar dedim, onlar da şu kadar dedi. Hepsini ödedim, hala borcun var diyorlar."

"Ahmet bey, bir yanlışlık olmuş anladığım kadarıyla."

"Ne yanlışlığı, çete bunlar!"

"Yanı böyle bir borç yok mu?"

"Bana borcun yok dediler."

"Ben onu sormadım. Adamlar hata yaptık diyorlar."

"Bana ne, hatayı yapandan alsınlar."

"Ahmet bey, sen ayda ne kadar aidat ödeyeceğini biliyor musun?"

"Biliyorum."

"Bunların ne kadarını ödedin?"

"Bana borcun sıfır dediler."

"Ahmet bey, adamlar hata yaptık diyor. Sen ne ödediğini bilmiyor musun?"

"Bana borcun yok dediler."

"Bak site yönetimi gelsin, tahakkuklarla ödemeleri karşılaştıralım demiş. Al kağıtlarını git, ne ödediğini ne kaldığını beraber hesaplayın."

"Gitmem. Orada bir kız var, çok kaba. Bana hakaret ediyor."

Nasıl şaşırdım. Ben olsam tekmeyle atardım dışarı ama kız yine sabırlıymış...

"Peki ne yapalım Ahmet Bey?"

"Senin abin çok güzel bir insan. "

"Güzeldir tabi. Abim o benim."

"Benden büyükmüş, yoksa çok iyi arkadaş olurduk onla."

"Ahmet bey, nasıl çözeceğiz bu işi?"

"Bülent bey, bunlar ahlaksız."

"Niye ahlaksız diyorsun adamlara?"

"Bana borcun var diyorlar."

Doğruyu bulup, parayı gerçek borçludan almaya çalışıyorlar diye ahlaksız diyor adamlara eşşoğlueşek.

"Peki bu borç senin mi?"

"Sen ne iş yaparsın bilmiyorum, ben ticaretle uğraşırım, anlarım para işlerinden. Adam bana borcun yok dedi."

20 sene bir Fortune 100 şirketinde finans yaptım, ama boynumuz kıldan ince. Baba anlıyor para işlerinden böyle.

"Ben adam ne dedi, onu sormuyorum. Bütün aidatlarını ödedin mi?"

"Bülent bey, benim bir oğlum var. Aslında dairede o kalıyordu ama onu mali olarak ben destekliyordum."

"?"

"Onu hala destekliyorum. Her baba oğlunu destekler. Senin çocuğun var mı?"

"Ahmet bey, bu borç senin mi, değil mi?"

"Bak bu parayı benden alamazlarsa sana gelecekler!"

Tehdit ediyor şerefsiz.

"Bana geldikleri zaman öderim. Sonra ben kimin peşine düşerim sence?"

"Bülent bey sen doğru konuşmuyorsun bak."

"Bak kardeşim, sana tavsiyem git öde bu parayı, yoksa icra, avukat, mahkeme, canını acıtırlar."

"Biz öyle öksüz değiliz, bizim de avukatımız var."

"Ne diyosun sen Ahmet bey?"

"Bülent bey, sen abin gibi değilmişsin. Abin çok iyi biri, seni beğenmedim."

Beğenmemiş (!) Demek kızını vermeyecek...

"Ahmet bey git öde borcunu."

"Sen ne 'sınop' adammışın yaaa"

"Siktir git eşşoğlueşek"

Dedim, kapattım telefonu. Ağzımı bozdum, kusuruma bakmayın.

Bu adam gitmiş, önce emlakçınız benim paramın üstüne yattı, ondan alın bu parayı diye rezillik çıkarmış. Bahsettiği emlakçıyı atmışlarmış işten. Gidip adamı bulmuşlar. Bak Ahmet bey benim paramın üstüne yattı diyor, nasıl oldu bu iş diye sormuşlar. Emlakçı da o para hizmet bedeli. Makbuzu da burada diye göstermiş. Yani emlakçının komisyonu. Ahmete sormuşlar, haa öylemiymiş demiş.

Birisi anlatsa yalan söylüyor, olmaz bu kadarı derim...

10 Ocak 2018 Çarşamba

iPhone X - Video

iPhone X'in video özelliklerine bakacağımız bu yazıyı üç kere falan yazıp, sildim ve baştan başladım. Bir dolu teknik zırvayı anlaşılır bir hale getirip, sizle paylaşmaya çalıştım ama her defasında hüzünle teknik detaylarda kaybolduğumu farkettim.

Bir daha deneyelim...

Sevgili arkadaşlar, iPhone X'in fotoğrafik özelliklerini DSLR isimli ihtisas kameralarıyla karşılaştırırken, biraz mahçup, biraz DSLR'ları neredeyse yakaladı gibi temennivari konuşuyorduk, hatırlarsınız.

Bu günkü konumuz video, ve iş videoya geldiğinde iPhone X, bütün DSLR'ları önce sabunlu suya batırır, sonra da yerleri onlarla bir güzel paspas yapar.

Canon'ın falan sadece video çekmek için tasarlanmış, ihtisas kameralarını ayırırsak, 7-8 bin dolarlık DSLR sistemleri bile ağızları açık, iPhone X'e bakıp utanırlar.

Sony ve Panasonic markalı bir kaç mirrorless yani aynasız kamera ise iPhone X'e yaklaşabiliyorlar, o kadar.

iPhone X, işte, 4K videoyu 60 fps'de, 1080p SM videoyu 240 fps'de çekiyor falan demeden önce bu teknolojik laf kalabalığı ne demek, neye yarar, sizin hayatınızı nasıl değiştirir, biraz ona bakalım.

Video, aslında arka arkaya sıralanmış sabit görüntülerin, yani resimlerin, hızlı bir biçimde gösterilmesiyle bize kesintisiz, devamlı bir hareket hissini verir.

Bu resimlerin de bir boyu, bir de yüksekliği bulunur. Boy ve yükseklik ise nokta cinsinden ifade edilir. Bu noktaların da bilimsel bir ismi var, piksel, ya da kısaca px.

Piksel cinsinden bu çözünürlük, ard arda farklı olarak gösterilebilecek en küçük detayın oranını verir, yoksa fiziksel anlamda ölçülebilen bir uzunluk değildir. 400 piksel uzunluğumda, 400 piksel yüksekliğinde çözünürlüğü olan bir videoyu fiziksel olarak 20 cm x 20 cm ya da 20 m x 20 m boyutlarındaki bir ekranda oynatabiliriz, ancak bu boyutun en küçük 400’de birinde, örneğin farklı bir renk gösterebiliriz.

Burada çok fazla ilme gerek yok sevgili arkadaşlar. Çözünürlük ne kadar yüksek olursa, kalite de o kadar artar.

Bir-iki örneğe bakarak ne kadar çözünürlük yeterlidir, anlamaya çalışalım.

