22 Eylül 2023 Cuma

Bratislava'dayız...

Slavin isimli anıtın duvarlarının birinin üzerinde “1945 yılında Slovakya’nın Nazi’lerden kurtarılışı sırasında ölen Kızıl Ordu askerlerinin anısına” yazan bir plaket vardı.

İster istemez şöyle bir gülümsedim.

Acaba kaç Slovak, elli sene boyunca Ruslar’ın elinde çile çekmeyi “kurtuluş” olarak düşünmüştür?

Avrupa’nın bu bölgesinde “kurtuluş” kavramı öyle bir bakışta anlaşılacak kadar açık, sınırları kesin olarak belli değil sevgili arkadaşlar.

Yukarda söylediğim gibi, Naziler’in elinden “kurtulan” Slovaklar için, sonunda Ruslar’ın kucağına oturmuş olsalar da, belki en azından Naziler’den iyidir diye düşünebiliriz. Ancak bu pek de doğru sayılmaz.

İşin aslı, Slovaklar, Naziler tarafından işgal edilmiş değildiler, çünkü onlarla ittifak halindeydiler. Hattızatında 1945 yılındaki “kurtuluş” savaşı esnasında Slovak askerler, Kızıl Ordu karşısında, Naziler’le beraber savaşmışlardı.

Yani teknik olarak Ruslar, Slovakya’yı Naziler’den “kurtarmamış”, tersine düşman bir ülkeyi fiilen işgal etmişlerdi.

Slovaklar niye Naziler’le müttefik olmuş derseniz, Naziler, Slovaklara, onları Çekler’den “kurtarmayı” vadetmişler. Yine başka bir kurtuluş öyküsü sizin anlayacağınız.

Savaşın sonunda Slovaklar ne Çekler’den, ne de Ruslar’dan “kurtuldu”. Çek Cumhuriyeti ile birleşip, elli sene Çekoslavakya olarak kaldılar. Çekler, Çekoslavakya’nın baskın ulusuydu. Bütün prestijli, para getiren işleri Çekler yapıyor, Slovaklar ise çoğunlukla tarım ve ayak işlerine bakıyorlardı. Ruslar ise malumunuz, her uydu Sovyet devletine yaptıkları gibi bunların canlarını çıkarıyordu.

1989’daki mor devrim, komünist dönemi bitirdi. 1993’deki mor boşanma ile de, Çekler ve Slovaklar yollarını arkadaşça ayırdılar.

Slavin
Slavin anıtına dönersek, burası hem bir anma, hem de askeri bir mezarlık olarak tasarlanmış. Yine Slavin isimli, Bratislava’ya hakim bir tepenin üzerine kurulu tipik bir Sovyet anıtı. Komünist yada eski komünist bir ülkeyi ziyaret ettiyseniz, mutlaka bir benzerini görmüşsünüzdür. Cetvelle çizilmiş gibi köşeli, kutu kutu bir kaidenin üzerinde ulu, eli kolu havada bir asker, aşağıda ise emmi şapkalı partizanlar, kucaklarında bebekleriyle kadınlar, vs.

Savaşta hayatını kaybetmiş her askere saygı duyarım sevgili arkadaşlar.Kökenleri, amaçları, ideolojileri bu saygımı etkilemez, yeter ki ona buna eziyet edip, şerefsizlik yapmamış olsunlar. Kızıl Ordu’nun sicili bu konuda hiç de temiz değildir, ancak burada yatan askerler delil yetersizliğinden beraat ettiler. 

Onlara saygı ve takdirlerimi sunup, çıktığımız kim bilir kaç yüz basamaktan geri inerek, Bratislava’nın merkezine döndük. Bu merdivenlerin bu kadar çok ve dik olduğunu bilseydim, Slavin tepesine çıkmazdım. Jelena o sıcaktaki ölümcül tırmanışımızdan sonra hala bana bozuk.

Bratislava Kalesi
Eğer yüzlerce basamağı çıkmak için biraz daha motivasyona ihtiyacınız varsa, Bratislava Kalesi’nin, Slavin tepesinden çok güzel göründüğünü söyleyebilirim.

Bratislava’ya gelmeden beraber yemek yediğimiz bir çift “Ayy, n’apıcaksınız orada? Tipik bir komünist şehir…” falan diye moralimizi bozmuştu. İnternet’te gördüğüm resimler hiçte öyle komünist bir şehir havası vermemişti bana, ancak öyle kesin konuşuyorlardı ki, her halde Bratislava’da bir kaç sene yaşamışlardır falan diye düşündüm.

