İster inanın, ister inanmayın, bu olay ben şahsımın başına müteaddit kereler gelmiştir.
Yıl 2007. Daha taze evliyiz. Sevgili karım ikimize bir Mısır gezisi almış. Belgrad’dan bir uçak ile Kahire’ye gittik. Gitmeden de Mısır konsolosluğu ile konuşup, “Vize gerekiyor mu” diye sordum, “Hayır, gerekmiyor” dediler.
![]() |
Sevgili karım ikimize bir Mısır gezisi almış |
Sıra bana gelince pasaportuma baktı ve “Sen şöyle geç kenara” dedi.
Turla beraber gittiğimiz bütün Sırplar sınırı geçmiş, bir ben, bir de gönüllü olarak benle kalan sevgili karım kalmıştık.
“Ya habibi, ne oluyor” diye sorduk, Arap görevli beni işaret edip, “Bu bir terör riski” dedi.
O anda sinirimi nasıl kontrol edeceğimi bilemedim. Jelena “Niye” diye sordu, adam sadece “Öyle” dedi. Sonrasında pasaportumu alıp, kayboldu. Dışarda bir otobüs dolusu Sırp bizi bekliyor. Aradan bir saat geçti, aynı habibi geldi, hiç bir şey söylemeden vizeyi yalayıp, pasaporta yapıştırdı. Ne oldu, niye oldu, kimse bir şey söylemedi. Öyle bir saat bok gibi kalmışlığımla kaldım havaalanında.
Pasaportu ve vizeyi damgaladılar, içeri girdim. Ama çok az bu kadar sinirlenmiştim. Her nasılsa “Terör riskinden”, “Turistliğe” terfi etmiştim. Garip Jelena, Mısır, Türkiye, din kardeşi, zorluk çıkmaz falan diye düşünürken, böyle bir muameleye maruz kaldığımızı görünce şaşırmıştı. Ona “Türk olmak zordur” dedim.
Yıl 2008. Belgrad’da bir arkadaşın düğününe gidiyorduk. O aralar Sırbistan için vize gerekiyordu. Ben de Sırbistan konsolosluğuna bana vize verin diye başvurdum. Onlar da “Yok birader, sen İsviçre’de yaşıyorsun, vizeye gerek yok” dediler. Üç yıl Niş’de yaşadım, başıma geleceği biliyorum, “Etmeyin, bir vize verin yoksa beni içeri almazlar” dedim. “Yok, vermeyiz, vizeye gerek yok, sen git, almazlarsa bizi ara” dediler.
Cenevre’de havayolu da vizeye gerek yok diye teyit etti, uçağa bindik, Niş havaalanına indik. Havaalanında pasaport kontrolündeki Dragan, “Senin vizen yok, giremezsin” dedi. “Etme brate, bak konsolosluk girersin diyor” deyip, konsolosluktan gelen email’i gösterdim. “Hmmm” falan dedi, pasaportumla email’i aldı, ortadan kayboldu.
Niş’e gidenleriniz bilir, bütün pasaport kontrolü, bagaj alımı falan topu topu on metrekarelik, küçücük bir alandadır. Ben de bu küçücük yerde beklemeye başladım.
Jelena da pasaport kontrolünün diğer tarafında, bağrışarak konuşabiliyoruz. O da görevlilere dert anlatmaya çalışıyor ama…
Aradan bir saat falan geçti. Haliyle su içmek, bir şeyler yemek gibi insani ihtiyaçlar belirmeye başladı. Oradaki başka bir görevliye “Brate, bak, moja zena je Srpkinja, ben de Niş’te üç sene yaşadım, yabancı değilim, bana bir şeyler yiyip, içebilecek bir yer göster, ya da sen al, bana getir” dedim.
Görevli, bir sağa, bir de sola baktı, yapacak bir şey yok, “Tamam geç sınırı, ama terminalden çıkma” dedi.
En azından karıma kavuşmuştum, kapalı görüş, açık görüş haline dönüşmüştü. Sarıldık, öpüştük, hasret giderdik. Aynı zamanda bu yeni izin ile hücremin alanı büyümüş, tuvalet, kraker, gazoz gibi insani ihtiyaçlar ulaşılabilir hale gelmişti.
