8 Temmuz 2022 Cuma

Cenevre Havaalanı

Son bir hafta boyunca her gün Cenevre Havaalanı Jelena’ya SMS gönderip, havaalanının çok kalabalık olacağını, o yüzden bugünkü uçuşumuz için üç saat önce havaalanına gelmemiz gerektiğini söyleyip durdu.

İlk planlamamıza göre uçuştan sadece iki saat önce havaalanında olacaktık. Haliyle onca yıldan sonra İsviçre’ye asimile olmuş sevgili karım ya uçağı kaçırırsak diye krizlere girmeye başladı, trenimizi falan değiştirmeye kalktı.

Boşver kadın dedim, Avrupa uçuşu, iki saat fazlasıyla yeter.

Havaalanına gelene kadar egzama döktü garip Jelena.

İçeri girdik.

25 yıldır bu havaalanını bu kadar boş görmemiştim.

Uçuşa bir buçuk saat var. Havaalanının Fransız sektöründeyiz. Burası iki gate'i olan ufacık bir alan ve oturacak bir bar bile yok.

Yine plastik kadehten şaraba devam…



28 Haziran 2022 Salı

Amerika Ve Kürtaj

Ortaçağ 1, Bilgi Çağı 0 sevgili arkadaşlar. Amerika'da kürtaj anayasal bir hak olmaktan çıkarıldı. Bu da demektir ki, kürtajı yasal halde tutmak yada yasaklamak eyaletlere kaldı.

Bunlar hep Trump'ın bok yemesi. Adamın kendisinin dinle, ahlakla hiç bir alakası yok ama iktidara dinciler sayesinde geldiği için, biz Anayasa Mahkemesi diyoruz ama oralarda Supreme Court derler, yani mahkemelerin mahkemesine atadığı yobaz hakimler bu kararı verdi.

Sanki bu karardan sonra Amerika'da kürtaj bitecek…

Nah bitecek.

Çok parası olanlar kürtaj olmak için İsviçre'ye gelecekler. Ehven zenginler ülkede hala kürtajın serbest olduğu eyaletlere uzanacaklar. Yoksullar ise merdiven altı kasaplara…

Daha çok anne ölecek, doğan bebek sayısında da bir artış olmayacak. Kürtaj yaptıracak olan zaten yaptıracak.

Derdim kimsenin inancı değil. Kendi karım dinine bağlı biri, ben değilim, mutlu mutlu yaşıyoruz. Ancak her inanca saygım var. Burada sorunum dinine saplantılı yobazların, dinine saplantılı olmayan aydınların yaşamlarını değiştirmeleri.

Amerika'nın kendi tarihi kürtajın yasaklandığı dönemlerdeki trajedilerle dolu. Geçenlerde Michael Crichton'ın A Case Of Need kitabını paylaşmıştım sizlerle. Orada bol bol örnek vardı.

Din, insanın kendisi ile tanrısı arasındaki bir ilişki. Başka insanların aynı şekilde düşünüp, davranmasını gerektirmiyor.

Amerika çoğunluğunun yobaz denecek kadar muhafazakar olduğu bir ülke. Buna bir de çok yakında çoğunluk olacak orta ve güney Amerikalı karanlık Katolik göçmenleri eklerseniz, Hristiyanlığın Suudi Arabistan'ı olmaya aday bence.

Amerika bunun bedelini bağıra bağıra kendisi ödeyecek. Tıpkı bugün ülkemin ödediği gibi.

Arzuhalim budur.

19 Haziran 2022 Pazar

Proje Tamam

Sevgili arkadaşlar güneş enerjisi ile elektrik üretme projemizi başarıyla tamamladık. İyi de oldu, günlerdir içim dışım güneş panelleri, trafolar, teşvikler, faturalar olmuştu.

Pilli sistemden vaz geçip, daha fazla güneş panelli bir kuruluma karar verdik. 26 panel, bir yılda 12.4 megawatt elektrik üretecek. Evin yıllık tüketimi 15 megawatt civarında. Bunun %40'ını gece kullandığımızı varsayarsak, gündüz kullandığımız 9 megawatt için 26 panel yeterli gibi duruyor.

