20 Haziran 2017 Salı

Uygarlık

Uygarlığın sonuçlarını taklit ederek uygar olmaya çalışan acayip bir millettir Türk milleti. Bir de bu işi yaparken o kadar yüzüne gözüne bulaştırır ki, çoğu zaman komik, aptal durumlara düşer.

Yıl doksan bir miydi, doksan iki miydi bilmiyorum, baba Bush Ankaraya gelecekti. Eh, koca "Amarika" başkanı geldiğine göre ona uygar gözükmemiz lazımdı. O yüzden birileri gitmiş, Amarika'yı görmüş birilerine sormuş anlaşılan ki, Esenboğa'dan şehire gelen ve şehir içinde Bush'un gideceği her yolun sağ ve sollarına sarı çizgi çekmişlerdi.

Bu sarı çizgi işi Amarika'ya özgü bir şeydir arkadaşlar, ve ben çok kullanışlı bulurum. Yol kenarlarını ve gidiş gelişli yolları birbirinden ayırır. Solunuzda sarı çizgi varsa soldaki şerit ters yönden gelenlere, beyaz çizgi varsa sizle aynı yöne gidenlere ayrılmıştır.

Avrupa'da daha hiç görmedim bu usulü. Eğer geliş-gidiş bir refüj ile ayrılmamışsa ya asfalta gidiş yönünü gösteren oklar çizerler, ya da levhalarla hangi şerit ne yöne gidiyor, gösterirler.

Ancak konumuz Amarika, Evropa karşılaştırması değil.

Uygarlık bir gereksinimden yoka çıkıp, böyle bir çözüm bulmuş. Gereksinim hangi şeridin ne yöne gideceğini bilme, çözüm de sarı-beyaz çizgiler (ya da oklar, levhalar, vesaire).

Uygarlık bu gereksinimi üretebilmek işte. Ancak biz uygarlığı uygarlara benzemek olarak algıladığımız için, uygarlığı yolları sarıya boyamak şeklinde uygulamaya çalışıyoruz. Halbuki en azından o günlerin Türkiye'sinde yolları bırakın sarıya, gök kuşağının renklerinden puantiyeye de boyasanız, her şeritte, her yöne giden araç, hayvan ve insan bulabilirdiniz.

Uygarlık, ez cümle bir şeridin hangi yöne gittiğini bilme ihtiyacı, yoksa asfaltı sarıya boyama eylemi değil.

Benzeri bir örnek şu sıralar, özellikle sosyal medyada karşıma çıkıyor. 1930-40'lardan kalma, üzerlerinde etekli Türk kadınlarının bulunduğu siyah beyaz resimler paylaşılıyor. Bazen bu resimlerin yanında, günümüzden türbanlı imam-hatip öğrencilerinin bulunduğu kontrast yaratma amaçlı resimler de paylaşılıyor.

Mesaj ise çok açık. Elli yıl önce çok uygardık, bakın şimdi ne hale geldik.

Çünkü etek giymeyi uygarlık zannedip, etek giymeyince ilkelleştiğimizi düşünüyorlar.

Halbuki uygarlık etek giymek değil. Etek giymek sadece bir sonuç.

Uygarlık, etek giymenin cinsel referanslara bağlanmadığı, kadın bacağının sex shop'larda satılan oyuncaklardan biri değil de, yürümeye yarayan bir organ olduğunun anlaşılıp özümsenmesi (bu tabi ki kadın bacaklarının estetikliklerine zul getirmiyor, ama kadınların elleri de estetik olarak güzeldir, ne var ki bir mini-eldiven giyme problemimiz yok, anladınız her halde).

Cumhuriyet kadınlarının resimlerine dönersek...

Bu resimlerdeki etekli kadınların uygarlığa ve cumhuriyete bağlılıklarından kuşkum yok - öz annem de bunlardan biriydi, sadece bunu ülkenin uygarlığının bir ölçüsü yapmayı yanlış buluyorum. Yoksa o günlerde de, bu günlerde de bu etekli cumhuriyet kadınlarına "orospu", "yollu", "kaşınıyor" falan diyen bir kitle var. Hatta o günlerde bu kitle daha büyüktü. Mevcut iktidarın ayrımcı politikalarına şükürler olsun, bugün kim ne daha iyi görüyoruz ve en azından ülkenin yüzde ellisinin uygar olmasa da uygar olmayı istediğini biliyoruz.

Şimdi bu resimleri iyi niyetle paylaşmış bir çoğunuz bana kızıyorsunuz biliyorum, ama ne yapayım, düşündüğümü söylemez, işin kolayına kaçıp, çoğunlukla birlikte goygoyculuğa soyunursam, büyüdüğünde kızıma ne yüzle bakarım?