Aradan iki saat daha geçti, hala otoritelerden haber yok. Havalandırma iznim binanın içinden, binanın çevresine doğru genişlemişti. Binadan çıkıp, Jelena ile evlendiğimiz restorana doğru yürüdük. Bu arada Niş’ten tanıdıklar gelmişti, onlarla lafladık.
Güneş batmış, hava kararmıştı. Ben hala illegal göçmen durumunda havaalanında geziniyordum.
Sonunda pasaportumu alıp giden görevli “Brate” diye bağırdı. Hemen yanına gittim. “Haklıymışsın, vize gerekmiyormuş” dedi, dan, dun pasaportumu damgaladı, ben de Sırbistan’a legal olarak girebildim.
Sevgili arkadaşlar, size şu kadarını söyleyeyim, bu vize işinden çok çektim. İsviçre’ye geldiğim ilk yıllarda, Şengen, mengen yok tabii, her ülkeye ayrı ayrı vize almam gerekiyordu. İsviçre’yi bilenleriniz daha iyi anlayacaklardır, araba kullanırken biraz melankoli yapın, kendinizi ya İtalya, ya Fransa, yada Almanya’da bulursunuz. Düşünsenize ayrı ayrı üç vizeyi canlı tutabilmek…
İş için de Polonya, Çek, Macaristan, artık allah ne verdiyse gezmek zorundaydım. Bu yüzden de departman sekreteri, bu vize başvuruları yüzünden benden nefret etmişti.
Bir keresinde Münih bağlantılı uzak bir ülkeye uçuyordum. O zamanlar da baca gibi sigara içiyordum. Münih transit alanında tadilat vardı, ve sigara içme odalarını kapatmışlardı. Yarım saatliğine dışarı çıkıp, bir sigara içebilmek için Almanya vizesi almıştım!
Böyle daha çok hikaye var da, konumuzdan uzaklaşmayalım diye anlatmıyorum.
Neyse ki sonrasında Şengen gelmişti de, bu vize çilesi bitmişti. Oturum izni ile Avrupa’da her yere vizesiz gidebiliyordum. İlerleyen zamanlarda İsviçre pasaportu da alınca işler çok daha kolaylaştı tabii.
Ama şu sıralar vize almak zor diyenlere bakıyorum da, “Gel sen ne çektiğimi, bir de bana sor” diyesim geliyor.
Vize maceralarım boyunca zor diye düşünebileceğiniz ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerde zerre kadar zorluk yaşamadım. Ama şu “diğer” ülkeler yok mu… Kök söktürmüşlerdi bana.
Öykümüze dönersek, Azerbaycan’a sadece Türk kimliğini göstererek pasaportsuz girme fikri içimi ısıtmıştı. Kızlara tembihledim, “Bakın Türk kimliklerinizi unutmayın” falan diye.
Uçağımız sabaha karşı üçte, Tiflis’ten kalkıyordu. Biz saat bir gibi havaalanındaydık. Cehennemvari bir sıcaklıkta uçağımızı bekledik, ama bu arada Jelena çizmelerini, çoraplarını çıkarmış, yalınayak havaalanında geziyordu.
Azerbaycan havayolları ile kısa bir uçuş bizi Heydar Aliyev Havaalanı’na getirdi. Pasaport kontrolüne geçtik, ben kimliklerimizi gösterdim. Görevli “Nereden geliyor sunuz?” diye sordu, “Tiflis’ten” dedim.
“O zaman kimliklerinizle giremezsiniz” dedi.
Anlamamıştım. ”Niye?” diye sordum, “Sadece Türkiye’den gelişlerde kimlik ile giriş mümkün, Tiflis’ten gelişlerde sadece pasaportla girebilirsiniz” dedi görevli kız. Anlamamıştım ama “Tamam” dedim. İsviçre pasaportlarını gösterdik, kız “Bunlara vize gerekiyor” dedi.
Yan tarafta vize bankosu var, oraya gittik. Oradaki görevli çok mahçup, bir o kadar da candan bir biçimde “Acil vize başvurusu için üç saat beklemeniz gerekecek” dedi, “Türk pasaportlarınız yok mu? Hem vize parası vermeniz gerekmez, hem de beklemezsiniz” dedi.
