29 Eylül 2023 Cuma

Viyana'da Bir Klasik Müzik Konseri Dinlemek

Schönbrunn Sarayı, yazılarımı izliyorsanız artık aşina olduğunuz Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun hanedanı Habsburg’ların yazları yaşadıkları rezidansları. Ancak yazlık dediysem, aklınıza “Ayy, bu hafta sonu Çeşme’deyiz hayatım!” tarzı bir yazlık gelmesin. Bu “Yazlık Saray” fenomeni asilzadeler için biraz farklı şeyler ifade ediyor.

“Yazlık” Schönbrunn Sarayı, “Kışlık” Hofburg Sarayına yürüyerek bir saatlik uzaklıkta. Yani yazlık diye öyle deniz kenarı, sayfiye yeri şeklinde düşünmeyin. İkisi de Viyanada. Schönbrunn Sarayı belki biraz merkeze uzak, hepsi o, yoksa öyle farklı bir dünya değil.

Yazlık saray fenomeni sadece Habsburg’lara özgü bir takıntı da değil. Hemen her hanedanın böyle bir yazlık mekanı olmuş. Çin’de bile bir yazlık saray gördüm. Hattızatında Osmanlı hanedanı da Beylerbeyi Sarayı’nı benzeri bir amaçla kullanırmış.

Schönbrunn Sarayı devasa bir kompleks. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel saraylardan biri. Hoş, Viyana’daki bütün saraylar birer güzellik abidesi. Öyle Buckingham, Versay, mersay bunların yanında halt etmiş. Habsburg’ler gerçekten nasıl saray yapılır, biliyorlarmış.

Schönbrunn Sarayı’nı Viyana’ya bir önceki gelişimde gezmiştim. O bahçelerin, sarayın içinin güzelliği kelimelere zor sığar. Fırsat bulursanız kaçırmayın.

Bugünlerde bu sarayı müze olarak gezebilirsiniz, ancak müze olmasının yanında Schönbrunn Sarayı, Viyana’da gerçek anlamda bir klasik müzik konseri dinleyebileceğiniz önemli yerlerden biri.

Viyana’ya bir önceki gelişimde bu sarayın Orangerie diye isimlendirilen salonunda bir klasik müzik konseri dinlemiştim. Orangerie, Türkçe’ye “limonluk” şeklinde çevriliyor. Saray, konak gibi malikanelerde bol pencereli, bir sera misali, portakal, limon, mandalina vesaire ağaçlarının bulunduğu kapalı alanlara verilmiş bir isim. Elbette, konseri narenciye ağaçları arasından izlemedim. Schönbrunn Sarayı’nın Orangerie’si bugün bir konser salonuna dönüştürülmüş.

İzlediğim bu konser, öyle die-hard klasik müzik dinleyicileri için hazırlanmış ağır bir performans değildi. Daha ziyade klasik müzik dinleyicisi olmayanlar için düşünülmüş, hemen herkesin bildiği Strauss’un Blue Danube Waltz, Beethoven’ın beşinci senfonisi gibi eserlerin çalındığı bir klasik müzik “lite” konseriydi. Süre olarak da klasik müzik kulağı olmayanları sıkmayacak kadar kısaydı.

Biz de Viyana’ya kadar gelmişken hem 🐝Mezzy🐝 burada bir klasik müzik konseri deneyimi yaşasın, hem de çok sıkılmadan müziğin tadını çıkarsın diye aynı konsere gitmeye karar verdik. Biletlerimizi günler önce online aldık ve konser gününü beklemeye başladık.

Konser akşamı bir metro yolculuğu bizi Schönbrunn Sarayı’na getirdi. Size sarayın büyüklüğünü şöyle anlatayım. Bahçeleri ile etrafında başka hiç bir şey yapmadan sadece yürüyerek bir tur atmak bir saati buluyor. Bu nedenle kaybolup, vakit kaybetmemek için doğrudan Orangerie’yi Google Maps’e girdik ve navigasyonu dinleyerek yürümeye başladık.

Orangerie’nin kapısına kadar gelmemiz bir yirmi dakika almıştı. Konser izlemeye gelenleri içeri almak için sarayın cümle kapısı yerine, saray duvarlarının üzerinde, olasılıkla geçmişte saraya erzak getirenlerin falan kullandığı, üzerinde demir şeritler bulunan koca ahşap bir kapıyı kullanıyorlardı.

Ben “Ha” deyip, kapı koluna asıldım ama Merzifonlu Kara Mustafa Paşa olmuştum. Kapı kilitliydi, milim kıpırdamıyordu.

Etrafta kimse yok. Aslında bu da oldukça tuhaf. Konser saatinde burada bir dolu insanın olması gerekirdi.