Elektrik için her zaman aynı parayı verseydik, faturamız %60 daha düşük olacaktı, ancak geceleri %50 daha ucuz ödediğimizden, biraz da iyimserlikle faturamız %80 kadar düşecek. Bu da yılda 2,000 frank gibi bir tasarrufa denk geliyor.

Projenin bürüt maliyeti 28,600 frank. Bunun 4,000 frankını devlet ödüyor,7,000 frank da daha az vergi ödüyoruz, yani net 17,600 frank maliyeti var. Senede 2,000 frank tasarruf ile on yılda kendisini amorti ediyor. Sonrası, doğrudan cebimize kalıyor.

Sistem kurulup, çalışmaya başladığında sizleri gerçek rakamlarla güncellerim.

Gününüz güzel olsun ❤️

9 Haziran 2022 Perşembe

Güneş...

Sevgili arkadaşlar, hepimiz İsviçre'yi soğuk, karlı, buzlu falan bir yer diye biliriz değil mi?

Şimdi anlatacaklarıma dikkat edin lütfen.

Son bir yıl falandır İsviçre'deki her hane hararetle güneş panelleri taktırmayı tartışıyor.

Yani güneş enerjisi ile elektrik üretip, evde kullanmak.

Hani o soğuk İsviçre'de.

Sadece soğuk ve güneşsiz değil, bir de elektriğin çok ucuz olduğu İsviçre'de. 

Memlekette herkes gelirine göre doğrudan vergilendirildiği için elektrik üzerinde dolaylı vergi ve devlet payı hemen hemen hiç yok.

Yani ortalama gelirin kaba bir hesapla Türkiye'nin elli katı falan olduğu bu memlekette elektrik kw/s bazında Türkiye'dekinden ucuz!

Buna rağmen güneş panelleri taktırınca %30 ile %50 arasında elektrik faturanız düşüyor, kârlı bir hale dönüşebiliyor.

Ürettiğiniz elektriği kullanmazsanız, fazlayı elektrik şirketine satıyor, bu enerji de ülkenin grid'ine dağılıyor.

Güneş panelleri takınca federal hükümet maliyetin bir bölümünü karşılıyor. Kalanını da senelik verginizden düşüyorsunuz.

Böylece ülke yeşil enerjiye dönüşüm yapıyor.

Bizim evde ısıtma da jeotermal. Yani ne mazot, ne elektrik, ne gaz yakıyoruz. Toprağın altındaki ısıyı kullanarak ısınıyoruz sizin anlayacağınız.

Güneş panellerini de taktırınca yemyeşil bir ev olacak fakirhanemiz.

Dünya burada işte.

Umarım Türkiye yetişir…

5 Haziran 2022 Pazar

A Case Of Need

Michael Crichton'ın A Case of Need kitabını okuyup, bitirdim sevgili arkadaşlar. Crichton bu kitabı yirmi altı yaşındayken yazmış, yıl da 1968.

Crichton bir Harvard Tıp mezunu, ama stajını yaptıktan sonra doktor olmak yerine full-time yazarlığı seçmiş. Harvard mezunu bir doktorun gelirini, sonu belirsiz bir yazarlık mücadelesi lehine bir kenara itmek öyle herkesin kolayca verebileceği bir karar değil.

Bana sorarsanız çok iyi etmiş. En çok zevk alarak okuduğum yazarların başlarında yer alır, belki de birincisi diyebilirim.

Adam doktor, bu kitabın da tıbbi bir teması var diye Crichton'ı, Michael Palmer gibi sadece medikal romanlar yazan biri diye düşünmeyin. Crichton, hemen her konuda yazmış, çok renkli, çok yönlü, çok da başarılı bir yazar. Bir örnek vermek gerekirse, favorilerimden biri olmasa da, Jurassic Park serisi Crichton'ın en çok bilinen eserlerinden biridir.

Bu kitap kürtaj gibi, hele 1960'ların fazlaca hassas bir konusunu kaşıyor. Güzel de bir macera ile paketlenmiş, zevkle okunuyor. Kürtaj konseptinin bugünkü haline gelmeden önceki karışıklıklarını anlamak için çok ilginç, okunması gerekli bir eser.

