26 Mayıs 2014 Pazartesi

Zamanın Oku

Zamanın oku hep aynı yönü gösterir arkadaşlar, yani hep ileriyi. Anlar, saniyeler, dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar hep şaşmaz bir sadakatle ileri doğru akar gider.

Zaman ileri doğru aktıkça, her genç yaşlanır, her yeni eskir.

Örneğin ben...

Siz beni gençliğimde görecektiniz...

Çakı gibi delikanlıydım be!

Bakmayın şimdiki tombalak halime, saçlarımdaki beyazlara. Yakında gözler daha da kötüleşecek, kulaklar daha da zor duyacak, traş olurken yüz kesilmesin diye bir elimizle lastik gibi gereceğiz anasını satayım.

Geçenlerde Jelena dokundurdu.

"Yaw, Bugi, niye Facebook'da bizim evi Cornell Le Jorat diye işaretliyorsun? Bizim köyün adı Corcelles Le Jorat..."

Aney! Kız haklı mı haklı. Ancak n'aparsın? Yaşlılık. Yarısını görüp, yarısını uydurmuşuk.

Çok açıldık ama n'apalım, içimden geldi işte. Dertleneyim dedim biraz.

Bu yaşlanma işinden sadece biz insanlar muzdarip değiliz.

Köpeğimiz Koni yaşlılıktan mütevellit bizi zar zor tanıyor. Canım kızım yavaşça uzanıp yatamıyor bile. Eklemleri ostiyopatik mi ne olmuş, yumuşakcana hareket edemiyor. Küüt diye düşüyor kıçı üstüne, uykusu geldiğinde.

Lise yıllarımın bir şarkısına götürdü bunca felsefe beni.

"I know what it is to be young. But you don't know what it is to be old..."

Yani ben gençlik nedir bilirim ama sen yaşlılık nedir bilmezsin.

Zor iş anasını satayım, olgun ve bilge olmak. Sorumluluk gerektiriyor yani....

İşte böyle. Zamanın oku canlı cansız her varlık için ileriyi göstermeye devam ediyor. Her genç yaşlanıyor, her yeni eskiyor.

Bu fizik kuramının son kurbanlarından biri de benim kamera oldu. Kamera diyorum, kısa olduğundan kolay geliyor ama doğrusu fotoğraf makinesi. İdare edin n'olur. Yaşlılığıma verin.

İlk aldığımda canavar bir kameraydı. Bir kamyon dolusu para vermiştim ama her kuruşuna değmişti yani. Dünyanın yarısını gezdi benle, ona rağmen hala gıcır gıcır. Çünkü gözüm gibi bakıyordum ona.

Ama zaman değişti. Yeni kameralar hem daha ucuz, hem de çok daha fonksiyonel. Eskiden insanlar durdurup "Yaa, nasıl güzel kamera, memnun musun? Parasına değer mi?" diye sorarlarken, şimdileri "Aaa, bu eskidi artık, bunların yenileri çıktı, onlar çok iyi..." diye aralarında geyikliyorlar.

Dağ ile kavga edilmez. Eskidiyse eskimiş, yenilenme zamanı gelmiş demektir.

Ancak kamera işindeyseniz bilirsiniz, kameralar yetmişli yıllarda, Türkiyedeki arabalar gibidir. Değerlerini korurlar. Bu yüzden de cart diye atılmazlar. İkinci el piyasada satılırlar.

Biz de hemen İsviçre'nin eBay'i olan Ricardo'ya bir ilan koyduk. Güzel resimlerini çektim, dürüstçe kameranın durumunu özetledim, ilanı Fransızca icabından Jelena'nın adına post ettik ve beklemeye başladık.

İki gün geçmeden de ilk müşterisi çıktı.

Mesaj Almanca.

Olur, normaldir. İsviçre burası.

Bir kadın, son fiyatı ne olur diye sormuş. Bir de Ricardo üzerinden değil, benim kendi emailimle haberleşelim demiş. Demek Ricardo'ya komisyon ödemek istemiyor diye düşündüm. O an için bozmadım ve Jelena ile özel emailine bir cevap yazdık. Fiyattan iki yüz frank düştük, ne dersin diye sorduk.

Zırt diye cevap geldi. Tamam, alıyorum diye... Bir de ben şu anda Avusturya'dayım, bu kamerayı da oğluma alıyorum. Posta masrafını ödersem direkt ona gönderebilir misin diye soruyor.