Eski siyah-beyaz televizyonunuzun çözünürlüğü aşağı yukarı 400 x 400 pikseldi.

ABD’deki NTSC sistemindeki renkli televizyonlar 720 x 486 piksel, Avrupadaki PAL sistem, renkli televizyonlar ise 720 x 576 piksel çözğnürlüğündeydiler.

İlk çıkan HD televizyonlar 1280 x 720, full HD televizyonlar ise 1920 x 1080 piksel çözünürlüklere sahipti.

35 mm’lik sıradan bir sinema filminin pratik çözünürlüğü İse 2000 x 1100, bir IMAX filminin ise 4000 x 2200 pikseldir. Teoride her iki filmin negatiflerinin çözünürlükleri aşağı yukarı yukardaki değerlerin iki katı olsa da, çekimden, basıma kadarki süreçte bu değerler yarı yarıya düşer.

iPhone X'in arka kamerası 3840 x 2160 piksel, yani 4K dedikleri çözünürlükte video çekiyor. Bu çözünürlük bir IMAX filmi kadar.

Kısacası, bundan ötesi yok. iPhone X çözünürlüğün son noktasını sunuyor video olarak. Eğer 4K gösterebilen bir TV ya da bilgisayar ekranınız varsa, sivil amaçla kullanılan en yüksek çözünürlüklerden biri ile video çekip seyredebilirsiniz.

Tabi ki arka kamerayla HD 1280 x 720 ya da full HD 1920 x 1080 piksel çözünürlükte video çekmeniz mümkün. İşin doğrusu, ben 4K yerine büyük çoğunlukla full HD 1080p modunda video kayıt ediyorum.

iPhone X'in ön kamerası ise en çok 1920 x 1080 piksel çözünürlüğünde. Ayy, kötüymüş falan demeyin. Altı üstü DVD'lerden %50 daha kaliteli işte...

Çözünürlük, video kalitesinin sadece bir unsurudur sevgili arkadaşlar. Önemli diğer bir kalite parametresi ise videonun "hızı" dır.

Dedik ya, video tanımı gereği, sabit görüntülerin arka arkaya gösterilerek insan gözü ve beynine bir devamlılık ve hareket hissini vermesidir.

Ne kadar fazla sayıda sabit görüntü, ne kadar hızlı olarak arka arkaya gösterilirse, hareket hissi o kadar yumuşak, o kadar akıcı, o kadar kesintisiz olur.

Peki ne kadar hız yeteri kadar yumuşak, akıcı ve kesintisiz bir hareket hissi verir?

Normal bir sinemaya gittiğinizde, filmin akıcılığından bir şikayetiniz olmuyorsa, saniyede 24 sabit görüntü gibi bir hız sizi mutlu ediyor demektir.

Gelin şunun adını da koyalım ki, her defasında saniyede bilmem kaç sabit görüntü diye uzun uzun yazmayalım. Saniyede art arda gösterilen görüntü sayısına Frames Per Second, kısaca fps derler.

İşin aslı, özellikle benim yaşıtlarım bu 24 fps civarı hızlarla uzun süre sorunsuz yaşadık. Filmler 24 fps, Avrupadaki TV'ler 25 fps, Amarika ve Caponyadaki TV'ler ise 30 fps hızlarındaydılar. İlk kuşak bilgisayar oyunları 10 fps'den daha düşük hızlarda çalışsa da hiç birimiz şikayet etmedik.

24 fps aslında hiç de fena bir hız değildir. Eğer sahneler çok hareketli değil, bir de filmi çok büyük bir ekranda da izlemiyorsanız, hareketler sizi rahatsız etmeyecek kadar akıcı ve yumuşaktırlar.

Yine tamamlamak bakımından not edelim, günümüzden IMAX gibi formatlar sinemada da 48 fps’a kadar çıkıyor.

Daha fazla fps, daha yumuşak, daha akıcı bir video sağlar. Bir de fps yükseldilikçe, isterseniz aynı videodan daha kaliteli ağır çekim izleyebilirsiniz.

Video hızı da böyle. iPhone X, arka kamerasıyla 4K formatında 60 fps video çekebiliyor. Bu akıl almaz bir hız. IMAX'tan bile ciddi biçimde hızlı. Tabi ki hala 4K formatında 30 ve 24 fps gibi dünyevi hızlarda da çekim yapabilirsiniz.

iPhone X sadece 4K için süper bir hız sunmuyor.

Yine arka kamera, Full HD 1080p formatında 240 fps gibi akıl dışı bir hız sağlıyor. Yani bu hızda çektiğiniz bir filmi on kat yavaşlatıp, hala full sinema kalitesinde izleyebilirsiniz. 1080p formatında kullanabileceğiniz diğer hızlar ise 120, 60 ve 30 fps.

Eğer dosya boylarının kısa olmasında hassassanız, 720p formatında 30 fps video da çekebilirsiniz. Ancak bu bir Porsche alıp, benzin yerine tüp taktırmaya benziyor.

Video formatlarında bazen 720p yada 1080p gibi sonlara birer p ekliyorum. Teknik detayla kafanızı şişirmek için burada anlatmadım (aslında anlatmıştım, sonradan sildim), "p" progressive demek, alternatifi ise "i", yani interlaced. Full dijital kayıt ve gösterimde ikisinin arasında kalite farkı bulunmaz. Kayıt yapan kamera interlaced ise (kamera zaten analog demektir), progressive kayıta göre her zaman daha kötüdür.

Bu arkaik kavramlar taa ikinci dünya savaşından kalma, pirizlerdeki akımın hangi hızla alternate ettiğine bağlı farklılık gösteren kayıt yöntemleridir. Dijital dünyada hiç bir işleri olmaması gerekir ama hala blu-ray disklerde bile p ve i'nin yanında PAL, NTSC falan gibi yine dedemin zamanından kalma diğer televizyon sistem adları yanında görebilirsiniz. Duvardaki her ülkede farklı pirizlerden sonra, elektronik tarihinin en hazin ikinci öyküsüdür. Bir gün anlatırım size...

Video kayıt esnasında iPhone X, her iki lensteki Optik Görüntü Sabitleme sistemini kullanır. Video kaydederken bu sabitlemenin önemini daha fazla nasıl üzerine basarak söyleyebilirim, bilmiyorum. Optik görüntü sabitleme sistemi videolarınızı amatör, çocukça bir havadan çıkarır, profesyonel bir kaliteye sokar.

iPhone X bununla da kalmaz, Sinematik Görüntü Sabitleme isimli başka bir sistemi de video kayıt esnasında kullanıma sunar. 1080p ve 720p gibi göreceli olarak sensör boyundan küçük formlarda çekim yaparken kamerayı salladığınızda sensörün kullanılmayan bölgelerindeki pikselleri kullanarak sallanma etkisini kompanse eder. Dijital bir yöntem olsa da, kalite kayıpsız sabit bir görüntü elde etmemize yardım eder. Sinematik Görüntü Sabitleme de çok çok işe yarayan bir özelliktir. Ne yazık ki 4K video çekerken işe yaramaz.