Bakü’den sonra İstanbul’da bir kağıt-kürek işi için iki gün geçireceğimden yanıma Türk pasaportumu almıştım. 🐝Mezzy🐝’nin Türk pasaportu evde kalmıştı. Jelena’nın ise Türk pasaportu zaten yoktu, üç yüz küsür frank verip, çıkartmamıştı. Sadece kimlikleri vardı.
Görevli kız, bana “Siz buyrun geçin, karınızla uşağınız vizeyi bekleyecek” dedi. “Ben de onlarla bekleyeceğim” dedim. Vize ücretini ödedik, beklemeye başladık.
Bekleme esnasında dünyanın en iyi, en saygılı, en sevgi dolu insanlarıyla birlikte olduk. Hepsi polis, dünya güzeli Hayale Hanım, 🐝Mezzy🐝’ye kurabiye, Jelena’ya da çay verdi. Şehriyar kardeşim bizi gelişlerden, gidişlere geçirip, oradaki cafelere oturabilmemizi sağladı. Uzun uzun, çok zevkli bir sohbet ettik. Profösyönelliklerinden herhangi bir ödün vermediler, “Kusura bakmayın, sistemimiz böyle, beklemeniz gerekiyor” dediler, ancak bizim kendimizi iyi hissetmemiz için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Hepsine buradan ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
![]() |
🐝Mezzy🐝 koltuklarda uyuyordu |
Bürokrasi, Azerbaycan’da da bürokrasiydi. Bir yarım saat bekledikten sonra Azerbaycan e-vize sitesindeki bir link ile vizelerimize ulaşabildim. Vizelerimiz çıkalı çok olmuştu, ama o email bir türlü gelememişti. Vize sitesinden Screenshot alıp, sınırı geçtik, Bakü’ye girdik.
Ancak saat sabah dokuzu bulmuş, sekizdeki turumuzu kaçırmıştık.
Sağlık olsun dedik.
Olan biten aslında tamamen benim hatamdı. Azerbaycan’a giriş şartlarını kontrol etmeden, duyduklarıma dayanarak sadece kimlikle girilebilir sonucuna ulaşmıştım.
Ancak burada Azerbaycanlı kardeşlerime de biraz sitem etmeden duramayacağım. Eğer Erivan-İstanbul-Bakü aktarmasıyla gelseydik kimliklerimizle girebilecekken, Atina-Tiflis-Bakü şeklinde geldik diye kimliklerimizle giremedik. Bizler aynı insan olsak da, birinde kimlik, diğerinde pasaport gerekiyordu. Açıkçası pek mantıklı gelmedi bana.
Bir de madem vize politikanız bu kadar karmaşık, pasaportlarımızı uçağa binmeden kontrol etseydiniz de, biz de Tiflis’te bir gün daha geçirip, Bakü’de, havaalanında sefil olmasaydık…
Ne yapalım, canları sağolsun.
İki kelime de Baku Heritage Tours’a.
Gobustan, Yanardağ ve Çamur Volkanları için bunlardan bir tur almıştık. Vize işi uzayınca bir mesajla durumu anlattım, “Bir sonraki güne erteleyebilir miyiz?” dedim. “Yok olamaz” dedi, çok kaba bir biçimde kestirdi attı. Tabii şimdi kim uğraşacak, bunları bugünden sil, yarına ekle. Nasılsa parayı vermişler…
Ne yapalım, olmuyorsa olmuyor dedim, boşverdim. Teknik olarak non-refundable, non-reschedulable bir turdu. Sadece belki bir iyi niyet olabilir miydi diye denemiştim.
Ancak biz havaalanındayken tur zamanı geldiğinde telefon çaldı, “Neredesiniz? Sizi bekliyoruz” diye otobüs şoförü mesaj yollamıştı. İlk konuştuğum tembel ukala, otobüse, “Bunlar gelmeyecek” diye haber bile vermemişti.
Size önemli tavsiyem, bu ciddiyetsiz, laçka adamlardan uzak durun. Bakü’de aynı turu alabileceğiniz bir çok yer var. Fiyatlar da aynı.
Bakü gezimiz biraz olaylı başlamıştı, ama spoiler alert, sonrası bir içim su olacaktı!
Devam edeceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder