28 Eylül 2018 Cuma

Doğru Bilgi

Doğru bilgi çok önemlidir sevgili arkadaşlar. Doğru bilginin üzerine inşa edilen doğru bir hareket planı, bizi doğru sonuçlara götürür.

Şu söyleyeceğim size komik gelebilir belki, yine de söyleyeyim.

Bence yanlış bilgi de doğru kullanıldığımda istenen sonucu verebilir. Bilgi niye yanlış, neresi yanlış bilirseniz, bu yanlış bilgiyi doğru iş için kullanabilirsiniz.

Kimi zaman da doğru bilgiye rağmen yanlış sonuç elde edebiliriz. Bu da doğru bilgiyi doğru kullanamamaktan kaynaklanır.

Ez cümle bilginin doğruluğundan ziyade, onu doğru olarak kullanmak önemlidir.

Ne var ki, okumuşunun da cahili kadar inatçı ve kafasız olduğu biz dahil bir çok geri kalmış Orta Doğu toplumunda bilgi, çok nadir doğru bir biçimde kullanılır.

Bu toplumların cahil kesimi zaten tanımı gereği herhangi bir bilgiye vakıf değildir.

Okumuşları ise kafasızlıklarından doğru bilgiyi alırlar, bundan işe yarar sonuçlar çıkarmak yerine okudukları gibi cart diye uygulamaya çalışırlar.

Hadi madem bu kadar Aristo olduk, Aristovari bir örnek verelim.

Gerçek hayatta "A" anahtarı "X" kapısını açtı diye, bu anahtarı "Y" kapısının kilidine sokup çevirdiğimizde bu kapının açılmasını bekleyemeyiz. "Kilitli kapılar anahtarla açılır" bilgisi doğru olsa da "Y" kapısını açmaya çalışan kafasız, elindeki doğru bilgiyi anlayıp, içinde bulunduğu duruma uygulayamadığı için ikinci kapıyı açamaz.

Bunları niye yazıyorum...

Aydın kesimin medyasında iki tane favori yazarım vardır sevgili arkadaşlar.

Soner Yalçın ve Nihat Genç.

Bunların her iki yazısından birini okuduğumda afaganlar basar, sinirlerim kalkar.

Bizim kuşağımızın gençlik yıllarının modası kitapları hatmetmişlerdir ve her fırsatta bu klişeleri yeniden pişirip, önümüze koyarlar.

Bu iki hıyarın son zamanlardaki popüler geyiği Karma Ekonomi. Yani dar anlamı ile devletin de özel sektörle birlikte üretimde fiilen yer alması. Sümerbank, Petlas, Seka durumları yani.

Karma Ekonomi'nin karşılığı ise devletin üretime karışmaması. Bu da liberalizm ve ona doğru ilerlerken kullanılan özelleştirme durumları.

Bu ikisi ve başka bir kaç çığırtkan, her fırsatta "Bakın, liberal ekonomi dediniz, başımıza neler geldi. Çözüm karma ekonomide." diye yırtıyorlar kendilerini

Sanki ülkenin sorunu ekonomik sistem. Yobazlar orduyu, yargıyı hep "Liberal Ekonomi" uyguladığımız için ele geçirdi. Yine "Liberal Ekonomi" yüzünden cumhuriyeti ve parlementer sistemi çöpe atıp, saltanatı getirdik. Eğer "Karma Ekonomi" 'ye geçersek yobazlar falan hep gidecek, parlementer sistem ve cumhuriyet geri gelecek.

Bir de "bilimsel" kafa var ya, hemen bir örnekle tezini destekliyor.

"Bakın Çin’e, karma ekonomi sayesinde nasıl kalkındı."

Ama cin çocuk Amerikanın nasıl liberal ekonomi sayesinde kalkınıp, süper bir dünya gücü olabildiğini işine geldiği biçimde gayet güzel atlıyor.

Çözüm bu etiketler, tanımlar değil, doğru şeyi doğru zamanda yapmak.

Çinliler karma ekonomiyi doğru zamanda, doğru şekilde uyguladıkları için kalkındılar. Daha da komiği, bugün Trump korumacı bir ekonomiyi savunurken, Çinliler birer liberalizm savaşçısı haline geldiler.

Ancak bizim Nihat ve Soner kılıklı aydınlar kitaplardan okudukları klişeleri papağan gibi tekrar etmekten başka bir işe yaramadıklarından dolayı sadece sallıyorlar.

Yetmişli yılların posası hepsi.

Yine klişeleri tekrarla, o yıllarda doğru düzgün üretimi bile olmayan Türkiyedeki bir avuç işçiyi yine o zamanların Türkiyesinde var olmayan burjuva sınıfının "sömürüsünden" kurtaracağız diye ortaya atlayıp, sonunda Marx bunu dedi, Mao şunu dedi diye birbirlerine giren zeka küpleri bunlar...

Eğer kafalarını kaldırıp (bence doğru ve kullanışlı olan) ideolojilerini papağanlamak yerine, ülkenin koşullarını göz önüne alarak gerçek hayata uyarlasalardı, sorunun "burjuva" sınıfı değil dünyadan bihaber Yozgatlının olduğunu görür, ona hayatı anlatıp, bu günkü din tüccarlarına oy vermemesini sağlayabilirlerdi.

Ama nerde...

Alfabenin üç harfli tüm kombinasyonlarını kullanarak kendilerine isimler buldular ve diğer üç harflilerle kavgaya tutuştular.

Cumartesileri Nihat'ın Veryansın diye bir programı var. Normalde geceleri Two And A Half Men seyrederim - biraz gülüp, gevşemek bakımından. Sadece Cumartesileri bu adeti bozup, bunun yerine Nihat'ı dinliyorum.

Baba bir başlıyor, ellerini masaya vura vura kaç kitap okuduğunu haykırıyor. Cengiz Han'dan girip, Sun Tsu'dan çıkıyor. Hepsi doğru bir çok bilgiyi alıp, plansız, bir bütünlükten uzak, konuyla alakasız bir biçimde yüzümüze çarpıyor.

Sadece okuyabiliyor. Anlama, yorumlama, değerlendirme ve uygulama gibi bir tasası yok.

Gururla kaç yüz kitap okuduğunu tekrar tekrar söylüyor bize. Benim de aklıma hep aynı şey geliyor. Keşke okuyacağına yeseydi o kitapları. Nasılsa sonucu hep aynı yerden çıkıyor, en azından karnı doymuş olurdu.

Bırakalım bu karma ekonomi, özelleştirme, şeker fabrikalarını, Seka, üçüncü köprünün dolar bazında taahhütlerini.

Bunlar sonuç. Gelin çözüme odaklanalım.

Sorunumuz koyun dedik diye koyanlar.

Bunlar olduğu sürece, bugün AKP, yarın BKP.

Bir de sorunu görmeyen ama bizlerin umut bağladığı malum gurup var ki, kamyon tekerine sokulmuş çomak gibiler.

Bizler de doğru şeyi yapmadığımız sürece Kemolar, Nihatlar, Sonerler, Devletler yüzünden bu batağa, biraz daha derinine gömüleceğiz.

İçinizi kararttım, kusura bakmayın.

Yeni döndüm vatandan. Biraz üzgünüm, o bakımdan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...