4K video çekerken aynı zamanda video kaydını aksatmadan 8 "mecapiksel" resimler çekebilirsiniz. Bu da benim yüzümü güldüren bir özellik, çünkü bir çok kez resim mi video mu çeksem diye tereddüt yaşarım. Bu özellik sayesinde her ikisini de yapma olanağı var.

iPhone X, video çekerken odaklanma konusunda da beklentilerimin üzerinde bir performans gösterdi.

Canon kameraların yenilerinde Dual Pixel isimli bir odaklama sistemi bulunur. Bu sistem özellikle video çekerken odaklanan bölge değiştiğinde tereyağ gibi, yavaş yavaş, zart-zurt ileri-geri gitmeden yeni noktaya odaklanır. Şimdiye kadar bundan iyisini kullanmadım. iPhone X bana sorarsanız hala Canon'ın dual pikseli kadar yumuşak olmasa da çok yakın diyebileceğim yumuşaklıkta ve hassaslıkta yapabiliyor bu odaklanma işini.

Kare içerisinde otomatik olarak en yakın yüze, yoksa en yakın nesneye odaklanıyor. Tabi ki ekrana dokunarak otomatik olarak odaklananılmış olan bölgeyi değiştirmek mümkün.

Kayıt esnasında parmaklarınız ile zoom yapabiliyorsunuz. 1x ve 2x lensleri arasında geçiş yaparken kalite kaybı yok, ama kayıt esnasında büyüklük birden cart diye iki katına çıkınca (ya da yarısına düşünce), video çok da hoş durmuyor.

Geri kalan dijital zoom noktalarının en azından bazılarının kalite kaybı olmadan değişebilmesini beklerdim, çünkü özellikle 1080p ve altı modlarda sensörde kullanılmayan çok piksel var. Ancak görünüşe göre Apple bu pikselleri zoom yerine Sinematik Görüntü Sabitleme sistemi için kullanmayı tercih etmiş. Bu son söylediklerim tamamen benim tahmin ve gözlemlerim. Eğer video çekimi esnasında belli bir noktaya kadar kalite kayıpsız zoom yapıldığını okursanız söyleyin, ben de düzelteyim.

iPhone X ile HDR video çekebilirsiniz. Işık ve gölgelerin kaybettiği detaylar HDR videoda bir ölçüye kadar geri gelir.

Gelelim videonun ses kısmına.

Size komik gelebilir ama bir çok video kaydı görüntü değil, sesini kalitesinin düşüklüğünden dolayı çöpe atılır.

Bir kere özellikle açık mekanlarda rüzgardan kaynaklı "hisssss" sesi, videografların bir numaralı baş belasıdır. Kapalı alanlardaki özellikle insan kalabalıklarının hoooo şeklindeki gürültüsü de bununla yarışır tabi.

İkinci yaygın problem uzaktakilerin seslerinin az, yakındakilerin seslerinin çok gelmesidir.

Bir kaç kişinin bulunduğu çekimlerde muhakkak bir müptezel bir kalemi ya da kolyesini, bileziğini çıt, çıt diye masaya vurmaya başlar. Bazıları da ayaklarını yere yada masaya vurarak bu davul resitaline katılırlar. Bu sesler videoyu o kadar itici yapar ki TV'de falan bazen açıkça uyarırlar bu sinirli arkadaşları.

Bu sebeple istenmeyen sesleri filtre edebilmek ve uzaklıktan kaynaklanan seviye farklarını eşitlemek video kalitesi bakımından çok ama çok önemlidir.

Apple bu problemlerin bir çoğunu yazılımla halletmiş.

Örneğin gürültü.

İşin aslı bu gürültü problemi video çekiminden ziyade telefonla konuşmanın bir sorunudur. Açık havada, rüzgarda ya da kalabalık bir ortamda telefonla konuşurken karşıdakinin sizi duyabilmesi iyi bir şeydir, ki zaten Apple da bunu uzun bir süredir çözmüş durumdadır.

Apple telefonun arkasına ikinci bir mikrofon koymuş. Bu mikrofon telefonla konuşanı değil, ortamı dinler. Asıl mikrofon da hem konuşanı, hem de ister istemez ortamı dinlediğinden her ikisini de duyar. iPhone da işte bu hem konuşanın, hem de ortamın duyulduğu mikrofondan, sadece ortamı, yani gürültüyü dinleyen arkadaki mikrofonun duyduğu sesleri dijital olarak "çıkarınca" ortada sadece konuşan kişinin sesi kalır.

Sadece bu özellik bile istenmeyen gürültünün yüzde doksanını engeller.

Ancak isterseniz yüz dolara bir harici mikrofon alıp, iPhone X'e takabilirsiniz. Neredeyse profesyonel seviyede bir ses elde edebilir, kayıt esnasında seviyeleri kontrol edebilirsiniz. Ses bu kadar önemliyse harici bir ses kaydı yapıp, post processing esnasında videoya da bindirebilirsiniz tabi. Ancak n'olur abartmayalım. Hayatınızı video çekerek kazanıyorsanız, bu işi zaten bir cep telefonu ile yapmıyor olmanız gerekir.

Yine tamamlamak bakımımdan söylemiş olalım, palyaço burnu, Noel baba sakalı gibi "hayati önemde" video filtreleri de mevcut.

Videolar H.265 (HEVC) ve H.264 (MPEG-4 diyorum kısaca, n'olur uğraştırmayın) yöntemleriyle sıkıştırılıp saklanır. H.265'in derinliklerine bir sonraki yazıda gireceğiz ama şimdilik mükemmel bir format olduğunu ve video bilgisini çok verimli bir biçimde sıkıştırabildiğini söylemiş olalım.

Lafı çok uzatmayalım. iPhone X"ü'in videosunu live streaming, gün, gece, bol ışıklı, az ışıklı, hızlı, yavaş her formda kullandım.

Video bakımından iPhone X bir teknoloji mucizesi. Herkese tavsiye ediyorum.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...

7 Ocak 2018 Pazar

iPhone X - Portre Modu

Sevgili arkadaşlar, iPhone X'in kamerasını konu aldığımız bir önceki yazımızda, iPhone X'in kameralarının her fotoğraf makinesinde bulunan odak uzaklığı, lens hızı gibi genel özelliklerine baktık.

iPhone X, DSLR isimli büyük siyah ihtisas kameraları kadar olmasa da, tam anlamıyla kabul edilebilir bir performans gösterdi.

