15 Eylül 2023 Cuma

Vienna Calling

Johann Hölzel 1957’de Viyana’da doğmuş. Doğuştan ciddi bir müzik kulağına sahipmiş. Konservatuara gitse de klasik müzikten sıkılmış. Aklında zamanın popüler türü pop varmış. Herkesin bildiği şarkıları yazıp, söylemiş. Kendisi gibi eksantrik bir hayatı olmuş. 41 yaşındayken de Dominik Cumhuriyetinin Puerto Plata kenti yakınlarında kendi kullandığı arabası ile bir otobüse çarpıp, bu dünyaya veda etmiş.

Benim jenerasyonum Johann Hölzel’i sahne adı olan “Falco” ile tanır.

Hala hatırlamayan varsa, “Alles klar, Herr Kommissar?” diyelim. “Bir sorun yok değil mi komiser bey?” diye soruyor kız. Malum, cebinde kokain, biraz da çekmiş, sonra da polis bunu durdurmuş. Nasıl güzel şarkıdır “Drah' di net um, schau, schau, der Kommissar geht um!”, yani “Arkana bile bakma (git, uzaklaş), komiser buralarda dolaşıyor!”.

Falco başka bir kez “Rock Me Amadeus” diye karşımıza çıktı. Şu bildiğimiz dahi besteci Wolfgang Amadeus Mozart için yazılmış bir şarkı. Hafızası biraz daha güçlü olanlar güzelim bir slow olan “Jeanny” ’yi de hatırlayabilirler.

Falco’nun yazımıza fon olacak şarkısı ise “Vienna Calling”.

Ee, madem Viyana bizi arıyor, biz de ayıp olmasın, gidip bir “Alo” diyelim dedik.

Sözün kısası, Viyana’dayız sevgili arkadaşlar.

Viyana, Avrupa’nın en güzel kentlerinden biridir. Teknik olarak onlarca kez gelmiş olsam da, bunların biri hariç tümü Viyana Havaalanı ve Duty Free’si ile sınırlı idi. İşin doğrusu Viyana’ya aslında sadece bir kez geldim. 15 Eylül 2023 itibarıyla aradan tam 23 yıl, 8 ay ve 15 gün geçti. Bu kadar hassas olabilmemin nedeni ise, milenyumu bu güzelim şehirde karşılamam. Yani 31 Aralık 1999’da Viyana’daydım. Saat 12’yi gösterdiğinde yeni yıla açık havada, devasa bir bahçede sıcak şarap içip, Mozart dinleyerek girmiştim.

Viyana,
23 yıl, 8 ay ve 15 gün önce!
Hayatımda ani ve ciddi değişikliklerin olduğu, önemli kararlar vermem gerektiği bir dönemdi. Milenyum gecesi, bu kasvetli havadan sıyrılıp, biraz kafa dağıtmak için iyi bir fırsat olmuştu.

Viyana aynı zamanda sevgili karımla ayrı ayrı görüp, birlikte olmadığımız üç beş yerden biriydi. Böyle yerlere birlikte gittiğimizde, orayı “nötralize ettik” deriz aramızda. Neyse ki nötralize etmemiz gereken çok az yer kaldı.

Viyana klasik müziğin ete kemiğe büründüğü, her yeri sanat, estetik ve bilim kokan bir şehirdir.

Mozart, Beethoven, Strauss, Schubert ve daha bir çok klasik müzik dehasının yolları şu yada bu şekilde Viyana’dan geçmiştir. Viyana aynı zamanda vals demektir. Strauss’un Blue Danube Waltz’ı, yani Mavi Tuna Valsi Viyana için bestelenmiştir. İsmi eğer hatırlamanıza yeterli olmamışsa, dinlediğinizde mutlaka tabii ki biliyorum bunu diyeceksinizdir.

Operaları, klasik müzik konserleri, tiyatroları, müzeleri, ismini saymakla bitiremeyeceğimiz yazar, besteci, filozof ve bilim adamlarının vakit geçirdikleri kafeleri, başta Viyana Keki ve Şnitzel gibi yemekleri ile kimsenin görmeden ölmemesi gerekli bir şehir.

Ancak Viyana’yı gerçekten anlayabilmek için, bu kentin ayrılmaz bir parçası olmuş bir ailenin öyküsüne kısa da olsa bir göz atmak gerekir sevgili arkadaşlar.

1100’lü yılların sonlarında, bugünün İsviçre’sinde, Radbot of Klettgau adında biri, Aargau kantonunda, Habsburg isimli bir şato yapmış. O günden beri bu aile, şatoyla aynı isimle, yani Habsburg şeklinde anılmış.

1200’lü yılların sonlarında, bu aileden Rudolf I isimli biri önce Alman Kralı olarak seçilmiş, sonra da Avusturya Dükalığı’nı topraklarına katmış.

Orta ve erken yeniçağ Avrupa’sının gelenekleri etrafında Habsburg’ların egemen oldukları topraklar, başka asil ailelerle yaptıkları evlilikler sonucunda büyümüş ve aile, tanımının tam anlamıyla bir hanedanın yönettiği bir imparatorluğa dönüşmüş.