Ortalık karanlık, düşüp, oramızı buramızı kırmamak için dikkat ederek sarayın çevresinde yürümeye başladık.

Schönbrunn Sarayı
Bir on dakika yürüdük ve ışıklı bir pencerenin yanında bir kapı bulduk. Ben kapıya asıldım, açıldı. İçerde iki adam vardı. “Orangerie?” diye sordum, adamlardan biri “Nein! Das ist die Küche”, “Hayır! Burası mutfak” dedi. Belli ki sarayın içinde bir restoranın arka kapısını bulmuştuk. Yılmadım, bir daha denedim “Orangerie?” Adam eliyle buradan devam et, sağa dön anlamında işaretler yaptı.

Sarayın duvarlarının sonuna kadar yürüyüp, duvarlarla birlikte sağa döndük. İyi haber, burada biraz canlılığın olmasıydı. Koca demir, barok bir kapıdan bir bahçeye girdim. Ümit Besen kılıklı bir piyanist şantör, hiç de Viyana’ya gitmeyecek pop tarzı bir müzik çalıp, söylüyor, garsonlar masalarda oturan çiftlere yemek ve içki servisi yapıyordu. Rezervasyoncu adama “Orangerie?” yaptım. O da bana bu kez tam aksi yönü, yani geldiğimiz yönü işaret etti.

Yine yola koyulduk, köşeyi döndük, yeniden sarayın baktığı caddeden ters yöne yürümeye başladık.

Karşıdan yirmi beş - otuz yaşlarında iki kız geliyordu. Ancak öyle bir giyinmişlerdi ki, sanki Avusturya Kralı’nın balosuna gidiyorlardı. Biri siyah, biri beyaz gece elbiseleri, topuklu ayakkabılar, o akşam evlenecekmiş gibi bir makyaj.

Belfagor koridor ve merdivenleri
Biletleri alırken kıyafet zorunluluklarını kontrol etmiştik. Tamamen serbestmiş. Ben yine ayıp olmasın diye bir kot pantolon giymiştim ama 🐝Mezzy🐝 ve Jelena şortlarıyla gelmişlerdi. Hepimizin üzerinde uzun günün yorgunluğu, Bratislava’nın tozu toprağı, trenin o ağır kokusu vardı.

Kızlarla tamamen kontrast bir durumdaydık. Ben yine de “Orangerie?” yaptım. Avusturyalı oldukları her hallerinden belliydi, ancak bayağı güzel bir İngilizceyle “Biz de Orangerie’yi arıyoruz. Konsere mi?” diye sordular. “Evet” dedim.

Kızlardan biri “İlerde, köşeyi dönünce, gelin beraber gidelim” dedi. Anlaşılan mutfakçılarla konuşmuşlardı.

“Yok ablacım” dedim, “Köşeyi dönerseniz, piyanist şantöre gideceksiniz, onlar da sizi geri buraya gönderecek”

Kızlar kani olmuşlardı. Yeniden Orangerie’nin kapısına dayandık.

Sarayda bir konser dinlemek
Karanlıkta bir yerde bir tabela bulduk, şu ters V şeklinde yere konulan işaretlerden. Üzerinde “Schönbrunn Orkestrası bugün Büyük Galeri’de çalıyor” yazıyor. Yazının başında da koca bir ok işareti, ancak ok saraya tamen dik, sarayın aksi tarafını, yani caddeyi işaret ediyor. 

İçime bir kurt düşmüştü. Jelena’ya “Bu yön belirten bir ok mu, yoksa bir ‘bullet’ mi?” diye sordum. Kızlardan biri benim söylediğimi duymuş, biraz bakındı, V şeklindeki işaretin diğer tarafını da okudu. Aynı ok orada da vardı, ancak doğal olarak bu kez tam aksi yönü, yani sarayı işaret ediyordu. Kısaca ok, yön belirten bir ok değildi. 

Salak herifler, ok biçimli bir bullet kullanmışlar. Ok yerine daire koysalar, insanların kafası karışmayacak.

İşin başka bir tarafı ise, Schönbrunn Orkestrası, sarayda çalan çok önemli bir orkestra. Bilet ararken baktım, ondan biliyorum. Konserlerine bir bilet yüzlerce euro. Yani Orangerie’de çalacak adamlar değiller ki, “Konser bu akşam Grand Gallery’de” diye işaret koysunlar.

Kızlar tabelanın Almanca bölümünü de okudular, onlar da farklı bir şey anlamadı.

Konser Grand Gallery'deydi
Konser saati gelmişti. Yapacak başka bir şey yok, bari Grand Gallery’e gidelim dedik. Kızlarla birlikte yola koyulduk. Orangerie’yi arayıp bulamayan başka grupların da katılımı ile bayağı kalabalık bir topluluk haline gelmiştik.

