6 Temmuz 2017 Perşembe

Marketing

Günümüzde bir mal ya da hizmetin kendisi kadar nasıl pazarlandığı da bir o kadar önem kazanmış durumda sevgili arkadaşlar. Zaman zaman bu pazarlamanın önemi pazarlanan şeyin içeriğinden daha fazla önem kazanabiliyor.

Amacım işin ekonomik boyutunu kurcalamak değil. Hepimiz pazarlamanın, markanın, reklamın önemini biliyoruz. Bu işin erbapları yıllarını pazarlamanın eğitimine ve uygulamasına adamış insanlar. Pazarlama artık bir bilim olmuş durumda.

Kökü Latinceye giden ama İngilizceden çaldığımız seksi bir ismi de var.

"Marketing"

"To March", "Marcher" ya da "Marciare" hatta Türkçede bile var, "Marş" yürüme demek. "Market" "Marche" ya da "Mercato" ise pazar, yani insanların alış veriş için yürüdükleri yer. "Merchant", "Marchande" ya da "Mercante" satıcı, "Merchandise", "Marchandise" ya da "Mercanize", hatta eskilerin dedikleri gibi "Marşandiz" ise satılan mal, hep aynı kökten türeme (sözcükleri İngilizce, Fransızca ve İtalyanca yazdım, bakmadım ama İspanyolcası da büyük olasılıkla benzeridir).

Kapitalizm sağ olsun, pazarlama bu kadar hayatımıza girince herşeyi pazarlamaya başladık. Ancak benim en çok takdir ettiklerim, kendini pazarlayabilenler.

Merak etmeyin, kötü kadın geyiği yapmayacağım. Kendini pazarlayanlarla kastım, yaptığı işi doğru ve etkili olarak müşterisine anlatabilenler.

Çok önemli bir yeti bu. Kendimde fazlaca bulunmadığından ola ki, becerenleri çok takdir ederim.

Bekleneceği üzere yaşamın kuralı, bir süre sonra bu kendini pazarlama işinin de kakası çıktı.

Mutasyonlarını yeni bitirmiş bir tür bu kendini pazarlama işinin "nirvana" 'sına ulaştı.

Ancak Bu yeni türün önemli bir sorunu var arkadaşlar. Bunlar "sadece" kendilerini pazarlıyorlar.. Ne var ki pazarlayacak bir şey yok ortada. Yaptıkları bir iş, sahip oldukları bir beceri, ürettikleri bir fikir, ulaştıkları bir başarı, verdikleri bir katkı falan yok.

Sadece pazarlama...

En güncel örnek Trump.

ABD başkanlığını talk show sunuculuğuna çevirdi, iş başa düşünce de etrafındakilere "Ya, bu iş çok zaman ve enerjimi alıyor" demeye başlamış.

Kampanya esnasında mükemmel bir performans gösterdi, konuşmasıyla, vaatleriyle kendisini mükemmel pazarladı.

Sonra da altından üçüncü sınıf bir ırkçı çıktı.

Sarkozy'nin bile bir stili vardı. Bu hepten odun. Bir iftar yemeği vermemeyi marifet zannetti.

İş dünyasının en çarpıcı örneği ise hepimizin bildiği Microsoft firması.

Bill Gates kanımca gerçek bir dahi ve ileri görüşlü bir iş adamıydı. Microsoft'u kurdu ve IBM'in o zamanki yeni ve birçok kişinin oyuncak dediği PC'lerinin işletim sistemini yazdı. PC-DOS isimli bu işletim sistemini MS-DOS ismiyle pazarladı.

AncakIBM'in sadece kendi bilgisayarlarında çalışan işletim sisteminin aksine MS-DOS'u her bilgisayarda kullanılabilir biçimde tasarladı.

Ve hiç bir yerde yazmasa da çok önemli bir pazarlama hamlesi yaptı ve MS-DOS'un korsan olarak kopyalanıp satılmasına göz yumdu.