Zıpırlık olsun diye değil, olayın boyutunu anlatabilmek için kameranın fiyatını söyleyeyim, iskontodan sonra iki bin frank. Dört bin beş yüz törkiş lira diye düşünün. Bu kadar parayı kamerayı görmeden mi verecek diye sordum kendi kendime.

Ben olsam, makineyi elime alıp bir fotoğraf çekmeden iki bin frank vermezdim, ama iki bin frankı veren değil alan taraf olduğumdan, bana ne dedim ve hesap numaramızı gönderip beklemeye başladık.

Araya hafta sonu girdi. Pazartesi sabahı, kargalar yemek yemeden, "ding", you got mail olduk.

Kadın parayı çıkardım, hemen kamerayı gönderin diyor. Elektronik ödemenin dekontunu da iliştirmiş mail'a. Aynı anda direkt kadının bankasından da Jelena'ya, para hesabınıza gönderildi diye başka bir mail geldi.

Herşey iyi gibi duruyor ama yine içime bir kurt düştü, Jelena'ya bizim hesaba bir baksana, para gelmiş mi diye sordum. Baktı ve yok gelmemiş dedi.

Kadının bankasından gelen bildirim'i bir daha, bu kez dikkatlice okudum.

Mesaj Lloyds bankasından. Lloyds klas, güvenilir bir bankadır.

Okumaya devam ettim. Diyor ki, para alıcıdan tahsil edildi ancak sizin hesabınıza geçmesi için sattığınız malı postaya verip, posta alıntı makbuzunu bize göndermeniz gerekiyor.

Lan dedim, Lloyds ne zamandır eBay olmuş da posta gönderisi ile ispatlanmış internet satışına aracılık ediyor? Sonra posta alıntı makbuzunu, bırakın Photoshop'ı, Word'ü kullanarak bile taklit edebilirsiniz. Nasıl bu kadar saçma bir doğrulama yöntemi kullanıyor?

Mesaj'a biraz daha alıcı gözüyle baktım. Görüntüde bir sakillik, bir amatörlük var.

Mesela mesajın üstünde Lloyds'un logosu olan at, bir şerit üzerine bir at sürüsü şeklinde sıralanmış.

Mesajın geri plan rengi mavi, harfler Picasso-vari, siyah, mavi, kırmızı. Büyük harfler yerli yersiz kullanılmış. Birkaç yerde argo kısaltmalar geçiyor. Banner resmin altında, hoşgeldiniz anlamına gelen üç tane welcome sözcüğü yanıp sönüyor.

Kısacası estetik ve profösyönellik bakımından mesajdan bir adilik, bir basitlik akıyor.

Aşağıya doğru gözüm alıcının adresine takıldı.

Akure, Nijerya!

Ve o ana kadar dikkatimi çekmemiş olan, müşteriniz Alman kadının adını bir daha okudum.

Angela Meier

İtoğluit, bir isim uydurmak için bile zahmete girmemiş. Angela Merkel olmuş Angela Meier.

Mailin geldiği adres lloyds.tsb.bank@v.gg.

Lloyds'un, bir domain alacak kadar parası mı kalmamış ki "v.gg" gibi bir mail adresi bulmuş?

Teknik ayrıntılarla canınızı sıkmayayım. "v.gg" bir tatil sayfası. İsterseniz bedava bir email adresi de veriyor. Bizim Angela buradan bir mail alıp Lloyds olmuş sizin anlayacağınız.

Yani biraz uyusak, kamera Nijerya'ya gidecek :)

Sonra ara ki bulasın...

Yine Lloyds Cenevre'yi ve Lloyds Londra'yı aradım. Bana bankanın bu tip bir işlem yapmadığını teyit ettiler. Londra'daki kız bayağı güldü hatta. Bu Pazartesi İngiltere'de resmi tatilmiş. İstese de kimse şubeden bir işlem yapamazmış.

Aşağıda yorum bölümüne notun bir resmini koyuyorum, gülün diye.

İşte böyle.

Bir yenilgi yüzünden mücadeleyi bırakmadım.

Benim canavar kamera hala paketli, yeni müşterisini bekliyor. Önümüzdeki hafta içinde satmayı umuyorum çünkü Haziranın ikinci haftasında balina kovalayacağız, onu yeni kamerayla yapmak istiyorum.

Ancak satış bu kez sadece İngilizce deyişiyle face to face, yani yüz yüze, yada Fransızca daha da güzel deyişiyle tête à tête, yani kafa kafaya olacak.

Zamanın oku hepiniz için yavaş çalışsın dileğimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...