15 Aralık 2013 Pazar

ABBA

Waterloo'yla ilk ne zaman dinledim bilmiyorum. Geçmiş zaman. Bir de Alzhaymırz eklenince hatırlamak iyice zorlaşıyor.

Waterloo'nun melodisi kafamda kazılı olmasına rağmen, o zamanki yaşıma göre uzun sayılabilecek bir süre kimin söylediğini bilmeden dinledim.

İşte bu yüzden ABBA ile ilk tanışıklığımı Waterloo yerine SOS ile başlatırım kayıtlarımda. Çünkü SOS'i kim çalıyor, kim söylüyor, çok iyi biliyordum.

On yaşımın saflığıyla aklıma kazınmış, o zamana kadar gördüğüm en güzel yüz ve iki ön dişimin arasındaki o mistik aralık.

Mutlaka böyle bir kadınla evleneceğim demiştim kendi kendime. Ne mutlu ki çok daha güzel bir kadınla evliyim şu anda (Neyse, bu son manevrayla iyi kurtardık, çünkü konuştukça batıyordum).

Eminim ki, benimle birlikte Türkiye'de büyüyen artı-eksi beş yaş, tüm akranlarım ABBA'yı aşağıdakine benzer duygularla hatırlıyordur.

İki Viking güzeli ve diğer iki abbas...

Bu kuartet, Amerika'nın tekelindeki müziği, biz de varız deyip değiştirmiş, aradan geçen yıllara rağmen hala zevkle dinlenilen, ikonik bir gurup olarak kendilerini bize sevdirmişlerdi.

Waterloo, SOS, Ring Ring, Bang a Boomerang, Money, Money, Money, Summer Night City, Gimme, Gimme, Gimme, Eagle, Dancing Queen, So Long, Does Your Mother Know, The Winner Takes It All, Fernando, The Day Before You Came....

Daha sayayım mı? Hatırlamayanız yoktur bu şarkıları. İsimlerini unutmuş bile olsanız, ilk birkaç notasını duyunca "Bilmez miyim yaw? Tabii ki biliyorum bunu..." diyeceksinizdir.

Yine ben çocukken, ABBA ile bağlantılı, sonu gelmeyen bir tartışma vardı aramızda.

ABBA kızlarının hangisi daha güzel? Esmeri mi Sarışını mı? şeklinde (Bu arada esmer aslında tam esmer değil, kızıl saçlı, tarihsel doğruluk prensipleri açısından bir kere olsun yazalım, ve geyiğimize devam edelim).

Sonradan büyük bir mutlulukla öğrendim ki bu tartışma sadece biz Türk abbaslarına mahsus değilmiş. ABBA'nın sevildiği her ülkede benzer bir tartışma süregelmiş.

Hatta ABBA'nın kendi içinde bile.

Geçenlerde bir belgeselde, ABBA'nın esmeri dobra dobra ifşa etti.

"Evet, aramızda bir rekabet vardı."

Bu rekabetin sonucu yada kazananın kim olduğu tamamen akademik. Her iki hatun da güzel mi güzel. Artık aşmışlar olağan "Güzel mi?" kriterlerini. "Hangisi daha güzel?" sorusunun cevabı sadece cevaplayanın tercihlerini gösteriyor, yoksa birinin daha güzel olduğunu değil.

Hattızaatında, bendeniz bile hayatımın değişik dönemlerinde esmerin yada sarışının daha güzel olduğunu düşünmüşümdür. Ancak final ve ağırlıklı favorim, hem sesiyle, hem de yüzüyle sarışından yanadır.

Ne zaman tereddütte kalsam, aklıma çocukken izlediğim o klipdeki sahne gelir.

"I really tried to make it out, I wish I understood...."

Eriyip gider rekabet kafamın içinde ve o sarı saçlar, bir de iki ön dişinin aralığı kalır aklımda. Sonra hemen kesinleşmiş oyumu kullanırım.

"Sarışın!"

Bunu da her delikanlı, karısından korkmayan erkek gibi açıkça söylerim!

Yiyiyorsa siz de söyleyin fikrimizi.

Ayrıca karımın bu yazıyı okuyacak kadar Türkçe bilmemesinin, bu kadar rahat atıp tutmamla da en ufak bir bağlantısı yok, bu da böyle biline

(Bu arada olur da aranızdan biri Jelena'yla birlikte okuyorsa bu yazdıklarımı, pek öyle çevirmenize de gerek yok diyelim)

Şöyle bir geri dönüp yazıyı okuyunca farkettim. Resmen ayılık etmişim.

