5 Mayıs 2019 Pazar

Retrograde

Sevgili arkadaşlar, epeyidir aklımda ama size yazmadan önce konuyu tam olarak anlamak istediğimden bugüne kadar yazmadım, bekledim. Bu arada bol bol okudum, araştırdım ki, bu kadar önemli bir konuda yanlış bir şeyler yazmayayım diye.

Bu önemli komuyu rahat anlayabilmemiz için biraz bilimsel bir geri plan hazırlamamız gerekiyor. Lütfen biraz sabır....

Her şey Antik Yunan'da başladı sevgili arkadaşlar.

Zamanın inanışına göre dünya düzdü, ve yeteri kadar uzağa gidilirse kenarına ulaşıp, aşağı düşmek mümkündü. M.Ö. 6. yüzyılda başta Pisagor, Yunanlı filozof, matematikçi ve astronomlar dünyanın yuvarlak olduğunu neredeyse hatasız kanıtladılar ama bu teorem bölük, pörçük kaldı ve yayılmadı. Sonrasında Magellan dünyanın etrafında bir tur atıp onun yuvarlak olduğunu kanıtladı. En sonunda da uzaydan resimleri falan çekilince, yobaz takımı hariç herkes dünyanın yuvarlak olduğuna kani oldu.

Yine Antik Yunan'da dünyanın evrenin merkezinde olduğuna, etrafında da sırasıyla değişik uzaklıkta küreler olduğuna inanılırdı. Güneş, gezegenler ve yıldızlar bu kürelerin üzerinde gezerlerdi. Aradaki boşluklar da Ether isimli, semavi bir madde ile doluydu - hattızatında Apollo arabasıyla bu madde içerisinde gezer, her gün güneşi doğudan batıya çekerdi falan. Burada bir ismi anmamız gerekirse Yunanlı astronom Tolemi'den bahsedebiliriz.

Dünyanın merkezde olduğu bu evren modeli dönemin insanlarının egolarını okşasa da, çıplak gözle görülebilen güneş ve gezegenler gibi gök cisimlerinin hareketlerini açıklayamıyordu. Zamanın Yunan bilginleri bile dünya yerine güneşin merkezde olduğu Heliosentrik bir modeli daha akla yakın bulmaya başlamışlardı - malum Yunancada Helios güneş demektir.

Ancak Heliosentrik evren teorisinin parsasını Polonyalı gökbilimci Kopernik toplamıştır. Polonyalıları sevdiğimden çok ses çıkarmam, arada iyi bir bilim adamıydı falan derim ama işin aslı pek de bir bok bulmuş sayılmaz Kopernik efendi. Zaten teorisini hem dinsel sebeplerden (unutmayalım, Polonya, Hristiyanlığın Suudi Arabistanıdır), hem de insanlar anlamazlar, benle alay ederler diye sağlığında yayımlamamıştır bile. Ancak Galile'nin ondan feyz alması, ve biraz ileride değineceğimiz bir bilim adamının önemli bulgularına başlangıç olarak Kopernik modelini seçmesi, namını yürütmüştür.

Güneş sistemini anlamamıza ciddi bir katkısı dokunan önemli bir astronom Danimarkalı Tycho Brahe'dir. Bizde ismi pek bilinmez ama yaptığı gözlemlerle ayın dünya, gezegenlerin de güneş etrafında döndüklerini doğru biçimde hesaplamıştır.

Brahe ne yazık ki dünyayı merkeze koyup, güneşin de dünyanın çevresinde döndüğünü düşünerek çok ciddi bir yanlışa imza atmıştır. Ama o aralar herkesin de yanlış yaptığını unutmayalım. Kopernik güneşi merkeze koysa da, gezegenlerin dairesel yörüngeleri olduğu ve güneşin etrafında sabit bir hızla döndüklerini öne sürerek yine ciddi yanlışlara imza atmıştır.

Ben Tycho Brahe'yi çok takdir ederim. Güneş sistemi dışında, çıplak gözle bir süpernova patlamasını gözlemlemiş, astronomiye bunlardan çıkardığı sonuçlarla olmasa da, hassas ve tutarlı biçimde yaptığı gözlemleriyle çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Yakın zamanda Tycho Brahe'nin Danimarka kralı ile papaz olduktan sonra sürüldüğü ve Bohemia kralı tarafından kabul edilip, yerleştiği Prag'da, Mala Strana semtindeki evini bir kez daha göreceğim.