Benim kürtaj hakkındaki düşüncemi sorarsanız, bu konuda fazlasıyla pozitifim. Aşağıda kürtajı destekleyen altı fikiri ve bunlara karşı getirilen argümanları uzun uzun aktardım. Detayları sıkılmazsanız okursunuz, özellikle altıncı olanı benim kuvvetle savunduğum görüşleri içeriyor.

Yine de bir cümleyle özetlersek, kürtajın cinayete dönüştüğü nokta, embriyo/fetus'un bağımsız bir canlı olarak kabul edilebileceği andır. Ben antropolog yada doktor değilim ama bu anın, az da olsa hislerin ve bilincin oluştuğu an olarak kabul ediyorum. Yani bebeğin  acıyı, açlığı, aydınlığı, sevgiyi hissettiği, örneğin parmağına bir iğne battığında elini geri çekebilecek bilince sahip olduğu nokta.

Bu noktaya gelene kadar da istenmeyen yada fizyolojik olarak yaşamını sorunsuz sürdüremeyecek kadar kusurlu doğmamış bebeğin kürtajı, bence doğmamasından daha iyi.

Bunun karşısındaki dini argümanları tartışmaya bile değer bulmuyorum. 

Olası bir bebeğin kürtaj ile gelişimini önlemek hakkındaki ahlaki yada sosyal argümanlara vereceğim cevap ise, eğer kürtaj olası bir bebek gelişimini önlüyorsa, yada bazılarının daha da ileri giderek söyledikleri gibi bir cinayet ise, kadınların menstüral dönemlerinde yada erkeklerin canları sıkıldığında tuvalete gittiklerinde de oldukça fazla cinayet işlenmekte. 

Adet yada mastürbasyon esnasında oldukça fazla hammadde ziyan edilmekte. 

Bu ikisinin bir araya geldiği anda ise başka bir evrene geçmiyoruz. Hala az sayıda oluşmuş, henüz ruhu, hisleri, bilinci olmayan bir hücre topluluğu.

Neyse, uzun ve karmaşık konular bunlar. Herkesin fikri kendine. Yeter ki ailelere bir seçme hakkı tanınsın.

Sevgi ile kalın ❤️ 




3 Mayıs 2022 Salı

Bir Kuzey Kutbu Macerası

İnsan yaşlandıkça daha da bir çocuklaşıyor sevgili arkadaşlar. Laponya'da, Noel Baba Köyü'ndeki ilk gecemizden sonra sabah gözümü açtığımda, şöyle bir silkinip, hemen en sert erkek havama girmiştim.

Karlara, buzlara gidiyorduk!

Noel Baba Köyü'nde ziyaretçiler için mekanın tadını çıkaracak hemen her şey var. Snowmobile dedikleri kar araçları, Ren geyiklerinin yada Husky köpeklerin çektiği kızaklar, kutup yemekleri ve benzerleri.

Biz ise pırıl pırıl düzenlenmiş yapay parkurlarda Jingle Bells çalarken, uslu uslu gezinen Ren geyikleri yerine gerçekten doğaya çıkıp, bu zevki biraz daha gerçekçi yaşamak istedik ve köyün dışında, kutup ortamında bir tur aldık.

Kutup dairesinin yanındaki Roosevelt kulübesinin önünden tur otobüsümüze binip, on kilometre kadar ilerdeki Apukka Resort oteline geçtik. Bu otel Noel Baba Köyü'mde olmasa da yolunuz düşerse kalmayı düşünebileceğiniz bir yer. Odalar Igloo şeklinde bungalovlara dağıtılmış ve hepsinin damları camdan. Gece Aurora'ları izleyerek uyuyorsunuz.

Turun bir parçası olarak bize kutup giysileri dağıtacaklardı. Biraz pimpirikli olduğumdan, başkalarının giysileri yerine kendi giysilerim yeter demiş, Geographical Norway kar ceketim, Swiss Army buz kamuflaj pantolonum, ve neredeyse kutup kadar soğuk olabilen Saint Petersburg’dan aldığım Rus yapımı komünist kar ayakkabılarımı giymiştim. Bu kombinasyon havanın gerçekten soğuk olduğu bir kaç okazyonda çok işime yaramıştı.