Ülkemizde hala mini etek, şort falan giymek gidilecek ortamı düşünerek bir karar vermeyi gerektiriyor. En uygar geçinenlerimiz bile mini etekli arkadaşlarını gördükleri de dışta bozuntuya vermeseler de, içlerinden "İlah mısın, nükleer silah mısın?" diye geçiriyor. Çomarları ise zaten biliyorsunuz.

Uygar bir ülkede ise kadın içinden gelip, kendine yakıştırdığında giyip çıkıyor işte.

Uygarlık etek giymek değil, bu sadece uygarlığın bir sonucu. Uygarlık, etek giymenin sekse davet olmadığını anlayıp, özümsemek.

Bunlar gibi bir çok örnek sıralamak mümkün.

Bir dönem uygarlığı yüksek bina yapmak olarak değerlendirdik, şehirleri paçavraya çevirdik.

Lozan'ın merkezinin en yeni ve en yüksek binalarından biri Tour Bel-Air dedikleri, sarı, çok katlı bir yapıdır. Ancak herkes nefret eder bu yapıdan. Yeniliği 1900'lerin başında yapıldığımdan. Şehirin gerisi ise çok daha eskidir.

Ancak bu "eski" şehirde bir tekerlekli sandalye ile kesintisiz her yere gidebilir, umuma açık her binanın istediğiniz katına çıkabilirsiniz.

Uygarlık yeni bina yapmak değil, bu sadece uygarlığın bir sonucu. Uygarlık, bu binaları yaşanabilir hale getirmek.

Sonra uygarlık güzel araba kullanmak dedik, güzel arabaları ülkemize getirdik, ama bunlar için yol yapsak da, park yeri yapmadık. Bu arabaları, atalarımızın atlara binmesinden daha hoyrat, daha düzensiz, daha kuralsız kullandık.

Anlamadık ki arabalar uygarlığın bir sonucu, onları insan gibi kullanmak uygarlığın kendisi

Uygarlıkla gelen herşeyin bokunu çıkardık. İnternet üzerinden okey oynamayı karı kız bulmaya, sosyal medyayı yalan söylemeye, online alışverişi dolandırıcılığa, Photoshop'ı sahteciliğe çevirdik.

Batıdan yarışma programlarını, yaşam koçluğu gibi kavramları aldık, hepsini maymuna döndürdük.

Uygar olmadığımız için, uygarları taklit ettik, çok daha kötü olduk.

Bu ülke uygarlığın ne demek olduğunu öğrendiğinde uygar olacak. Yoksa, uygarların yaptıklarını yaparak değil.

Uygarlığın en temel işlevlerinden biri konuşmaktır. Türkiye işe buradan başlamalı.

Uygar bir konuşma, dinleme anlama ve cevap verme şeklinde gerçekleşir. En uygar geçinen Türk arkadaşlarımın çoğunluğu dahil, lafım kesilmeden bir cümleyi tamamlayabildiğim çok azdır. Karşımdaki insan benim söylediğimden çok, altta kalmadan bana nasıl laf yetiştireceği ile ilgilidir.

Uygar bir yaşamda saygı vardır. Birlikte yaşadıkları eş, arkadaş, komşu, iş arkadaşlarının kişisel alanları, yaşamları, düşünceleri önemli ve saygıdeğerdir. Yaşam esnasında bunlara dikkat gösterilir.

Uygar bir yaşamda başkalarının fikirlerine saygı vardır. İnsanlar düşüncelerşni kısıtlama olmadan söylerler. Aynı diki konuşmayan, aynı inanca sahip olmayan, aynı cinsel tercihi bulunmayan insanlar istediklerini söyleyebilir, başkalarının özgürlüklerini kısıtlama düzeyine gelmedikçe istediklerini yapabilirler.

"Herkes düşüncesini söyleyebilir ama..." diye başlayan cümleler kullanılmaz.

Kadınlar dövülmez, kadın diye hayatta ilerlemeleri engellenmez.

İş hayatım boyumca çok diyebileceğim miktarda homoseksüellerle çalıştım. Hemen hepsi hayatımı zorlaştırdılar. Anlaşması zor insanlardır. Farklılıkları yüzünden toplum onları biraz kenarda bırakmıştır. O yüzden hepsi tetiktedirler. Devamlı seks içerikli şakalar yapar, her lafı cinsel tercihlerine getirirler. Onlarla zaman geçirmekten en ufak zevk almam.

Ancak uygarlık onların da kabulünü gerektirir. İnsanlık daha da uygarlaştığında belki onların üzerindeki baskı da azalacak, daha makul, daha anlaşılabilir hale gelecekler. Kimbilir.

İşte böyle.

Uygarlık kolay iş değil. Uygar geçinen bizlerin bile hatrı sayılır bir çaba göstermesi gerekiyor.

Daha da uygar bir dünyada yaşamak dileği ile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...