Renkli adammış Tycho Brahe. Bir gün kafayı çekip, bir arkadaşıyla hangimiz daha iyi matematikçi diye bir tartışmaya girmiş. İş iyice kızışmış ve sonunda ikisi bir gece vakti düelloya kalkmışlar. Bir kılıç darbesi Brahe'nin burnunun bir parcasını almış, götürmüş. Sonrasında hep takma bir burun ile gezmiş.

Bana sorarsanız Tycho Brahe'nin bilme en önemli katkısı, Prag'da iken yanına kabul ettiği ve ölçümlerini paylaştığı asistanı Johannes Kepler’dir. Eğer astronomide gerçek bir devrim yapmış birisini arıyorsanız, Kopernik'i, Galile'yi falan bırakıp Kepler'e bakın derim.

Kepler, Brahe'nin güneşin dünyanın çevresinde döndüğü modelinin yanlışlığının farkındaydı. O yüzden ustası ölüm döşeğinde, ondan dünyayı merkeze alan Tychonik sistemi kanıtlamasını istemiş olsa da, o çalışmalarına Kopernik'in Heliosentrik modelinden başladı ve bilim dünyasını sarsan, ünlü üç kuralını buldu.

Bunların ilkine göre gezegenlerin yörüngeleri bir elips şeklindeydi ve güneş de bu elipsin merkezlerinden birinde bulunuyordu.

Kepler'in konumuzu oldukça ilgilendiren ikinci kuralı ise güneşle etrafımda dönen gezegen arasına çizilecek hayali bir çizginin eşit zamanlarda eşit büyüklüklerde alanları tarayacağıydı. Bir anda bir dolu şeyi ortaya saçmış olduk. İşin çok yörüngesel mekaniklerine dalmayalım. Bu kural bize, gezegenlerin eliptik yörüngelerinin onları güneşe yaklaştırdığı zamanlarda daha hızlı yol almaya başladıklarını söylüyor.

Kepler'in üçüncü kuralı ise gezegenlerin yörüngesi esnasında güneşe en uzak olduğu nokta ile güneş etrafındaki dönüş süreleri arasındaki ilişkiye dairdir. İşin aslı, bu üçüncü kural, Kepler'in en önemli buluşu olarak kabul edilir ancak doğrudan konumuzla ilişkisi olmadığı ve elipslerin asli akislerinin yarıçaplarının küpleri ile yörüngelerinin tamamlanma sürelerinin kareleri arasında ilişki kurmak gibi insanın beynini acıtan sonuçları olduğu için çok detayına girmeyelim.

İlk bakışta bu buluşlar gözümüze biraz küçük görünebilir sevgili arkadaşlar ama unutmayalım, bunlar olurken kimsenin yerçekiminden, açısal momentumdan falan haberi yoktu.

Gözlemler ise sadece dünyadan yapılabiliyordu. Her şeyin hem kendi, hem de başka bir şeyin etrafında döndüğü bir ortamda ne olduğunu anlamak gerçekten zor. Ama bu konuya daha sonra geleceğiz.

Yine astronomi ile astroloji arasında belirgin bir ayrım da bulunmuyordu. Hattızatında Kepler, hayatının bir dönemimde ailesini yıldız falı bakarak geçindirmişti.

En önemlisi, her şey din etrafımda dönüyordu. Dinle uyuşmayan her öngörü günah sayılıyor, öyle kilise, engizisyon falan olmasa bile, bilim insanının kafasında gerçek olamayacak, hatta düşünülemeyecek bir önerme haline dönüşebiliyordu.

Din, yaşam koşullarını da ciddi biçimde etkiliyordu. Mesela Kepler'in annesi cadılık suçlamasıyla hapsedilmiş, işkence görmüştü. Kepler onu temize çıkarmak için uzun bir süre mücadele etmiş. Protestan olan Kepler bir de kendisini Avrupa'nın Otuz Yıl Savaşları denilen, Katolik-Protestan mücadelesinin içimde bulunca can korkusundan işsiz kalma pahasına, oradan oraya göçmek zorunda kalmış.

Kepler'den sonra başta yine bilimsel birer dahi olan Newton ve Eimstein, bir çok bilim insanı yörüngesel mekanikleri tamamen anlaşılır ve öngörülebilir bir hale getirdiler.

Şimdi bu bilgiler ışığında güneş sistemimizde kim nasıl hareket ediyor bir bakalım. Ancak biraz dikkat. İçgüdüsel olarak bize ilk bakışta doğru gibi görünen bir çok şey aslımda yanlış olabiliyor.