Sarayın cümle kapısına ulaştık. İcerden müzik sesi geliyordu. Her kimin konseriyse başlamıştı anlaşılan.

Kapıdaki bekçiye “Biz aslında Orangerie’deki konsere gelmiştik” falan diye başladık, adam daha lafımızı bitiremeden “Geç, konser burada, acele edin, başladı” dedi. Kızlar ve diğer grup koşarak içeri girdi. 

Biz ise ağır ağır yürüyerek yolumuza devam ettik. Avusturya-Macaristan İmparatoru’nun yürüdüğü yoldan, onun evine gidiyorduk. Zaten başlamış konserin bir beş dakikasını daha kaçırsak bile, çok önemli olmayacaktı.

Saraya girdik, ancak yürüdüğümüz koridorlarda, merdivenlerde kimse yoktu. Herkes çoktan konser salonunda, yerlerine oturmuştu. Etraf kıpkırmızı halılar, yağlıboya tablolar, zırhlar, kılıçlar ve mızraklarla doluydu. Jelena ayakkabılarını çıkarıp, eline aldı. Schönbrunn sarayının kalbinde yalınayak yürüyordu!

Olay sonradan biletimizi alan kızla konuştuktan sonra açıklığa kavuştu. Orangerie’deki konsere çok talep olmadığından, oraya fazladan bir orkestra getirmemek için, herkesi toptan Schönbrunn orkestrasının konserine “upgrade” etmişlerdi.

Kraliyet Odaları
Konser Grand Gallery isimli salondaydı.

Grand Gallery, Habsburg’ların yemeklerinin, balolarının yapıldığı efsanevi bir salon. İçerdeki debdebeyi, şatafatı size nasıl anlatırım, bilmiyorum. Tonlarca ağırlıktaki avizeler, ki eskiden mumlarla aydınlanıyorlarmış, şimdi mum biçimli LED ampüller kullanılıyor, tavandaki inanılmaz güzellikteki freskler, altın kaplama duvar süsleri, vesaire, vesaire.

Ve biz bu salonda, Viyana’nın en iyi orkestralarından birini dinliyorduk.

Müzik öksürük arası için durduğunda, bir siren acı acı çalmaya başladı. Yangın alarmı! Ancak etrafta ateş, duman yok. Orada çalışan bir kadın, utancından kıpkırmızı, her sıraya tek tek “We are so sorry!” diyor. Yine sinirim tepeme çıktı. Bırak sorry’i morry’i, yangın var mı, yok mu, onu söyle. Salonu boşaltalım mı, yerimizde mi oturalım?

İnsanların yarısı ayağa kalktı, diğer yarısı yerinde kaldı. Neyse üç beş dakika sonra alarmı kapattılar, konser de kaldığı yerden devam etti.

Konser mükemmeldi, ancak kesinlikle “lite” bir konser değildi. Öyle “Allegrolu”, “Andanteli”, “Opus 64’lü” hard-core klasik müzik çaldılar. Bir solist bile uzun uzun arya söyledi. Bir saat kadar sonra, daha ilk ara verilmişti.

Jelena ayakkabılarını bir daha giymemişti
Orkestranın kemancılarından biriyle tuvalette karşılaştık. Pisuvarlardan biri boşalmıştı, sıra bende olmasına rağmen, her nedense Fransızca “Allez-y” dedim. O da “Valla olmaz, senin sıran” dedi. Ben “Bak ölümü gör yapmazsan” dedim, o da “Madem ısrar ettin” dedi. O frağının artık her neresini açıyorsa, açana kadar yandaki pisuvar da boşalmıştı, ben de onu kullanmaya başladım.

Schönbrunn Orkestra’sının kemancısıyla çiş arkadaşı olmuştuk!

Arada, sarayın o katındaki kraliyet odalarını görme fırsatımız oldu. Gün içerisinde binlerce turistle, itiş kakış gezmektense bu çok iyi gelmişti.

Ancak 🐝Mezzy🐝 çok sıkılmıştı. İkinci yarıyı çıkaramayacaktı. Ne yapalım diye sorduk, “Otele dönelim” dedi.

Yine kimseciklerin olmadığı Belfagor merdivenlerinden, koridorlarından kapıya geldik. Metroyla merkeze, oradan da yayan otelimize ulaştık. Jelena ayakkabılarını bir daha giymemişti. Gün boyunca kilometrelerce yol yürüdükten sonra ayakkabılarını giymeyi reddetmişti.

Odamıza çıkar çıkmaz uyumuştuk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...