"Sarışın mı, esmer mi?"

Sanki birer isimleri yok bu iki hatunun...

Özür dileyerek size tanıtalım.

Sarışının...

Yine başladık. İslah olmayacağım. Özürlerimle.

Sarı saçlı bayanın adı Agnetha Fältskog. Türkçemizde "Anyeta" şeklinde okunuyor. Esmer bayanın uzun adı ise Anni-Frid Lyngstad. Bu arkadaşın "Prenses" falan gibi bir iki ünvanı daha var ancak onlara daha sonra geleceğiz. Şimdilik ona herkesin kullandığı kısa adıyla Frida diyelim. Gurubun diğer iki erkek üyesinin adları da şöyle. Gitar çalan, sarı uzun saçlı arkadaşın ismi Björn Ulvæu, yada Türkçe söylemiyle "Biyorn", piyano çalan hafif biraz daha esmerce ve sakallı olanının ismi ise Benny Andersson, yani "Beni".

Zaten bilmeyeniniz varsa, ABBA, bu sanatçılarımın isimlerinin baş harflerinden oluşmuş bir sözcük (Agnetha + Benny + Björn + Anni-Frid).

ABBA İsveçli bir gurup. Benny ve Björn ise neredeyse ABBA şarkılarının tümnü yazan gerçek birer müzisyen. İsveç'den çıktımı tam çıkıyor böyleleri. Alın Roxette"in Per Gessle'sini, yada daha da iyisi Yngwie (doğru haliyle Yngve) Malmsteen'i (İngvi Molmstin okunur). Bu adamların suyunu sıkın, müzik damlar.

Kızlara dönersek, tamam, güzeller, müzeller ama bir sesleri var ki, önlerinde şapkanızı çıkarın ve bir daha da giymeyin.

Yiyiyorsa Dancing Queen'i bir karaoke ile söylemeyi deneyin bakalım. "And when you get the chance..." 'den alın, "You can dance, you can jive..." 'a getirin, sonra da "See that girl, watch that scene, diggin' the dancing queen..." 'de bırakın.

Ayrı ayrı bir Alto, bir Soprano, iyisinden de iki oktav ses ister walla!

Gurup üyelerinin başka bir enteresanlığı da ABBA'nın tepeleri vurduğu zamanlarında erkeklerin kızlarla evli olmaları. Evet, uzunca bir süre Agnetha, Björn ile, Frida da Benny ile evliydiler. Sonradan her iki çift de boşandılar.

Gerçekten ilginç geçmişleri var gurup üyelerinin.

Agnetha 1950 yılında İsveç'de, Jönköping, Småland'da doğmuş. İlk şarkısını altı yaşında yazmış, sekiz yaşında piyano çalmayı öğrenmiş, on beş yaşında da okulu bırakıp hayata atılmış.

1970 yılına kadar değişik müzik işleriyle uğraşmış, sonrasında Björn ile beraberlikleri başlamış, sonrasında evlenmişler. Bu evlilikten iki çocukları var. 1980'de boşanmışlar, ancak ABBA bu ve diğer çiftin boşanmasıyla dağılmamış, biraz daha beraber müzik yapmaya devam etmişler.

ABBA sonrası solo çalışmaları devam etmiş Agnetha'nın. Bu arada bir doktorla, bir iki sene süren bir evlilik denemiş. Sonrasında bir Hollandalı ile beraberlikleri olmuş. Adama "Sen git artık..." deyince bu kez adam bunu tacize başlamış ve mahkeme kararı ile İsveçten atmışlar. Kararın süresi dolunca rivayete göre bu hollandalı arkadaş Agnetha'nın evinin etrafında görülmeye devam etmiş.

Karekter olarak fazlasıyla utangaç ve içine kapalı biriymiş Agnetha, o yüzden pek ortalıkta görünmemiş. Agnetha hala müzikle uğraşıyor ve yaşına rağmen güzelliği ve çekiciliği yerli yerinde duruyor.

Frida'nın hikayesi ise bence en renklisi.

Frida, ABBA'nın İsveç kökenli olmayan tek üyesi. 1945'de Norveç'de, Bjørkåsen, Ballangen'de doğmuş. Frida için İsveç kökenli sayılmaz dememin sebebi Norveç'li olması değil. Norveçlilerle İsveçlilerin arasındaki fark akademik, yani Ankara ve İstanbulluların arasındaki farktan daha az belirgin bence.