Tur rehberi bizi elbise değiştirme bölgesine gönderirken, biraz da kibirle "Ben giysi değiştirmesem olur heralde, hazırlıklı geldim" dedim. Adam bana bakıp güldü, "Siz yine de bizim elbiseleri kullanın" dedi.

İşin aslı elbiseleri değiştirmek yerine, bizlere verdikleri polar tulumları kendi elbiselerimiz üstüne giyiyorduk. Kar ayakkabıları ise dezenfekte edilmiş çorapları, kendi çoraplarımızın üstüne geçirdikten sonra giyiyorduk.

Karla oynamaya başladıktan sonra bu giysilerin ne işe yaradığını daha iyi anladım. Eğer onlar olmadaydı, eksi yirmi derecede on dakikadan fazla kalamazdık. 

İlk önce 🐝Mezzy🐝 snowmobile dedikleri kar motosikletlerine bindi. Acayip eğlendi, ancak kullanımına alışana kadar garip tur rehberi sevgili kızımın peşinde deli gibi koşmak zorunda kaldı.

Sonrasında buzdan heykeller yaptık, kızakla kaydık, kartopu oynadık.

Turun heyecanlı aktiviteleri yemekten sonraydı.

Kürklere sarınıp, kızağımıza bindik

Otelden ayrıldık ve yürüyerek bir kaç kilometre uzaktaki bir Ren Geyiği çiftliğine gittik. Bize bol bol Ren Geyiklerini anlattılar. Çok ilginç hayvanlar. O koca boynuzlarını her sene düşürüp, yeniden çıkarıyorlarmış.

Sonrasında bizi kızakla gezdirecek geyiklerle tanıştık. Hepsinin birer ismi var. Bizim kızağın geyiğinin tam filmlerdeki gibi, bir metre, dallı budaklı boynuzları vardı. Arkamızdaki geyiğin ise sadece bir tarafta boynuzu çıkmıştı. Bu sene ikinci boynuzu her halde çıkmaz dedi geyikçi kız. İsmi "Musta" imiş. Bana Aziz Nesinin bir öyküsündeki "Mıstaa Bey" karekterini çağrıştırdı. Jelena ise zaten ona "Mustafa" demeye başlamıştı.

Kürklere sarınıp, kızağımıza bindik. Daha bir kaç metre gitmeden "Mıstaa Bey" arkadan yetişip, benim yanımda yürümeye başladı. Jelena, önceki günkü Ren Geyiği vakasından sonra çok samimi olmak istememişti. Ancak "Mıstaa Bey" beni çok sevdi ve neredeyse yolun yarısını yanak yanağa geçirdik. Sonrasında beni yalamaya kalktı ve bizim kızağa çarptı. Kızağımız patikadan çıkmış, "şarampol" 'e düşmüştü. Geyikçi kızla zar zor geri yola çıkardık.

Mıstaa Bey

Kızak turumuz bizi gerçekten de kutbun doğal ortamına götürmüştü. Ormanların, düzlüklerin içinden geçtik, bölgeye özgü hayvanları ve bitki örtüsünü bol bol gözlemledik. Bu arada gerçekten ciddi anlamda kar yağıyordu. Bu yoğun kar da kızak turumuza bir heyecan, bir çeşni katmıştı. Polar elbiseleri giydiğim için bir kez daha mutlu oldum.

Ren Geyiği çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu kez bir Huskie çiftliğine geldik. Huskie'ler bildiğiniz üzere kutup bölgelerinde kızakları çekmek için yetiştirilen, belki de dünyanın en güzel gözlerine sahip köpeklerdir. 

Çiftlikte yüze yakın Husky vardı. Husky'ler boyları bakımından bir Saint Bernard kadar büyük olmasalar da çetin kutup şartlarına uyum sağlamış, oldukça atletik, güçlü köpekler.