MS-DOS ve hatta Wındows işletim sistemi Windows-95 sürümüne kadar hiç bir kopyalama kontrolü ve koruması taşımıyordu.

IBM bugün PC yapmıyor. DEC, Unisys, Amiga, Commodore, Amstrad gibi firmalar artık piyasadan silindi.

Hep Microsoft'un sayesinde.

Gates, geleceğin Internet'de olduğunu görmüştü. Internet Explorer tarayıcısını Windows'a entegre eti, Netscape bu yüzden tarihe gömüldü.

Gates dünyanın en zenginlerinden biri oldu!

Ancak Gates hiç de medyatik biri değildi. Ufak tefek, sıradan bir insandı. Düzenli duş bile almadığından saçları hep yağlı gezerdi. Mıy-mıy konuşur, öyle şovlarda falan boy göstermezdi.

Kısacası pazarlama ve pazarlanma katsayısı çok düşüktü.

Sonradan evlendi, Şirketteki sorumluluklarını devretti ve kendini hayır işlerine adadı.

Yerine geçen Steve Ballmer ise hem kelli felli, koca bir adam, hem de kendini çok iyi pazarlayan, gür sesiyle bağıra çağıra konuşan, toplantılarda hep kendisini dinleten, Microsoft'un etkinliklerinde, tüm dünyanın gözü önünde tarzan gibi çığlıklar atıp, maymun gibi koşuşturan, fazlasıyla medyatik biriydi.

Ne var ki tek yetisi kendisini pazarlamaktı. Altında ise yazımızın konusu gereği, pazarlanacak hiç bir şey yoktu.

Bir mahalle bakkalının yapmayacağı hataları yaptı. Aptalca kararlar verdi.

Windows'u daha hazır değilken Noel tatilindeki satışlar kaçmasın diye erkenden piyasaya sürdü. Windows, Bill Gates'in yaptığı bir sunumda çakıldı, dünya kıçı ile güldü. Müşterilerine eski bilgisayarlarını değiştirmeye zorlamak için, Windows'u suni olarak daha fazla bellek, daha hızlı işlemci talep edecek şekilde planladı.

Internet'i umursamadı, geleceği görmedi. Apple'ın mobil devrimini anlamadı. Apple'ın bilişimden kopup cep telefonu pazarına girdiğini düşündü. Jobs'ın masa üzerindeki bavul boyunda bilgisayarı cebimize sığacak kadar küçülttüğünü gördüğünde ise artık çok geçti.

Microsoft battı. Bugün varlığını sadece eskinin ataletiyle sürdürüyor.

Ballmer da Microsoft'un başından gitti ama olan olmuştu tabi.

İş hayatında bulunanlarınız bilir, Corporate dünyada böyleleri çok vardır. Çok konuşurlar ve güzel konuşurlar, ancak içleri bomboştur. Bütün toplantılara gelirler ama iş başa düştüğünde ortadan kaybolurlar.

İşin daha da ilginçi, firmalarda karar vericilerin arasındaki bir gurup üst düzey yönetici, bu boş tenekelerin ne olduklarını bile bile, kendilerini pazarlama yeteneklerinden faydalanmak için bunlara yol açmaya başladılar ve bu parazitler için iş dünyasında bir pazar oluştu. Ancak bu balonlar kısa vadede güzel şov yapsalar da, uzun vadede verdikleri zarar ne acı ki çok büyük oluyor.

Ne yapalım, yöneticiler düşünsün...

Konu kendini pazarlama olunca ister istemez aklımız iş dünyasına gidiyor ancak bu boş tenekeler hayatın her yerinde, her aşamasında var sevgili arkadaşlar.

Bilmiyorum Michio Kaku ismini duyanınız var mı?

Michio Kaku, Japon kökenli, Amerikalı bir teorik fizikçi. Bir profesör. Eğer BBC, Discovery falan gibi popüler dökümanter kanalları izliyorsanız Michio Kaku'yu görmemeniz olanaksız.