Ancak iPhone X fotoğraf sistemi sadece bir optik ve mekanik parçalar topluluğu değil. Unutmayın, Apple, aslında bir yazılım firmasıdır. iPhone X'in arkasında öyle bir bilgisayar gücü var ki, on bin dolarlık bir top-notch Canon sisteminin hesaplama gücünü utançtan yerin dibine sokar.

Eh, elinde böyle bir olanak varken Apple da durmamış tabi. Oturmuş, başka hiç bir kameranın yapamayacağı işlere kalkmış.

Bunlardan biri iPhone X'deki Portrait Mode dedikleri portre fotoğraf çekim modu.

Portre modu aslında ilk olarak iPhone 7 Plus'da ortaya çıkmıştı, ama iPhone 8 Plus ve iPhone X'te eklenen Portrait Lighting yani Portre Işıklandırması eklemesiyle ilk meyvelerini verdi.

Bu işin daha başı. Başka neler gelecek, hepimiz ağızımız açık seyredeceğiz.

Gelin bakalım bu portre modu ne mene bir şeydir.

Portre fotoğraflara portre resimleri de eklerseniz, sanat tarihinin en eski uğraşılarından birini bulursunuz.

Fatih Sultan Mehmet'ten Napolyon'a, hemen herkes kendi yüzünü kağıt üzerinde görmeyi istemiştir. Biraz narsist bir dürtü belki, ama böyle işte.

Portrelerin hedefi insan olunca, resim üzerinde de insanın öne çıkması esastır.

Bunun en direkt yöntemi de kağıda sadece insanın yüzünü boyamaktır. Öyle ya, kağıtta, portresi yapılan insanın yüzünden başka bir şey yoksa, yüz büyük bir açıklıkla hemen ortaya çıkar.

Ancak her yüz beyaz kağıdın üzerine boyandığında bütün portreler birbirine benzeyecektir. Bu nedenle ressamlar çeşni olsun diye, geri plana da bir şeyler koymaya başladılar.

Bu geri planlar çoğunlukla beyazdan farklı renkler, biraz flu, biraz afaki/sürreal şekiller, dokular olmuştu. Ancak geri planlar tanımları gereği hiç bir zaman portredeki insan yüzünden daha baskın, daha parlak ve daha keskin olmadı.

Geri plan, geri plan olarak kalmak zorundaydı. Eğer öne çıkarsa, portredeki insanın önemi azalacaktı.

Düşünsenize, parlak, canlı renkleriyle sandıktan taşan mücevherlerin bulunduğu bir hazinenin üzerine Kraliçe Elizabet'in yüzünü koyun. Yüze mi bakarsınız, mücevherata mı?

Yüzün önemi azalır, portreye bakan insanların dikkati mücevheratın ışıltısıyla yüz ve hazine arasında dağılır.

Hoş, Elizabet çok doğru bir örnek olmadı. Kadının yüzünü boş kağıda da çizseniz hala pek bakılası değildir. Ancelina Coli diye düşünün, daha doğru olacak.

Boş tuvalle işe başlayan bir ressam için geri plan alternatifleri sınırsızdır. Tamamen sanatsal tercihleri sonucu güzel görünceğine inandığı her türlü geri planı portre üstüne boyayabilir.

Fotoğrafçıların işi geri plan seçimi bakımından haliyle biraz daha zordur. İstedilikleri geri planı, portresini çektikleri yüzün arkasına koymaları konusunda yapabilecekleri çok daha sınırlıdır.

Portresini çekecekleri insanı beyaz bir çarşafın önüne oturtabilirler örneğin. Geride bir şey kalmayacağı için fotoğrafa bakan herkesin dikkati resimdeki yüze yönelir.

Bunu günümüzde de yapıyorlar zaten. Adına da vesikalık resim diyoruz.

Ancak işin içine sanat girince, fotoğrafçılar bir geri planla çalışmak zorumda kalıyorlar. Bu geri planın ne var ki, aynı resimlerde olduğu gibi, portredeki yüz kadar önemli baskın olmaması gerekiyor.

Ellerinde fırça ve tuval olmayan fotoğrafçılar, geri planı önemsizleştirmek için insan beyninin ilginç bir algılama özelliğini kullanırlar.

İnsan beyni, bir sahneyi gördüğünde dikkatini ilk önce gözüne en keskin görünen bölgesine yöneltir (en parlak ve en çok sarı/turuncuya çalan taraflarına da bakar ama konumuz bunlar değil).

Böylece fotoğraflarda geri planı önemsizleştirip, yüzü ortaya çıkarma sorunu, geri planını flulaştırarak çözülür.

Bilgi olsun diye söyleyelim, fotoğrafçılar, geri planın fluluk derecesine Bokeh derler.

Fotoğrafçılar, geri planı flulaştırmak için optik bir özellik kullanırlar.

Bir kamerada film yada sensörün alanı, lensin odak uzaklığı, lensin hızı ve fotoğrafını çektiğiniz objenin geri plana uzaklığı ne kadar büyürse, geri plan optik olarak o kadar flulaşır.

35 mm boyundaki bir film ya da sensörle çalışırken, 80 mm civarı bir odak uzaklığı olan f/1.8 hızında bir lens genel kabule göre uygun bir portre lensidir.

Böyle bir lensin boyu 7 cm, çapı da 6 cm falandır. Fiziksel bir parametredir bu, daha kısa ya da küçük olamaz.

Benim şu sıralar portre için kullandığım 70-200 mm f/2.8 lensin boyu 20 cm, ağırlığı da 1.5 kilo!

Eh, portre için kullanılan lenslerin, ama özellikle sensörlerin boylarının bu kadar büyük olması gerektiğinden kimse cep telefonları ile portre çekmeyi düşünmemiş bile.

İşte Apple bu işi iPhone 7 Plus'tan başlayarak dahiyane bir biçimde yazılımla çözmüş.

Fiziksel limitasyonların arkasından dolaşıp, minicik sensörleriyle cep telefonu kameralarının portre çekerken, geri planı flulaştırmasını sağlamış.

Dijital bir ortamda her hangi bir görselin bir bölümünü ya da tümünü flulaştırmak çocuk oyuncağıdır sevgili arkadaşlar. Gerçekten çok kolaydır.

Eğer her tarafı keskin bir portre resim üzerinde, geri plan nerde, yüz nerde bilirsek, cep telefonlarında da bulunan işlemciye "Burası geri plan, burayı flulaştır." der, koca koca kamera ve lensleri kullanmadan da portre efektlerini elde edebiliriz.

Bir fotoğrafa baktığımızda insan gözü ve beyni hemen yüz neresi, geri plan neresi görebilir. İşlemciler ise günümüzde henüz bu kadar akıllanmadılar.