Bir kızağı yedi-sekiz Husky çekiyordu. Tek heyecanı "Mıstaa Bey" 'in kızağımızı yoldan çıkardığı sessiz, sakin Ren Geyiği turumuza kıyasla onlarca Huskie'nin havlayıp, birbirlerini oyun için bile olsa ısırarak, kavga ettiği bu ikinci kızak serüvenimiz biraz daha sert geçecek gibi görünüyordu.

🐝Mezzy🐝 deli olmuş, çığlık çığlığa eğleniyordu

Gerçekten de kızağımız müthiş bir hızla harekete geçti. 🐝Mezzy🐝 deli olmuş, çığlık çığlığa eğleniyordu. Deli gibi bir hızla giderken köpekler durmadan havlıyor, zaten yoğun yağan kar, kızağın da hızıyla yüzümüze iğne gibi batıyordu. Köpekler virajları alırken kızağımız devrilecek gibi oluyor, arkamızdaki deneyimli kızak kaptanları vücutlarının ağırlığı ile kızağı dengeliyorlardı.

Parkurumuz da biraz değişmiş, gerçekten kutbun vahşi ormanlarında, tepelerinde geziyorduk.

Sizlere bu iki kızak serüvenimizden ne kadar zevk aldığımı çok zor anlatabilirim sevgili arkadaşlar. Böyle şeyleri insan hayatımda sadece bir kez bu kadar heyecanla, bu kadar yoğun yaşayabiliyor. Husky turları İsviçre'de de, Noel Baba Köyü'nde de var ama bu serüveni doğada, bu hayvanların gerçek habitatlarında yaşamak daha farklı oluyor işte.

Otele döndüğümüzde hemen kendimizi saunaya attık ve bir saat boyunca neredeyse hiç kımıldamadan kemiklerimizi ısıttık. Akşamı ise köyde bar-hopping yaparak geçirdik.

Bir sonraki gün yine köyün gezmediğimiz taraflarını keşfettik, bayan Noel Baba ile, herhalde Noel Anne demek daha doğru olacak, tanıştık.

Akşam bir otobüsle Rovaniemi'ye geçtik. İstasyona ulaştığımızda Noel Baba Express bizi bekliyordu. Eşyalarımızı kompartmanımıza koyduk, restoranda bir şeyler içtik ve kafamızı yastığa koyar koymaz uyuduk. On iki saat boyunca da uyanmadık. Helsinki son duraktı, bu yüzden de istasyonumuzu kaçırma tehlikesi yoktu.

Helsinki'ye indiğimizde güneş henüz doğmamıştı. Her yer kapalıydı. Tren istasyonundan bir kahve alıp, limana doğru yürümeye başladık. Limana ulaştığımızda güneş daha yeni doğuyordu. Gökyüzü pırıl pırıldı ve üç gün öncesinin bizi felç eden kar yağışından eser kalmamıştı. Buna rağmen kuzey güneşi bizi aydınlatsa da ısıtmaktan çok uzaktaydı.

🐝Mezzy🐝'ye önceki gelişimizdeki anılarımızı anlattık. Jelena, merkezdeki çok güzel bir Rus Ortodoks kilisesini gösterdi sevgili kızıma. Sekiz sene öncesindeki gibi yine kapıları kitliydi ve Rus papaz da yine ortalıkta yoktu.

Cafe'ler açılana kadar bir otelin lobisinde bir yarım saat geçirdik, sonra da sahili izleyerek Cafe Ursula'ya ulaştık. 

Cafe Ursula çok eski, çok güzel bir cafe

Cafe Ursula çok eski, çok güzel bir cafe. Sevgili karımla çok güzel vakit geçirmiştik bu mekanda. Bu kez yanımızda 🐝Mezzy🐝 de vardı. Saatin sabah dokuz olmasına aldırmadan Finlandiya'ya özgü bir schnapps söyledim. Kesmedi, bir tane daha içtim… Nordik alkolleri hem sert, hem de insanın içini ısıtıyor.

Uçağımızın saatine kadar Helsinki'de dolaştık. 🐝Mezzy🐝 özellikle yolların kenarındaki kar tepelerine bayılmıştı. Bu tepelere tırmandı, kaydı, kartopu yapıp, bize attı.

