11 Haziran 2012 Pazartesi

Oradan, Buradan...

Başımda üç beş iş var, son zamanlarda yazamıyorum. Buna inat, birçok kayda değer olay olup geçiyor. İngilizce tabiriyle biraz catch-up yani yetişmece yapalım.

En komiği ile başlayalım.

İspanya hükûmeti içlenmiş çünkü İspanya kurtarma planının kabulüne rağmen hala yüksek maliyetle borçlanıyormuş.

İşini kaybetmiş adama aksam yemeği için üç kuruş para ver, sonra bu adam hala niye kendini toparlayamadı diye şaş bak.

Avrupa’da politikacı olmak çok kolay, çünkü halk gerçekten naif. Ne söylesen yiyiyorlar.

“İspanya’yı kurtardık!”

Nah kurtardın. Sadece batmasını bir süre erteledin.

Yapısal bozukluklarını düzeltmeden dünya niye İspanya’ya güvenmeye başlasın? Merkel, kurtarmak istediği parasının hayrına üç kuruş verdi diye mi?

İspanya halkı çalışmazsa para da kazanamaz.

Ha, ben siestamdan vazgeçmem de diyebilir, o zaman da bugünkü hayat standardını unutması gerekir.

Daha geçenlerde İspanya’daydık. Kimsenin çalıştığı, sıkıntıya girmek istediği falan yok. Alış-veriş için bir mağazaya girdiğinizde, çalışanlar yüzünüze bakmıyor.

En önemli gelir kaynakları turistlere davranışlarını görseniz...

Lokal işletmelerin en azından göz önünde olanları zaten İspanya dışından gelen Avrupa Topluluğu ülkeleri göçmenleri tarafından çalıştırılıyor. Yüzümüze gülerek bakan tek restoranın sahibi İskoçyalıydı.

İspanyadan Yunanistan’a geçelim....

Ayan beyan bir TV programında, acık oturum sözcüsü bir partili tartışma alevlenince ayağa kalkıyor ve önce bir bardak suyu diğer bir kadın sözcünün üzerine fırlatıyor.

Sonra, hiç telaşlanıp istifini bozmadan ikinci kadın sözcünün üzerine geliyor, önce bir sağ Osmanlı çakıyor:

“Çaaat”

Sonrasında, yine ritmini bozmadan ve hiç telaşlanmadan dönüyor, bu kez bir sol çakıyor:

“Çaaat”

Walla bale gibi.

Yarım bir pürvetin ardından finalde son bir kez sağ çakıyor:

“Çaaat”

Sonra da ıslatıp dövdüğü kadınları dava ediyor.

Ne diyorum, Yunanlı olmak varmış, ne de olsa medeniyetin beşiği.

Sunun onda birini biz yapsaydık, barbarlığımızdan girer, Atila’dan çıkarlardı. Hatta Avrupa Üyeliğimizi bile askıya almışlardı.

Alın, bakın. Garibim Tayyip bir Van Minüt dedi diye başına neler geldi, senelerce güldüler....

Hadi Yunanistan’a kadar gelmişken bir de Türkiye’mize gecelim.

Size genelde Türkiye yazmıyorum, malum uzaksayış ama bu seferlik davulun sesi nasıl geliyor, şöyle bir dokunduralım.

Bildiğiniz üzere biz yetmişli yılların çocukları, seksenli yılların gençleri bir nesilden gelmekteyiz.

Yeni körüklü MAN otobüsleri alınması bile öyle önemli olaydı ki bizim için, eski otobüslere binmez, körüklü otobüsün gelmesini beklerdik.

Annem ve babam bir araba alabilmek için altı ay sırada beklemişlerdi.

Yurt dışından futbol takımları maça geldiğinde, bir gece öncesinden toprak saha sulanır, çamurlu hale getirilirdi ki yedi sekiz atmasınlar diye bize.

Ve aklımda yanlış kalmadıysa başkent Ankara’da sadece bir kapalı yüzme havuzu vardı.

Simdi ise Avrupa batarken biz buyuyor, otomobil yapıp ihraç ediyor, denizin altından tren geçiriyor, Dünya Ekonomik Forum’unu İstanbul’da topluyor, Olimpiyatları mı Avrupa Futbol Şampiyonasını mı alalım diye seçiyoruz.

Allah biliyor ya, bizim neslimizin kavrukluğu hala içimde. Bunlara inansam da sevinemiyorum, nasılsa bir yerde çuvallarız diye.

Umalım ki böyle devam etsin.

Görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...