Yüzün bir çok özelliklerini tesbit edebilseler de, özellikle saçlar ve portrenin geri kalan hatlarının geri planla çakıştığı noktaları, insan müdehalesi olmadan doğru bir biçimde tespit etmesi şimdilik olanaksız.

Hele geri plan ile portrenin tonaliteleri yeterli kontrast oluşturmuyorsa bu geri planı seçme işi çok daha zorlaşır.

Bir kaç sene önce köpeğimizi gezdirirken sevgili karımın tarlada, başakların arasında bir resmini çekmiştim. Resim çok güzel çıktı ve ben de geri plandaki başakları biraz flulaştırıp, bir portre haline getireyim istedim.

Karımın sapsarı saçlarını bilgisayarda başaklardan ayırmak için bir iki saat harcayıp, sonrasında pes ettim. Aynı yere bir portre lensiyle gidip, aynı resmi bir daha çekmeye çalıştım, ancak aynı anı yakalamak mümkün olmadı tabi.

Photoshop üzerinde portre efektini yaratmak için yüzü ya da geri planı seçmeye çalışanlar bilir. Eskiden alpha kanallarını falan kullanıp, saçları gök yüzünden ayırırdık. Neyse, şimdilerde Photoshop da biraz akıllandı da, artık select-mask aletleriyle biraz daha az çileli hale dönüştü bu iş. Ancak her halükarda büyük miktarda insan gözü ve beyninin araya girmesi gerekiyor.

Bunun en önemli nedeni ise fotoğraf kağıdının (ve ekranın, ve tuvalin) iki boyutlu olmasıdır.

Gerçek hayattaki üç boyutlu nesneler, fotoğraf üzerinde iki boyutlu bir şekilde temsil edilir.

Fotoğraf üzerinde bir noktanın üçüncü boyuttaki yerini yani derinliğini bilebilseydik, tanımı gereği geride kalan geri planı ayırıp, flulaştırmak çok daha kolay olurdu ve insan müdahalesi olmadan, otomatik bir biçimde gerçekleşebilirdi.

Apple işte bunu yapmış.

iPhone X'in arkasında iki lens olduğunu söylemiştik. Siz fotoğrafı bu lenslerden hangisiyle çekiyorsanız, diğer lens de size çaktırmadan aynı fotoğrafı çekiyor.

İnsan beyni derinliği iki tane gözü olduğu için algılar. iPhone da iki kamerası olduğu için çekilen resimdeki her noktanın fotoğraf çekildiği andaki kameraya olan göreceli uzaklığını algılıyor ve bir yere not ediyor.

Apple buna derinlik haritası, yani depth map demiş.

Eh, elinde bir resim ve onun derinlik haritası olunca, iPhone X geri planı otomatik olarak ayırabiliyor ve yazılım sayesinde flulaştırıyor.

Portre modu arka kamerasında iki lens olan her iPhone modelinde var.

iPhone X ise ön kamerasına da bu özelliği eklemiş.

Dikkatli okuyucular, iPhone X"in önünde sadece bir kamera var, derinlik haritasını nasıl oluşturuyor diye haklı olarak şarlayacaktır.

Apple bu işi de dahiyane bir biçimde çözmüş.

Bildiğiniz üzere iPhone X sahibinin yüzünü tanıyarak kilidini açar.

Bu yüz tanımasının en önemli aracı tabi ki ön taraftaki kamera.

Bu kameranın hemen yanında yüzün özelliklerini algılamak için yüzün üzerineki otuz bin noktayı algılayan başka bir sensör var. Bunun hemen yanında da bir infra-red, yani kızıl altı ışımaya hassas bir kamera var.

İşte bu kızıl altı kamera ikinci kamera olarak derinlik haritası hazırlamaya yardım ediyor.

Bu bir tesadüf değil. iPhone X gerçekten ön kameradan gördüğü resmin derinliğini bilmek zorunda. Yoksa biri size çaktırmadan resminizi çeker, telefonunuzu çalar ve çektiği resmi telefona gösterip, kilidini açar.

iPhone X bu derinlik algılaması sayesinde telefona bakan üç boyutlu, gerçek bir insan yüzü mü, iki boyutlu bir fotoğraf mı anlar.

Kızıl altı kameranın başka bir güvenlik fonksiyonu daha var. Bildiğiniz gibi düşük sıcaklıklardaki her cisim, kızıl altı bir ışıma yapar.

Ön yüzde bulunan kızıl altı kamera, telefona bakanın ortalama 37 derece vücut ısısında bir insan mı yoksa usta bir heykeltıraşın yada üç boyutlu bir yazıcının yaptığı bir maket mi olduğunu algılayıp, güvenlik kilidini açıp, açmamaya karar veriyor.

Çok kurcalamayalım ama öldüğünüzde vücut ısınız düşeceği için, kadavranız bile iPhone X'in güvenlik kilidini açamaz.

Ne teknoloji be! Şapka çıkarıyorum...

Sözün kısası, iPhone X'in ön kamerası ile de geri planın flulaştırıldığı mükemmel portreler çekebilirsiniz.

Bunun önemi ne derseniz, cevap narsist egolara biraz daha cila, yani size selfie portreler çekebilme olanağı sağlaması.

Derinlik haritası sayesinde ön ve geri planı otomatik olarak ayırabilme imkanı o kadar fazla farklı uygulama olanağı yaratır ki, Apple bu gün itibarı ile geri planı flulaştırma gibi bunların çok az bir bölümünü hayata geçirebildi.

iPhone X (ve iPhone 8 Plus), bir adım daha ileri gidip portre moduna Portrait Lighting yani Portre Işıklandırması isimli başka bir özelliği ekledi.

Geri planı flulaştırdıktan sonra, geri plan ve ön plandaki başta yüz, diğer vücut bölümlerinin üzerine düşen ışıklandırmayla oynamaya başladı.

Fotoğrafçılar beauty dish, yada beauty light ismi verilen farklı projektör ve yansıtıcılarla yüzün parlak ve gölgeli yerlerini ortaya çıkarıp, portrelerin daha güzel ve dramatik olmalarını sağlarlar.

iPhone X bu işi yine yazılımla çok kolay hale getirmiş.

Bir iki basit ayar ile fotoğraftaki yüzler parlıyor ve sanki bir fashion show fotoğrafı misali güzelleşiyor.

Stage Light diye bir aydınlatma modu var ki, bütün geri planı karartıp, portredeki yüzün üzerine bir projektör tutulmuş havasını veriyor. Bu mod ile çekilmiş resimleri başka koşullarda çekmek olanaksız, o yüzden stage light resimleri çok kendilerine özgü, çok farklı oluyorlar.

Bu teknoloji ile yapılabilecek o kadar çok şey var ki, Apple bile yolun başında olduğunu, Portrair Lighting modunu "Beta" şeklinde etiketleyerek kabullenmiş.