Berlin'e akşam, geç bir saatte indik. Otelimize geçip uyuduk, ve ertesi sabah uçağımıza binip, Cenevre'ye ulaştık.

Bu Laponya gezimiz bir daha silinmemek üzere bütün güzel anılarıyla birlikte belleğime kazınmıştı sevgili arkadaşlar. Klasik bir New York, Paris falan gibi bir geziden çok çok farklıydı. Yaşamım boyunca görmediğim yerleri görmüş, geçirmediğim deneyimleri geçirmiştim. Hayat ne gösterir bilinmez tabii, ama herhalde bir kez daha gitmeyiz dünyanın bir ucundaki bu beyaz cennete. Gidersek de aynı zevki bir kez daha yaşamak hiç de fena olmaz laf aramızda.

Eğer yaşamın monotonluğundan sıkılır, özellikle de çocuklarınızla unutulmaz bir deneyim yaşamak isterseniz, Laponya'yı kaçırmayın derim sevgili arkadaşlar.

Sevgi ile kalın❤️


24 Mart 2022 Perşembe

Noel Baba Köyü

Helsinki, İskandinavya'daki başkentlerin bence en sıcağı ve en sevimlisidir. Bir Kopenhag yada Stokholm kadar ışıltılı, gösterişli olmasa da, insanları çok sıcak ve yardımsever, şehirin kendisi de fazlasıyla sempatiktir.

Ancak bu kez ne insanlarının sıcaklığı, ne şehrin sempatikliği bizi kurtarabildi. Helsinki, lapa lapa yapan karla birlikte bir derin dondurucunun içi kadar soğuktu..

Berlin'den kalkan uçağımız Helsinki havaalanına indiğinde her yer bembeyazdı. Şehre ulaştığımızda da çok bir şey değişmemişti. Halbuki Helsinki'yi yeniden, hem de 🐝Mezzy🐝 ile birlikte görecektik. Jelena ile 2013 yılından kalma çok güzel anılarımız vardı bu güzel kentte. Hem onları tazeleyecek, hem de 🐝Mezzy🐝'ye ilk kez geldiği bu şehri gösterecektik.

Dime fırsat düşer bir dahi heyhât!

Hard Rock Cafe'ye zor attık kendimizi…

Hard Rock Cafe'ye zor attık kendimizi…

Helsinki'den Rovaniemi'ye trenle geçecektik. Neredeyse sadece turistleri Noel Baba Köyü'ne götürmek için varolmuş bu tren. İsmi Santa Claus Express. On iki saatlik, yataklı bir tren yolculuğu. Akşam saat yedi gibi biniyor, ertesi sabah erkenden de Noel Baba Köyü'ne ulaşabiliyorsunuz. Biz de trenin kalkış saatine kadarki zamanda Helsinki'yi gezeriz diyorduk. 

Hard Rock Cafe'de neredeyse üç saat geçirdik. 🐝Mezzy🐝 huysuzlanmaya başlamıştı. Bir oyuncak isterim diye tutturdu. Biz de karda kıyamette Helsinki'de bir oyuncakçı bulduk. Neyse ki gönlü oldu ama biz de saat'i altı falan etmiştik.

İstasyonun hemen karşısında, duvar yerine baştan başa camla çevrili bir bara oturduk. Bir şeyler içerek, lapa lapa yağan karın altında, Mayıs ayımda Lozan'da alış-verişe çıkmış insanlar kadar rahat, şehir merkezinde dolaşan Helsinkililer’i izledik.

Trenimiz biraz rötarla olsa da hareket ettiğinde eşyalarımızı kabinimize koyup, restorana geçmiştik bile. İki kabinimiz olsa da, üçümüz de ayrılmayalım dedik ve aynı kabinde gözlerimizi kapadık.

Jelena, ineceğimiz istasyonu kaçırmayalım diye ses çıkaran her cihazın alarmını kurmuştu. Sabah uyandığımda yangın çıktı yada teröristler saldırıyor zannettim. Üç iPad ve iki iPhone car car çalıyordu. Hemen toparlandık. Valizlerimizi kapadığımızda da Rovaniemi'ye ulaşmıştık zaten.