Hanedanın zamanındaki Kralı Charles V emekli olmuş ve imparatorluğunu ikiye bölüp, bugünün İspanya’sı, Portekiz’i, Hollanda’nın birazı, az bir şey Fransa, bir tutam da İtalya’sının oluşturduğu İspanyol Krallığını oğlu Philip II’ye, Bohemia (bugünün Çek Cumhuriyeti diye düşünün) ve Macaristan'ı da zaten hükümdarı olduğu diğer oğlu Ferdinand I’e bırakmış.

Bu krallıklardan ilki 1700’lü yıllarda dağılmış, ancak ikincisi varlığını sürdürmüş ve Avusturya İmparatorluğuna dönüşmüş.

Avusturya İmparatorluğu ve dolayısıyla Habsburg’ların toprakları tarih boyunca büyümüş, küçülmüş, dağılmış, yeniden toplanmış ve sonunda Macaristanı da içine alarak şu tarih derslerinden hatırlayacağınız Avusturya-Macaristan İmparatorluğu haline gelmiş.

Bildiğiniz üzere tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya/Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile, yani Habsburg’larla bol bol sevişmiştir.

Örneğin batıda, Mohaç sonrası, Viyana kuşatlamarı ile sonuçlanan savaşların tümü başında Habsburg’lardan bir kralın bulunduğu Kutsal Roma İmparatorluğu ile yapılmış. Estaragon, Zigetvar gibi seferler yine hep Habsburg’lara karşı yapılmış.

Kanuni’den sonra 1593-1606 yılları arasında yine Habsburg’larla Macaristan, Romanya, Moldova ve Balkanların bir bölümü için, Avrupalılar’ın “Uzun Türk Savaşları”, yada “On Üç Yıl Savaşları” dedikleri, tarafların birbirlerine üstünlük sağlayamadığı, bir dizi savaş gerçekleşmiş.

Karlofça’nın acısını almak için II Mustafa 1695 yılında yine Habsburg’lara saldırmış. Bu kez Habsburg’lar savaştan galip çıkmışlar.

Habsburg’lar, Belgrad’a üç kez saldırıp, ele geçirmişler, ancak üçünde de geri almışız.

1878 yılında Habsburg’lar Bosna ve Novi Pazar’ı işgal etmişler. Hattızatında Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan Gavrilo Princip isimli bir Sırp öğrencinin suikastinde hayatını kaybeden Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand da bir Habsburg’dur.

Çok başınızı ağrıtmayayım. Avusturya yada Habsburg’lar ile çok uzun ve sıkıntılı bir tarihimiz var sevgili arkadaşlar. Avrupa’da en çok Türk karşıtı olan ülkenin Avusturya olmasında bu yüzden büyük bir sürpriz yok. Arada o kadar kin ve nefret var ki, örneğin Avusturyalı bir imparatoriçe, ok eğitimi için sarayın avlusunda kesik Türk kafaları kullanırmış.

Habsburg’lara dönersek, bu aile, yukarda da konusu geçtiği üzere, önemli bir süre Kutsal Roma İmparatorluğu’nu yönetmiş. İsmine bakınca ister istemez tarihi Roma İmparatorluğu ile ilişkilendiresi geliyor insanın, ancak bu çok doğru değil. Ünlü filozof Voltaire, bu imparatorluk için şöyle demiş: “Kutsal Roma İmparatorluğu ne kutsal, ne Roman, ne de bir imparatorluk. Sadece bir dolu Alman…” İlber Ortaylı Hoca da bu esprili tanımı sık sık tekrarlar.

Yine de İmparatorluklar liginde Avusturya İmparatorluğu, Osmanlı imparatorluğuyla benzer bir klasmanda kabul edilir.

Başka bir açıdan Avusturya, Habsburg ailesi demektir. Basitleştirmek için hassaslıktan sapma pahasına, Avusturyalılar’ı Almanlardan ayıran tek özellikleri Habsburg hanedanlığı ve buna bağlı olarak tarihleri ile kontrol ettikleri ulus ve topraklardır diyebiliriz. Yoksa Avusturyalılar, geri kalan her şeyleriyle Almandırlar.

Habsburg’ların tarihteki tüm hükümranlıklarının başkenti hep Viyana olmuş. Bunun tek istisnası 1800’lü yılların sonunda başkentin kısa bir süre için Prag’a taşınması.

Bütün bunlar da Viyana şehrini emperyal bir başkent ve bol bol Habsburg haline getirmiş sevgili arkadaşlar. Emperyal bir şehirde de elbette ki bol bol saray bulunur. Viyana’daki bu sarayların birinde bir klasik müzik konseri izlemiştim. Bu kez de 🐝Mezzy🐝’ciği aynı yerde bir konsere götüreceğiz.

Viyana’yı bol bol tadını çıkararak sizlerle birlikte gezeceğiz sevgili arkadaşlar. Ne var ki bir sonraki yazımız Viyana’dan, hatta Avusturya’dan değil, Slovakya’nın başkenti Bratislava’dan gelecek.

Viyana ile Bratislava’nın arası trenle bir saat sürüyor. Bratislava çok şirin, ancak bir günde gezilebilecek kadar küçük bir kent. Biz de hazır Viyana’ya gelmişken Bratislava’yı da bir görelim dedik, o yüzden gezimizin ilk gününde Slovakya’ya geçeceğiz.

Slovakya’ya ilk kez gidiyorum. Başka bir deyişle dünya üzerindeki elli birinci ülkemi görmüş olacağım.

Bizi izlemeye devam edin.

Sevgi ile kalın❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...