Photoshop olmadan kendinizi istediğiniz anıtın, manzaranın ya da sürreal bir arka planın önüne koymak, Apple'ın bir kahve molasında bile hazırlayabileceği bir uygulama.

Derinlik algılayabilen kameralar ise kısa vadede üç boyutlu harita yapımında, mimaride, körlere yol göstermede, hatta bir drone'un üzerine konup, keşif ve hedef belirlemede kullanılabilir.

Otuz bin noktalı projektörle birleştiğinde, dudakları okuyup, örneğin klavye kullanımını ortadan kaldırabilir. Unutmayalım, sesle, yani diktasyonla kumanda, gürültü yaptığı ve gizliliği ortadan kaldırdığı için, beklenenin aksine, klavyenin yerine geçemedi.

Uzun vadede ise üç boyutlu fotoğraf çekimi aklıma ilk gelen uygulama alanları.

İşi en ilginç tarafı, yukarda anlattıklarımım tümü fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun, hiç bir ihtisas kamerası ile yapılamayacak, sadece bir kaç yüz gramlık bir iPhone ile becerebileceğiniz şeyler.

Bu gün de burada duralım.

Gelecek yazılarda iPhone X'in video ve bilgi saklama özelliklerine bakacağız.

Sevgi ile kalın...

5 Ocak 2018 Cuma

iPhone X - Fotoğraf Özellikleri

Sevgili arkadaşlar, takip ettiyseniz biliyorsunuzdur, yılbaşı için karım ve kızımla beş gün Paris yakınlarındaki Disneyland'e gittik. Lozan'a TGV dedikleri hızlı trenle üç buçuk saat uzaklıkta Paris, yani ulaşımı hem kolay, hem de ucuz. Bu yüzden de arada bir gittiğimiz bir destinasyon.

Bu gezimizde henüz bir aydır elimde olan iPhone X'in fotoğraf becerisini denemek gibi bir düşüncem oluştu. Bu denemenin tam anlamıyla bir sonuca ulaşması için de normalde bir yere giderken yanıma aldığım DSLR kameraları evde bıraktım. Eğer bırakmasaydım, zorda kaldığımda resimleri cart curt bu kendimi rahat hissettiğim kameralarla çekerdim.

Beş günün sonunda iPhone X hakkında kendime göre size yazabilecek kadar, sağlam bir fikir sahibi oldum.

Hadi Başlayalım...

iPhone X, hem önde, hem arkada iki kamera "sistemine" sahip. Arkadaki asıl kamera sistemi aslında iki kameradan oluşuyor, ama kısaca iki lens diyelim. Bunların ikisi de 12 Megapiksel çözünürlüğümde (gigabayta cigabayt diyen her şeyi bilen, bilmese de şeytani zekasıyla şak diye doğruyu bulan ulu zihniyet, megapiksele niye mecapiksel dememiş, derin bir merak konusudur bende hala, ama hadi dağılmayalım).

12 megapiksel hiç de fena bir çözünürlük değildir arkadaşlar. Hele hele sadece sosyal medyaya fotoğraf koyuyorsanız, ya da en çok A4 ebatlarında foto basıyorsanız, 12 megapiksel ile hiç bir sorununuz olmaz.

Tabi ki çok megapiksel, kaliteyi koruyabildiğimiz sürece daha iyidir, resimlerinizi kırpmak, yani crop etmek için daha fazla olanak sağlar size, ancak pro bir kameradan değil, bir cep telefonundan bahsettiğimizi de unutmayalım.

Bu leenslerden geniş açılı olanı 35 mm film kullanan kameralardaki 28 mm odak uzunluğuna sahip bir lens kadar geniş görebiliyor (tabi ki gerçek odak uzaklığı çok daha küçük, 4 mm falan, ama inanın bu bilginin kimse için beş kuruşluk önemi yok).

28 mm dengi geniş açı, hemen hemen standard bir Canon ya da Nikon DSLR kameranın kit lens dedikleri, makineyi aldığınızda üstünde bulunan lensin geniş açı ucu kadar bir görüş alanı verir (18-55 mm kit, standard olarak 28.8 mm dengi, yani 28 mm'lik iPhone X daha geniş açılı).

Kısacası iPhone X'in geniş açılı lensi sizi hiç bir şekilde üzmeyecek kadar geniş. Hatırlayalım, açı genişledikçe, yani odak uzaklığı azaldıkça, fotoğraf karesine daha fazla şey tıkıştırabikirsiniz. Manzara resimleri ya da geri çekilmenize izin vermeyen dar alanlarda çok işe yarar bu geniş açılı lensler.

Arka kameradaki ikinci lens ise 2x, yani geniş açılı lensin iki katı kadar dar bir lens. Basit matematikle 2 x 28 = 56 mm denginde, (biraz ıkınarak) kısa telefoto sınırlarında, dar açılı bir lens.

Geniş açılı lenslerdeki mantığı uygularsak, açı daraldıkça, yani odak uzaklığı büyüdükçe, resim karesinde daha az şey sığdırabilirsiniz. Resim karesinin boyu değişmediği için de bu nesneler daha büyük görünür.

Kısacası telefoto lensler, bir dürbün gibi çalışıp, uzaktaki objeleri büyütür. Trajik bir biçimde yanlış ama bir o kadar da yaygın olarak, bu uzaktaki objeleri büyüten lenslere zoom (zum) lens derler. Zoom lens, odak uzaklığı değişen lens demektir. Her zoom lens telefoto olmayabilir. Benim evde birden fazla geniş açılı "zoom" lensim var (yine bu bilgi de hayatınızı beş kuruşluk değiştirmeyecek bir bilgi, ister zoom lens, ister telefoto lens deyin, sonuçta lens aynı fotoğrafı çekecek işte).

Neyse, sözünü kısası, iPhone X'in arkasında bu telefoto lenslerden de bir tane var. 56 mm dengi öyle size Paparazzi kariyeri kazandıracak kadar telefoto değildir ama, hiç olmamasından da iyidir. Yukarda bahsettiğim standard Canon DSLR kit lenslerinin telefoto ucunun %60'ı kadar bir telefoto görüş alanı verir.

Bu iki uç arasında, hatta telefoto ucun ötesinde pinch to zoom dedikleri, parmaklarınızla açarak farklı odak uzaklıkları kullanabilirsiniz, ancak 1x ve 2x dışındaki tüm odak uzaklıkları dijital zoom dedikleri bir özelliği kullanır ve HER ZAMAN bir kalite kaybına yol açar.