Karlar içinde ufacık bir istasyon. Duvarında da bir termometre. Eksi yirmi bir derece! Kuzey Kutbu'na hoş geldiniz…

Duvarında da bir termometre

Bir otobüs bizi Noel Baba Köyü'ne götürdü.

İlk iş otelimizi bulmak oldu. Burası köyün resmi konaklama merkezi, ismi Santa Claus Holiday Village. Bir otel binası yok. Chalet tarzı ikiz evlerde kalıyorsunuz. Odalar falan gerçekten hep Noel havasında. Hadi biraz hıyarlık olsun, her odanın bir de özel saunası var. Bu sauna işine en çok ben sevindim. Normalde üç beş adamla aynı bench'de oturmak hiç açmaz beni, o yüzden kişisel kabinleri olmayan saunalara gitmem. Ancak bu kez bol bol, sindire sindire tadını çıkardım saunanın.

Sabah erken saatte odamız hazır değildi. Otelin Christmas House isimli kulübesinde bir kahvaltı edip, köyü gezmeye başladık.

Noel Baba Köyü kuşkusuz Rovaniemi'nin ilgi merkezi. Burada yılın her günü Noel. Köy hep Noel sisleriyle donanmış. Merkezinde, bazen yanındakinizi zor duyabildiğiniz  Disneyland'in aksine çok derinden, tatlı tatlı Noel şarkıları çalıyor.

Köyde beton bina yok, yada var da ahşapla çok güzel gizlenmişler. Şubat'ta gitmenin faydaları, her çatıda iki metre kar vardı. Gerçekten düşsel bir yer yapmışlar sevgili arkadaşlar.

Noel Baba onu konuşturmak için çok uğraştı

Köyün en büyük binası elbette ki Noel Baba'nın 'ofisi'! Burada tipik bir Noel dekoru eşliğinde Nick dedenin yanına oturup, onla gevezelik edebiliyorsunuz. Noel Baba'yı görmek bedava, ama eğer fotoğraf istiyorsanız kesenin ağzını açmanız gerekiyor. Her şeyden olsun diyorsanız, fotoğraflar, videolar falan yüz yuroyu buluyor.

🐝Mezzy🐝 çok heyecanlandı Noel Baba'yı gördüğünde. Noel Baba onu konuşturmak için çok uğraştı ama acayip utanmıştı canım kızım, yine de hediye pazarlığı yaptı tabii.

Noel Baba'yı iki gün sonra bir kez daha görmeye gittik. Bu kez 🐝Mezzy🐝 bayağı konuşkandı, İngilizce, Fransızca, hem bizi, hem de Noel Baba'yı bol bol güldürdü.

Köyde bir de Noel Baba Postanesi var. Burada çocuklar Noel Baba'ya mektup yazabiliyorlar. Çoğunlukla da Noel hediye listeleri tabii… 🐝Mezzy🐝'cik de uzun bir liste hazırladı. Normalde bu mektup ve kartlar Noel Baba'nın adresine gidiyor. İster inanın, ister inanmayın, Noel baba her yıl binlerce gönderi alıyor. Biz komiklik olsun diye 🐝Mezzy🐝'nin kartını Jelena'nın babasına gönderdik.

Kuzey Kutup Dairesi'nin işaretlendiği nokta

Köyün ilginç başka bir noktası ise size geçen yazıda anlattığım Kuzey Kutup Dairesi'nin işaretlendiği yer. Buradan ilk geçtiğimizde "Şimdi Kuzey Kutbundayım" diye bayağı bir olay yaratmıştım, sonra pusulaya bakımca zaten kutup dairesi içinde başladığımı, bu çizgiyi geçerek de aslında Kuzey Kutbu'ndan bir kaçışı gerçekleştirdiğimi anladım. Çizginin taraflarını şaşırmışım!

Günün gerisini barlarda, pastanelerde ve odamızda geçirdik.