Alakası yok tabii. Bratislava’da bırakın yaşamayı, olsa olsa bir kere arabayla yanından geçmişlerdi. Görünüşe göre bir ile biri toplayıp, bir tutam ukalalık, bir tutam tahmin, biraz da sallayarak iki yapmışlar, bize de Pisagor gibi matematiğini anlatmışlar. Türkiye’deyken hep karşılaştığımız anlamda, bilgi olmadan fikir sahibi olmuşlar. Bu çift aslen Rumen. Hep Osmanlı’nın kabahati bunlar…

Bratislava çok cazibeli, çok şirin bir kent. Öyle komünist, momünist bir yer değil. Şehir dışında komünist tarzı binalar görüyorsunuz, ama çok takılmayın. Berlin’de bile buradan çok komünist bina var.

Bratislava’nın çok cazibeli bir merkezi var. Burası son bir kaç yüzyıldır hiç değişmemiş gibi. Savaşta kırılıp, dökülse de Slovaklar yolları ve yapıları orijinaline sadık kalarak çok güzel restore etmişler.

Frankovka Modrá
Onca merdivenden sonra karnımız acıkmıştı. Başkanlık sarayının tam karşısındaki bir restorana oturduk.

Elbette kendime biftek söyledim. Az pişmiş, sulu, kanlı bir biftek. Orta Avrupa’da biftek yemenizi öneririm sevgili arkadaşlar. Lokal tercihler çoğunlukla domuz ve lahanadır. Her ikisinden de hiç haz etmem. Domuz yediğimde kaşıntı tutar, yüzüm gözüm şişer zaten. Lahana nefretim ise tamamen ağız tadı kaynaklı.

Şarap menüsünde ise Cabernet Sauvignon, Bordeaux falan var.

Garsona “Bırak Bordo’yu, eğer Slovak şarapları Çek şarapları kadar güzelse bana bir Slovak şarap getir” dedim. Piyasa kızıştı tabii. Bana bir şişe Frankovka Modrá getirdi. Bir yudum aldım, dünyam değişti, öyle mükemmel bir lezzet.

Biraz gugıllayınca olay netlik kazandı. Frankovka Modrá, Blaufränkisch isimli üzümün Slovakça karşılığı. Blaufränkisch, anlam olarak Mavi Fransız olsa da, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun favorisi bir üzüm. Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya hatta Hırvatistan’da da aynı İmparatorluğun izlerinden dolayı bol bol bulunur.

Michael's Gate
Bir bölgenin emperyal bir geçmişi varsa, şarapları hem özel, hem de güzeldir sevgili arkadaşlar. O yüzden Avusturya Macaristan İmparatorluğunun geçtiği her yerde külli miktarda ağız tadıyla içebileceğiniz şarap bulunur. Bunların arasında benim en beğendiğim ise Macaristan’dan, yine Blaufränkisch’den (oralarda Kékfrankos derler) yapılan Egri Bikavér şaraplarıdır. Eger kentinde bir toplantıya gitmiştim, geçirdiğim üç günün saat sabah ondan sonraki kısmını zar zor hatırlarım. Egri Bikavér çok güzel bir şaraptır. Eski işyerimde Macaristan’dan gelen her tanıdık bana bir-iki şişe getirirdi. Şu sıralar mahzende hiç kalmadı. Neyse dağıldık yine, konumuza dönelim.

Garson şarapla birlikte Bryndza isimli bir Slovak peyniri de getirdi. Koyun sütünden yapılma, kokulu otlar da içeren güzel bir peynir. Tadı yabancı değil. Polonya’da benzeri bir peyniri denemiştim. Şarapla mükemmel gitti.

Yemek sonrası, Michael’s Gate’den geçerek, eski şehrin merkezine girdik. Burası eski şehir surlarının ayakta kalan tek kapısı. Biraz barkoklaştırılmış bir kule ve tepesinde de Michael var. Michael, yani Mike, yani Mikail, malumunuz bir melektir.

Buradan, şehrin meydanına giden cadde ise sağlı sollu mağazalarla, barlarla, cafe’lerle dolu, inanılmaz güzel bir yürüyüş yolu.

Čumil
Mekanların tümünde insanın hayal gücünü zorlayacak miktarda bira tüketilmekte. Malumunuz Çeko-Slovaklar, kelle başına en çok biranın tüketildiği ulustur.