Örneğin 4x, size 112 mm dengi bir telefoto verir, ancak kamera aslında 2x lensle fotoğrafı çekip, ortasından %50 sini alır. Kısacası kalite 6 "mecapiksel'e" düşer. İşin komiği, fotolar hala 12 megapiksel boyundadır. Yani kalite düşse de, resimlerin boyu değişmez. O yüzden tavsiyem ya 1x, ya 2x çekip, resmi sonra kullanırken canınızın istediği gibi kırpın.

Bu arada fotoğraf kurtları aslında bu iki lensin bir zoom değil, bir prime lens sistemi olduğunu fark etmiştir.

Bu lenslerden hangisini, ne zaman kullanayım derseniz, 1x, yani 28 mm manzara, dağ, taş falan için çok işe yarar. İnsan resmi, özellikle de porttre çekmek için ise 2x, yani 56 mm'yi seçin derim.

Arka kameranın bir diğer özelliği ise lenslerin hızı. Hızı derken, tabi ki lenslere motor takıp yarıştırmıyoruz. Bir lensin hızı ne kadar ışık toplayabildiğinin bir ölçüsüdür.

Bir fotoğrafı doğru parlaklıkta (exposure-poz) elde etmek için belirli miktarda ışığın kameranın sensörü üzerine düşmesi gerekir.

Aynı bir hortumla kovayı doldurmak gibi. Hortumunuz genişse kova daha kısa zamanda dolar. Hortum darsa, daha uzun bir süre musluğu açıp beklemeniz gerekir.

Hızlı bir lensle, fotoğrafın doğru parlaklıkta oluşabilmesi için gerekli ışığı daha kısa sürede toplarsınız. Yavaş bir lensle ise objektifi daha uzun bir süre açık tutmanız gerekir.

Madem beklemekle oluyor, ne gerek var hızlı bir lense diyebilirsiniz.

Gerekli ışığı toplayabilmek için makinenin objektifinin açık olmasının iki mahzuru vardır.

Bunlardan ilki, objektif açık kaldıkça elimizin ve dolayısıyla kameranın titremesi resmi bulanıklaştırır.

İkinci mahzur ise hareketli bir objenin fotoğrafını çekerken başımıza bela olur. Cisim yer değiştirdiği için, resim karesinde bulanık çıkar.

Bir lensin hızı f denilen bir değerle ölçülür. İşin geometrisine çok girmeden bu f değerleri nasıl okunur arzedeyim.

f değerleri küçüldükçe, lens hızlanır, yani daha çok ışık toplar. Yani ne kadar küçük f, o kadar kaliteli lens.

Bir de bu f değerleri doğrusal değildir. f/2 hızında bir lens, f/4'ün iki katı hızlı değildir. f/2, f/2.8'e göre iki kat hızlıdır, yani iki kat daha fazl ışık toplar. f/2.8 bir lensle bir saniye pozda çektiğiniz bir resmi, f/2 bir lens ile iki katı kısa bir zamanda, yani yarım saniyede çekebilirsiniz.

Bu f işi çok ama çok önemlidir arkadaşlar. Yeni sayılabilecek bir yaşındaki bir cep telefonu ile bile gece doğru düzgün bir resim çekmek imkansız gibi bir şeydir. Resim yumuşak ve flu çıkar. Bol bol da kumlanma görürsünüz.

iPhone X'in 1x geniş açılı lensi f/1.8, 2x telefoto lensi ise f/2.4 hızındadır.

Canavarca bir hızdır bunlar, özellikle f/1.8. 70-200 mm f/2.8 bir zoom lensim var evde, ayıp söylemesi iki bin dolar fiyatı var. Aynı lensin f/4, yani yarı hızındaki modeli ise bin dolar. Kısacası bir f-stop, yani iki kat hız, fiyatı iki katına çıkarıyor.

Evdeki 6D kameramın üzerine f/1.8 bir lens taktığımda, mum ışığında fotoğraf çekebilirim. Ancak iPhone X'i alıp gece karanlığında James Bond'luk yapmayı beklemeyin. Çünkü cep telefonlarının en zayıf tarafı, yani sensör boyları devreye girer ve büyük kameralara en önemli avantajı bırakır. Sensörü büyük kameralar, aynı f hızlarında, cep telefonlarına göre kat be kat kaliteli fotoğraf çekebilirler.

Yine de iPhone X düşük ışıklı ortamlarda hayallerimin çok çok ötesinde işe yarar resimler çekebiliyor.

Bunun başka önemli bir sebebi, her iki lensin üzerindeki optik görüntü sabitleme sistemi. Bu sistem eliniz titreyip, kamera sallandıkça, lensi aksi tarafa sallayarak titremeyi önler. Böylece resmi flulaştırmadan, objektifi daha uzun süre açık tutabilirsiniz.

Optik Görüntü Sabitleme, kamera sallanmasını büyük ölçüde engellese de, hareketli objelerin fotoğrafını çekerken ortaya çıkan flulaşmayı önleyemez. O yüzden iPhone X ile de çekseniz, gece oynanan bir dutbol maçında hala oyuncuların hareketleri fluluk yaratır.

iPhone X'in arka kamerası böyle. Daha önceki iPhone'ların kameralarının evrilmesi ile bu hale gelmiş. İkinci telefoto lensi ilk kez iPhone 7 Plus'a konmuş. iPhone 8 Plus'ta da var, ama iPhone 7 ve 8, yani ufak ekranlı modellerde yok.

Bütün iPhone 7 ve 8 modellerinde, Plus varyantları da dahil, arka kameradaki sensörler 12 megapiksel boyunda. Yine bütün bu telefonlarda geniş açı, yani 1x lenslerin hepsinin hızı f/1.8. iPhone 7 ve 8 Plus'ların telefoto lensinin hızı ise f/2.8, yani iPhone X'in f/2.4lük hızına göre %30 falan daha yavaş (logaritmik ölçekte f/0.4'lük bir fark %30'luk bir hız farkı yaratıyor). Bütün bu telefonlardaki geniş açılı lenslerin Optik Görüntü Sabitleme özelliği var. Telefoto lenslerin üzerinde ise sadece iPhone X'te Optik Görüntü Sabitleme sistemi var. Bu da önemli bir fark.

iPhone X'in selfie çekmek için bayılarak kullandığımız ön kamerası ise 7 megapiksel boyunda bir sensöre sahip. Arka kamera gibi 12 megapiksel boyunda olmasa da, yine oldukça büyük ve kullanışlı bir büyüklük bu.

iPhone X'ten önce kullandığım iPhone 6 Plus'ın ön kamerası 1.2 megapiksel, arka kamerası 8 megapikseldi.

Farka bakar mısınız?