Basit bir örnek.

Güneş doğudan doğar, batıdan batar. Bu basit önermeye bakarak, içgüdüsel olarak dünyanın doğudan batıya doğru döndüğünü düşünebiliriz. İşin aslı dünya batıdan doğuya doğru döner. Gerçekte hareket eden güneş değil dünyadır, ancak gözlemi dünyadan yaptığımız için güneşin doğudan batıya hareket ettiğini düşünürüz.

Yine gece boyu gökyüzündeki yıldızları gözlersek bunların kutup yıldızının etrafında döndükleri sonucunu çıkarırız. İşin aslı yine dünya kendi etrafımda döndüğünden bu algıya kapılırız. Yıldızların gözlemleyebileceğimiz bir hareketi yoktur, yani göreceli olarak sabittirler. Aslı hareket eden dünya ve üzerinde bulunan bizlerizdir. Kutup yıldızının 'dönmemesinin' sebebi ise tam dünyanın kendi etrafında döndüğü eksenin üzerinde olmasıdır. Dönen bir diske baktığımızda tam ortadaki noktanın hareket etmediğini düşünmemiz gibi.

Yıldızları birden fazla gün boyunca her gece gözlersek, bunların devamlı olarak, hep birlikte aynı yöne doğru hareket ettiklerini gözlemleriz. İşin aslı sabit olanın yine yıldızlar, hareketli olanın da güneşin etrafında dönen dünya olmasıdır. Dünyadaki bir gözlemci kendisinin sabit, yıldızların ise hareketli olduğunu düşünür.

Bu gözlemleri elbette Antik Yunan bilim insanları da yapıyorlardı. Ancak sayısı diğerlerine göre çok az olan bir kaç yıldızın diğer yıldızlarla birlikte uzun vadede aynı yöne ilerlemediklerini gözlediler. Bu deyimi uygunsa başıbozuk hareketler yapan yıldızlara voltacı, avare, serseri, gezici anlamına gelen gezegen ismini verdiler.

Gezegenlerin bu farklı hareketlerinin nedeninin, Kopernik, Brahe ve Kepler'in önermeleri gereği yıldızlar gibi göreceli olarak sabit değil, dünya ile birlikte güneşin etrafında döndükleri olduğunu tahmin edebiliyoruz herhalde.

Ancak bu gezegenlerin yaptığı, ta Antik Yunan zamanından beridir gözlenen bir hareket vardır ki, çağlar boyu insanların dikkatlerini çekmiş, kafalarını karıştırmıştır.

Bu gezegenler bir süre yıldızlarla birlikte aynı yöne doğru giderler, giderek yavaşlarlar ve sonunda durup, tamamen ters yöne gitmeye başlarlar.

Çok komik bir harekettir bu. Kitabını okuduysanız ya da filmini izlediyseniz, Tom Clancy, The Hunt For The Red October isimli eserinde, Rus denizaltı kaptanlarının yaptığı, enteresan bir manevradan sözeder. Denizaltı bir yöne giderken aniden durup, izleyen var mı anlamak için tam ters istikamete döner. Amerikalı denizciler bu manevraya Crazy Ivan, yani Çılgın İvan ismini vermişlerdir. Gezegenlerin yaptığı bu geri dönüş hareketi de bana biraz Crazy Ivan'ı hatırlatır.

Bu da bizi yazımızın asli konusuna getirir.

Antik Yunan zamanında henüz Tovarishch Lenin proleteryanın egemenliğini tesis etmediği için bu geri dönüş hareketine Crazy Ivan değil, Retrograde demişler.

Hani şu hep duyduğumuz astrolojik "retro" hikayesi. Yani "Merkür retrosunda yay burcu dikkat etsin" falan lafları...

Bakalım bu "retro", yani gezegenlerin geri gitmesi hareketi nasıl oluyor.

Bir kere gezegenlerin durup, yörüngelerinde geri gitmeye başlamadıklarının altını çizelim.

Retro hareketi tamamen bir göz aldanmasıdır, aynen yıldızların gece boyunca Kutup Yıldızı'nın etrafında dönmeleri gibi.

Retro'yu anlamanın temeli Kepler'ın ikinci kuralında yatıyor. Yani gezegenler güneşe yakınlıklarına göre farklı hızlarda hareket ediyorlar. Böylece de belirli zamanlarda tabiri uygunsa birbirlerini 'geçiyorlar'.