Cadde üzerinde köşede bir yerde ise Čumil isimli bir heykel var. Yanında da bir “Man At Work” yani “Çalışma Var” tabelası. Normalde bu işaret “Men At Work” şeklindedir, ancak süjemiz durumundaki heykel sadece tek bir adamdan müteşekkil olduğu için “Man At Work” olmuş.

Kanalizasyon kapağından göğsüne kadar çıkmış bir işçinin heykeli bu. Bana kadınların eteklerinin altından yukarı bakan bir röntgenciyi andırdı. Öyle güven telkin etmeyen, gözleri fıldır fıldır bir bakışı var. Etrafında ise benim eski arkadaşlar, yani bir grup Çinli. Yine bağırıp, çağırıp, koşuşturuyorlar, birbirlerine çarpıp, düşüyorlar, onu bunu itip, kakıp resim çekmeye çalışıyorlar. Kısacası bildik senaryo.

Bir iki fotoğraf çekebilmek için bunların heyecanlarının geçmesini bekledim.

Yolun sonunda ise Hlavné Námestie dedikleri meydan var. Burada güzelim bir çeşme olan Rolandova Fontána ile Town Hall dedikleri Belediye yada Valilik binası - artık nasıl çevirirseniz, var.

Hlavné Námestie
Çok güzel bir meydan. Bir de hava sıcak olduğundan üzerinize su püskürten “fışkiyeler” koymuşlar. 🐝Mezzy🐝 ile dakikalarca kendimizi ıslatıp, soğuduk.

Biraz ilerdeki kiliseyi ve eski şehrin sonundaki meydanı da görüp, geri Michael’s Gate’e doğru yürüdük. O güzelim cafe’lerin birine oturduk.

Jelena bir “Limonata” istedi. Garson kız “Limonla mı?” diye sordu. Anlamadık. Limonata, limonla değil de patatesle mi yapılıyor?

Kız başladı saymaya “Çilekli limonata, ahududulu limonata…”

“Limonla bacım” dedik. Ben de kendime tabii ki bir Slovak şarabı söyledim. Sonra bir daha, daha sonra bir tane daha, daha da sonra bir tane daha…

Akşam olmaya başlamıştı. Bizi Viyana’ya götürecek trenimize binmek için yola koyulduk.

O güzelim cafe’lerin birine oturduk
Viyana-Bratislava trenle bir saat kadar sürüyor, ancak trenler bir felaket. Çocukluğumun Anadolu Ekspres’i bile daha temiz, daha az kokuyordu. Üstüne bir de kalabalık eklenince iyice çekilmez olmuştu.

Sabah Bratislava’ya gelirken yanıma erkek arkadaşı ile yolculuk eden bir erkek oturmuştu. Alman, ancak köken olarak Kaliningrad’dan. Kaliningrad, Rusların Avrupa’nın içine soktuğu, Rusya ile hiçbir sınırı olmayan, ancak Rusya toprağı olan bir bölge. Herhalde buradaki füzeler yüzünden bir Geiger sayacı ile yürümeniz gereken bir yer.

Jelena uyurken, çocukla çok güzel sohbet etmiştik, ancak dönüşte yanımda kimsenin olmamasını umuyordum. Konuşmak için ne isteğim, ne de enerjim kalmıştı.

Netekim, öyle de oldu. Bir saatlik kısa da olsa bir dinlenme çok iyi gelmişti. Akşam için Viyana’da planlarımız vardı ve biraz enerji depolamak iyi olacaktı.

Bratislava, dolayısıyla Slovakya, şu fani dünyada bulunduğum elli birinci ülke oldu sevgili arkadaşlar. İsviçre’de çok sayıda Slovak kişiyle tanışmış, bir arada çalışmıştım. Onları gerçekten severim. Fazlasıyla iyi insanlardır. Slovakya bu yüzden bana yabancı bir yer gibi gelmedi. Dilleri Polonyaca’ya, daha doğru bir deyişle Lehçe’ye çok yakın, bu nedenle ben şahsım üç beş kelime anladım. Jelena ise duyduğu yada okuduğu her şeyi problemsiz anlamıştı.

Bratislava kalesiyle, meydanıyla, kilisesiyle tipik bir Avrupa başkenti, ancak küçük bir şehir. Burada bir, hatta yarım gün geçirmek bile bir “genel maksat turisti” için yeterli olacaktır. Bu nedenle işi gücü bırakıp, özel olarak Bratislava’ya bir gezi planlayın diyemem. Ancak başka bir gezi içerisinde, özellikle Viyana’dayken, günübirliğine gelebilecek kadar yakınsanız, Bratislava’yı görmemek önemli bir kayıp olur.

Sevgi ile kalın ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...