Eğer gördüyseniz de unutmanız olanaksız.

Asya yüzlü, uzun beyaz dağınık saçlarıyla tam aklı bir karış havada bilim adamı. İngilizceye tamamen hakim ve çok etkili kullanıyor. Bilimsel forumlarda, panellerde, TV programlarında, her yerde görmeniz mümkün. Youtube'da yüzlerce videosu var.

İlk dinlediğimde hayran kalmıştım. Orta okulda fizik ödevi için garajlarında bir parçacık hızlandırıcısı yapmaya kalkmış, kilometrelerce uzunlukta bakır telleri sarıp bobin falan yapmış, sonunda da sonra da mahallenin sigortalarını attırmış.

Quantum teorisini, temel parçacıkları, kuvvetleri falan o kadar incelikle basitleştirip bizim gibilerin anlayacağı bir dille anlatıyordu ki, hayranlıkla dinledim. Espiriler yapıyor, yeri geldiğinde eline bir tebeşir alıp, kara tahtaya yarım metre uzunluğunda bir denklemi iki saniyede vızzz diye yazıyor, herkesin anlayabileceği örnekler veriyor, kısacası kendisini soluksuz dinlettiriyordu.

Bu performansından sonra zaten dağınık saçları ve mimikleriyle tartışma götürmeyecek fiziki benzerliklerini de dikkate alarak, tamam dedim, Michio Kaku, yeni bir Einstein!

Hemen Youtube'a girip başka videolarını aradım.

Yine aynı beceriyle fizik bilmini, kuantum teorisini, gelecek tahminlerini, kara maddeyi, kara enerjiyi anlattığı belgeselleri, konferansları buldum ve izledim.. acayip de zevk aldım.

Ancak biraz dikkatle dinlediğimde, aynı hikayeleri, aynı espirileri, aynı örnekleri kelimesi kelimesine tekrarladığını fark ettim. Garajdaki parçacık hızlandırıcısı, Einstein'ın şoförü gibi hikayeler bırakın kelimeleri, vurgularıyla bile birbirlerinin aynısıydı.

Yine dikkatimi çeken, hatta Michio Kaku günümüzün Einstein'ı düşüncemde frene basmama yol açan ikinci bir konu, bu arkadaşın biraz faul biçimde kendisini string theory ile ilişkilendirmesiydi.

"String theory is my theory!" yani String Theory, artık Türkçeye İp Teorisi mi, Tel Teorisi mi diye çevirirsiniz, bilmiyorum, benim teorim diyordu. Sonra da bu teoriyi kanıtlamak ve Higgs Bozonunu bulmak için İsviçre'de, CERN'de çalışmaya başlayacağız falan dedi.

Bu String Theory, gerçekten evreni her şeyiyle açıklamaya cüret eden, çağımızın en önemli teorisi. Biraz ilgim olduğu için biliyorum, ve bildiğim için de String Teorisi benim teorim lafını Michio Kaku'nun çalışma alanını belirtmesi şeklinde anladım.

Ancak bu laf sanki Einstein'ın İzafiyet Teorisi gibi, Michio Kaku'nun da String Teorisi gibi de gelmeye başladı kulağıma. Biraz rahatsız oldum çünkü String Teorisi Kaku tarafından ortaya atılmış bir teori değil. Tamam, bu arkadaş boson bilmemnesinin hesaplamasına bir denklem eklemiş ama öyle teoriyi sahiplenecek kadar bir katkısı yok.

Teknik detaylarla baş ağrıtmayayım. Michio Kaku, bu teoriye yüzlerce başka bilim adamıyla birlikte katkıda bulunmuş bir bilim adamı, ancak herhangi bir şekilde teoriyi ortaya çıkaran ya da sahiplenebilecek birisi deği. Zaten teorinin kendisi de henüz tam anlamıyla kanıtlanmadı.