Ön kameranın hızı ise f/2.8. Arka kameranın f/1.8 hızına göre yavaş olsada, inanın çok yüksek bir hız bu. Apple ön kameranın 35 mm dengi odak uzaklığını açıklamamlış, ama arkadaki 28 ile 56 mm dengi arasında, 28"e yakın bir yerlerde. Çok geniş açı olmaması iyi bir şey, çünkü bu kamerayla sadece kendi resmimizi çektiğimizden, ağızımız, burnumuz geniş açı lenslerin başlarının derdi bozulmasından dolayı koca koca çıkmıyor. Yine yeteri kadar geniş olması sayesinde kolunuzu uzattığınızda üç kişiyi sığdırabiliyorsunuz.

Kısacası, iPhone X'in ön kamerası ile de çok kullanışlı resimler çekmek mümkün.

iPhone X çok hızlı ve çok rahat odaklama yapabiliyor. Eğer resim karesinde bir yüz bulursa otomatik olarak bu yüze odaklanıyor. Tabi ki ekrana dokunarak odaklandığınız noktayı değiştirebiliyorsunuz.

Odaklanma hızı fotoğraf kurtlarının çok önem verdiği bir özelliktir. Eğer odaklanma yavaş olursa resmi kaçırabilir, doğru odaklanmazsa da objeniz flu çılar ve resmi çöpe atmanız gerekir. Yine bir entüziyast yada pro DSLR olmasa da iPhone X günlük kullanımda fazlasıyla yeterli ve hassas.

Orijinal kamera aplikasyonu ile olmasa da ek bir applikasyonla RAW ismi verilen ham fotoğraf dosyalarına ulaşabiliyorsunuz. DNG formatındaki bu dosyaları Photoshop ya da Lightroom ile doğrudan kullanabilirsiniz. RAW dosyalarda çok parlayıp ya da karanlıkta kalıp kaybolmuş görüntüleri biraz daha etkili olarak geri getirebilirsiniz.

Ben DSLR kameralarla her zaman RAW çeksem de iPhone ile her zaman bu formatı kullanmanın pek anlamı yok. Eğer RAW kullanacak kadar hassaslık gerekiyorsa, iPhone X yerine bir DSLR kullanmak daha pratik. Ancak acil durumlarda DSLR'sızken büyülü bir gün batımı yakalar ya da çölde yürürken uzaylıların indiğini görürseniz, RAW kullanabilecek olduğunuzu bilmek güzel bir duygu.

Yine yeni iPhone'ların tümü gibi HDR, yani High Dynamic Range dedikleri, ve yine yukardaki gibi resmin çok parlak ya da çok karanlık bölgelerini geri getiren sistem iPhone X'te de var. Abartıya kaçmayan, etkili ama doğal diye tarif edebileceğim bir sonuç veriyor.

iPhone X'in çok kimsenin takılmadığı başka bir özelliğine de bakalım. Diğer iPhone'larda da bulunan hızlı aksiyonları çekebilmek için kullanılan burst mode yani makineli tüfek gibi arka arkaya resim çekme özelliği de hiç fena değil. Apple yine spesifikasyonunu açıklamamış ama bir yerde saniyede on kare diye okudum. Yine DSLR'vari bir özellik bu. Tabi ki kimse iPhone X alıp, olimpiyatları çekmeye gitmeyecek ama gerektiğinde kullanılabilecek kadar işe yarar olduğunu bilmek de güzel bir duygu.

Bu günlük burada duralım. Bir sonraki yazıda iPhone X'i gerçekten farklı kılan Portrait Mode, video ve saklama formatlarına bakacağız.

31 Aralık 2017 Pazar

Yeni Yılınız

Bugün yeni yıl itibarı ile karımla bir restorana gidelim dedik. Masamıza oturur oturmaz 🐝Mezzy🐝, sabah parkta aldığımız Goofy peluşumu isterim diye bar bar bağırdı.

Ona peluşunu verdik, bu sefer peçetesini yorgan yapıp Goofy'i sarmaladı. Annesi Goofy'i elinden almaya çalışınca, etraftaki tuz, biber, çatal, bıçak ve bardakları sağa sola fırlatmaya başladı.

Peluşu geri verdik. Bu sefer Goofy'e yemek vermeye başladı. Zaten yağmurdan sırıl sıklam olmuş garip oyuncak, bir de yağ içinde kaldı.

Garsonlar bir şeyler yerse diye önüne bir tabak koydular, onu da alıp, fırlattı.

Müteakip kereler masadan kaçıp, mutfak dahil, restoranın her yerinde koşuşturmaya başladı, annesi de peşinden tabi.

Yemeklerimiz geldi, annesi sol eliyle hem 🐝Mezzy🐝'yi, hem de Goofy'i tutarak tek eliyle yemek yemek zorunda kaldı. Ben ise tam yemeğin ortasında, tabağımın içinde bir Goofy buldum. Yağ'dan sonra hardal sosu daha iyi gelmiştir diye düşünüyorum.

Velhasıl kelam, yarım saatte restorandan zor kaçtık. Biraz daha kalsak, onlar atacaktı zaten.

Planlara göre yeni yılı parkta, havai fişeklerle karşılayacaktık ama ikimizi de yemedi.

Yeni yılı otel odamızda karşılayacağız sevgili arkadaşlar. Şarabımız da var, tatlımız da. Bir de 🐝Mezzy🐝 uyursa, karımla iki kelam bile edebiliriz. Uyumazsa, Frozen'dan Let It Go dinleyerek gireriz 2018'e.

Tüm bunlara rağmen, daha doğrusu tüm bunların sayesinde en güzel yeni yıllarımızdan birisini geçiriyoruz.

Yeni yılınız mutlu, kutlu, sağlıklı, paralı ama en önemlisi sevgi ile dolu olsun 😛

Bonne Annèe❤️

30 Aralık 2017 Cumartesi

Gözünü sevdiğimin Fransası

Tek özelliği Disneyland'a yürüyerek beş dakika mesafede olması olan bir çocuk otelinde kalıyoruz arkadaşlar.

Dün yolda bir süpermarkete girmiştik, oradan kendimize iki şişe şarap aldık. Bir tanesi Bordo, bir tanesi de eski bir Monako şarabı.

Parkta canımız çıktığı için odaya erken döndük, hiç olmazsa burada bir kadeh şarap içelim dedik. Ancak henüz geceleri köprü altında şarap çekmeye başlamadığım için yanımda tirbuşon taşımıyorum (doğru yazılışı bu, nolur benle kavga etmeyin). 😛

Resepsiyona sordum, bana bir tirbuşon yollar mısınız diye. Odadaki kayıp mı oldu diye geri sordu resepsiyonist.

Babacım, biz suitte falan kalmıyoruz, öyle alelade bir oda bizimki falan diye de espiriyle karışık ukalalık ettim. Kadın bana mösyö, odada var. Dolaba bak, bulamazsan ara bizi gönderelim dedi.

Dolabı açtım ki, bırak tirbuşonu, karaf bile var anasını satayım.

Gözünü sevdiğimin Fransası 😛🍷

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...