Trafikte bir arabayı sollarken sadece solladığımız arabaya bakarsanız, uzakta, geri plandaki örneğin bir dağa göre, önce onla aynı yöne gittiğinizi, siz gaza bastıkça solladığınız arabanın yavaşladığını, tam geçerken diğer arabanın durduğunu ve solladıktan sonra da diğer arabanın geriye doğru hareket ettiğini hissedersiniz.

Bu retro işi de aynı hesap.

Kısacası kimsenin geri gittiği yok, sadece bir sollama (ya da sağlama) manevrası var.

Tüm gezegenler güneşin çevresinde hep aynı yöne hareket ederler. Güneş sistemini oluşturan gaz ve toz bulutunun döndüğü yöndür bu. Uzayda doğu, batı, sağ, sol gibi yönlerin olmadığını hatırlayarak, eğer dünyanın kuzey kutbu altımızda kalacak şekilde yükselirsek, saat yönünün tersime bir dönme hareketidir bu.

Yıldızlar ise güneşin doğudan batıya hareket ettiği göz yanılmasının benzeri, bu dönme yönünün aksi yönüne, hareket ediyormuş gibi görünür. Bir gezegen güneş etrafındaki yörüngesinde dünyanın ilerisindeyken yıldızlarla aynı yönde hareket ediyormuş gibi görünür. Dünya bu gezegenin ilerisine geçtiğinde ise bu gezegen yıldızlara göre geri gidiyormuş izlenimini verir.

Astronomik olarak retro hareketi işte budur...

Size bu yazıyı yazarken hiçbir şekilde inanmasam da, astrolojik olarak bu retro işi nedir, ne yapar anlatayım istedim. Bu saçmalığın içinde biraz da olsa bir mantık bulabileceğimi, yani retro anında şu burçtan olanlar gergin, bu burçtan olanlar mutlu olur falan gibi bir şeyler söyleyebileceğimi umuyordum. Ancak o kadar okumama rağmen yazabilecek tutarlı bir şey bulamadım.

Her gezegenin retrosu her burca farklı bir şeyler yapıyormuş. Hatta hangi Hintli astrologdan dinlediğinize göre aynı gezegenin retrosu, aynı burca farklı etkilerde bulunuyor.

Eski kaynaklara göre mesela Neptün retrosu kimseye bir şey yapmıyor. Bu da çok doğal, çünkü o günlerde teleskopsuz Neptünü görebilen bir cengaver yok. Kendini eski kaynaklara dayandıran bazı 'kontanporer' astrologlar ise Neptün retrosunun etkilerinden bahsedebiliyor. Bunlara da eski insanların çıplak gözle nasıl Neptün'ü gözlemleyip, astrolojik sonuçlara vardığını sormak gerekiyor tabi.

Aslında bu astroloji işi baştan saçma sevgili arkadaşlar - meraklılarına saygı duyduğumu belirterek söylüyorum.

Birbiriyle tamamen alakasız bir gurup yıldızın insanın doğduğu zamana göre onun karekterini ve geleceğini etkilemesi bilimsel bir kafanın kabul edebileceği bir şey değil.

Takımyıldızlar isimli bu yıldız gurupları da öyle insanın ilk aklına geldiği şekilde, aynı bölgede gruplanmış, birbirlerine yakın yıldızlar falan da değil ha! Aralarında bazen binlerce ışık yılı uzaklık olabiliyor - dünyaya en yakın yıldızın dört buçuk ışık yılı uzaklıkta olduğunu hatırlayalım.

Bu takımyıldızlar hayali birer çizgi ile birleştirilerek bazı hayvan yada eşyalara benzetilip isimlendirilmiş. Ancak bu da tamamen keyfi tabi. Ortaya çıkan şekillerin ne olduğunu söylemeden birisinin önüne koysanız, kimse bunları aslana, yengece, koça falan benzetmez. Aynı anlamda pipimin keyfine göre yıldızları seçerek gökyüzüne 'Bülent' bile yazabilirim.

Yani biraz ortada bu astroloji işleri. Elbette inanan inansın, saygımız sonsuz. Hele ki 'retro' nun ne mene bir şey olduğunu anladıktan sonra...

Yine de bahaneyle biraz bilim tarihine, biraz da astronomiye bakmış olduk. Umarım çok başınızı ağrıtmadım.

Gününüz güzel olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...