Ancak Kaku medyatik bir şahsiyet. Kendini süper pazarlıyor. O yüzden içinde fiziğin, bilmin geçtiği her programda var işte.

Aslında bir bakıma Stephen Hawking de bu kategoride sayılır.

Düşünün, motor nöron hastalığının sonucu tekerlekli sandalyeye mahkum olmayıp, normal bir hayat yaşasaydı kaçımız ilgilenirdik onunla?

Ama bilme bağlılığı ve özel durumu onu medyatik yaptı, öne çıkardı.

Şimdi size başka bir adamdan bahsedeyim. Kahramanımızın ismi Isaac Newton. Dünyada herkes maddelerin hareketsiz kalmaya meyilli olduğunu düşünürken bu maddelerin birbirini çektiğini anlamış. Sonra Ay niye dünyaya düşmüyor diye düşünmüş. Cevabını bulmuş ama zamanın matematik bilmi ile bunu kanıtlayamadığı için gitmiş günümüzde başlı başına bir bilim sayılabilecek Calculus'ü yazmış. Ay"ı ve gezegenleri daha iyi gözlemek için bir de teleskop icad etmiş. Bugün uçaklar, roketler hala Newton ilkeleriyle uçuyor, Newton teleskobu hala popüler biçimde kullanılıyor ve Calculus fiili olarak lise ve üniversitelerde okutuluyor.

Hawking'e dönersek fiziğe bildiğim kadarıyla getirdiği tek yenilik kara deliklerin yavaş da olsa madde kaybettikleri yani çok zayıf da olsa bir ışıma yaptıkları. Ama baştan aşağı teori ve ne size ne bana beş kuruşluk faydası yok bu - eğer varsa - kara deliklerin yaptığı minik ışımanın.

Tosun diyor ki quantum teorisine göre maddenin belirli bir yeri ve hızı yoktur. O yüzden bir kara deliğin olay ufkunda ortada hiç bir madde yokken toplamı bir hiç olan bir madde ve bir anti-madde parçacığı oluşabilir. Anti-madde kara deliğe düşerken madde olay ufkunun dışında kalır ve kara delik madde kaybetmiş olur.

Hepsi bu. Ne bir kanıt, ne bir gözlem. Sadece teori.

Tabi ki bir matematik dehası olan Hawking hangi boyda kara deliklerin kaç elektron-volt'luk enerji kaybettiklerini falan hepsini hesaplamış. Ama işin özü yukardaki paragraf işte.

Şimdi Isaac Newton da, Stephen Hawking de Cambridge Üniversitesinde lukazyan profesör ünvanına sahip bilim adamları. Hawking medyatik biri. Newton ise param yok diye keşfettiği Calculus'ü bile kitap olarak yayımlamamış bir garip adam. Michael Faraday bu mucizeyi farketmiş ve parası neyse ben veriyorum, bastır bunu demiş, Principia Mathematica'yı öyle yayınlamış. Michio Kaku İse çıktığı HER programda babasının garajını dakikalarca anlatıyor.

Bahsettiğim fark burada işte.

Bu konuyu kapatmadan bir yanlış anlamayı da gidermek isterim. Michio Kaku da, Stephen Hawking de sizin, benim gibi fanilere göre kat be kat zeki ve akıllı insanlardır. Bütün hayatımı bile versem bırakın bulmayı, Michio Kaku'nun küçümsediğim denklemini anlayabileceğimden bile emin değilim. Hele bu iki insanı Trump gibi birisiyle aynı kefeye koymak doğrudan adaletsizlik. Ancak konumuz bu insanların kendilerini konumladıkları ile aslen bulundukları yerler arasındaki fark olduğundan bu şekilde yazmak durumunda kaldım.

İşte, herşeyin olduğu gibi kendini pazarlamanın da azı yarar, fazlası zarar. Pazarlanacak marşandiz varsa pazarlama iyi ancak abartıp olmayan marşandizi pazarlayınca ayıp oluyor böyle.

Sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...