Gece olduğumda ise köyün güzelliği iki katına çıkmıştı. Anlatılması zor güzellikte bir ışıklandırma yapmışlar. Chalet'mizin yanı bir çam ormanıydı, ormanı bile ışıklandırmışlar. Yeşiller, morlar, mavilerle donanmıştı bütün köy.

Yeşiller, morlar, mavilerle donanmıştı bütün köy

Otele dönerken yolda üç dört tane Ren geyiği ile karşılaştık. Kızak mesailerini bitirmiş, evlerine dönüyorlardı. 

Jelena çok sever Ren geyiklerini. Aslında bütün hayvanları çok sever ama böyle egzotik türlere karşı fazladan, anlaşılabilir bir sempatisi vardır.

Ancak şansı pek yaver gitmez bu 'özel' hayvanlarla. Çünkü kafasında canlandırdığı sevimli, pufidik hayvanlar sonucunda birer hayvandırlar ve çok sıkıştırırsanız, en hafifiyle sizlere sinirlendiklerini 'hissettirirler'.

Pekin hayvanat bahçesinde bir panda hırlamıştı sevgili karıma. Halbuki önceden bıraksalar aynı yatakta uyuyabilirdi bu sevimli hayvanlarla.

Jelena bu kez de yolda gördüğümüz
Ren geyiklerinden birinin yanına gidip,
ona bıcı bıcı yaptı

Mykonos adasında, adanın maskotu Petros isimli bir pelikan bulunur. Tabii ki uzaktan çok sevimli durur., ama sonuçta bir kuştur işte Jelena ilk gün bunu sevmeye kalktı, pelikan da önce "Ablacım bi git başımdan" şeklinde kalktı başka yere gitti. Jelena ısrar edince de kaçıp, kayboldu. Ertesi gün plajda yakaladı Jelena Petros'u. Yanına gidip, yeniden sevmeye çalıştı. Pelikan bu kez öyle bir tıslayıp, atladı ki üzerine, Jelena bir çığlık atıp, geri kaçmak zorunda kaldı. Bu vakadan sonra bir iki kere daha karşılaştık Petros'la. "Hadi git yanına, resminizi çekeyim" falan diye teklifte bulundum, Jelena gayet net cevap verdi "I don't want to talk to that jerk anymore!"

Ren geyikleri de aynı nedenle çok sevimli gelir karıma. Sonuçta Noel Baba'nın kızağını çeken, çocukluğunda her Noel gecesi yesinler diye tuz bıraktığı eski arkadaşlarıdır. 

Jelena bu kez de yolda gördüğümüz Ren geyiklerinden birinin yanına gidip, ona da bıcı bıcı yaptı. Ren geyiği bu işten pek hoşlanmamıştı. Bir çığlık atıp, sevgili karımı boynuzlamaya kalktı. Güldük tabii. Bu arada ben de ilk kez bir Ren geyiğinin sesini duymuş oldum. Eşekleri hatırlattı bana.

Rovaniemi'de ren geyiklerini yiyiyorlar sevgili arkadaşlar. Aslını isterseniz çok problem yok bunda. İsviçrede yılın bir dönemi hep av eti yerler, bu da çoğunlukla geyiklerdir. Ama geyik eti hiç bir şey! Buralarda atları, kanguruları hatta devekuşlarını yerler. Ancak ben hala bu hayvanların et amaçlı kesilmesine alışamadım. Prensip itibarıyla yemiyorum hiç birini. Rovaniemi'nin geleneksel ikinci yemeği de balık, çoğunlukla da somon. Balığı da medikal nedenlerle yemediğimden, köyde kendime bir fast-food restoranı buldum. Menülerinde kebap vardı. Köyde kaldığımız süre boyunca kebap yedim. Akşamları bu restoran kapalı olduğunda bu kez de köyün karşısındaki benzin istasyonunda kebap yiyiyordum. Finler kebabı sevmişler sizin anlayacağınız.

Onca yorgunluktan sonra, akşam yattığımız yeri beğenmiştik. Hemen uyuduğumuz da çok iyi olmuştu. Ertesi gün biraz yorucu geçecekti.

Devam edeceğiz…

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...