Frida'yı biraz daha farklı yapan babasının Alman olması. İkinci dünya savaşı esnasında Norveç'i işgal eden Alman ordusunda askermiş baba. Frida bu ilişkiden doğmuş. Alman ordusu çekilince baba da Almanya'ya dönmüş.

Savaşın sonunda ise işgalci Almanlarla ilişkiye giren Norveçli kadınlar pek de makbul sayılmamaya başlanmışlar. Bu konuda aslında çok ilginç hikayeler dinledim arkadaşlar. İskandinavya'da, Hollanda'da, Belçika'da birçok kadın Almanlarla işbirliği yaptılar diye kafaları kazınmış, sürülmüş, dövülmüş, hatta vurulmuş. Bazı durumlarda çocukları ellerinden alınmış. Tatsız konular yani.

Neyse, işte bu yüzden Frida'nın anne annesi onu alıp İsveçe göçmüş.

Frida uzun bir süre babasının geri çekilme esnasında Almanya yolunda gemisinin batıp öldüğüne inanmış.

Yıllar sonra ünlenmesiyle birlikte hayat hikayesini Almanya'da yayınlanam bir dergiye anlatırken babasının adını da söylemiş. Bu dergiyi okuyan Alman babanın diğer evliliğinden olan oğlu, dergiyi kapıp babasının yanına gitmiş ve ona savaş sırasında Norveç'de, Frida'nın köyünde olup olmadığını sormuş. Öldü sanılan baba da "He, o benim!" deyince iş ortaya çıkmış, baba-kız 1977 yılında ilk defa Stokholm'de bir araya gelmişler.

Hayat işte...

Frida, şarkı söylemeye onüç yaşında başlamış, 1967 yılında da İsveç'de bir yetenek yarışmasında birinci olmuş.

Onyedi yaşında da ilk evliliğini yapmış. Bu evlilik yedi sene sürmüş ve iki de cocuğu olmuş. Çocuklardan daha genç olanını 1998 yılında bir araba kazası sonunda kaybetmiş.

Müzik hayatı sürerken Benny ile nişanlanmış, sonrasında ABBA günleri ile birlikte evlilik gelmiş. Benny ile Frida, Agnetha ve Björn'den hemen sonra boşanmışlar.

Frida, ABBA dağıldıktan sonra solo çalışmalarını sürdürmüş, bu arada da İsveç'den ingiltereye taşınmış. 1986'da ise erkek arkadaşı Prens Heinrich Ruzzo Reuss'un yanında, İsviçre'nin Fribourg kentindeki aile şatosunda yaşamaya başlamış.

Hattızatında, bu şato, Jelena ile benim "aile şatomuza" yarım saatten az bir uzaklıkta olup bizi Frida'nın teorik olarak eski komşusu yapar, kayıtlara düşelim.

Frida, 1992 yılında bu prensle evlenmiş ve prenses ünvanını almış. Kocası ise sonrasında, 1999 yılında kanserden ölmüş.

Frida, şu anda İsviçre'nin Zermatt kazasında yaşamaktadır. Zermatt da bize iki saat mesafede olup, bizi yine Frida'nın uzaktan komşusu yapar.

Kader bizi defalarca boşu boşuna bu kadar yakınlaştırmadı tabii. Bir gün kapısını çalıp "Merhaba komşu!" diyeceğim

Björn abiye gelirsek, 1945 yılında İsveç'de, Gothenburg kentinde doğmuş. İşletme ve hukuk eğitimi almış. 1966 yılında Benny ile tanışıp şarkı yazmaya başlamışlar. Björn'un bundan sonraki tüm hayatı müzik olmuş. Agnetha ile tanışmalarını, ABBA günlerini ve boşanmalarını biliyorsunuz zaten.

ABBA sonrası ise Björn bir süre Benny ile çalışmaya devam etmiş. Bir ara bilgisayar işine bulaşsa da müzik ve sanat hiç durmamış anlayacağınız.

Björn, Agnetha'dan sonra yeniden evlenmiş ve bu evlilikten de iki çocuğu daha olmuş. Karısı ile şu an Stokholm'de yaşamakta.

Son olarak Benny ile biyografileri tamamlayalım.

Benny'nin babası da, dedesi de çok iyi akordiyon çalarmış. Benny de kendi akordiyonuna altı yaşında kavuşmuş, piyanosuna ise on yaşında. On altı yaşımda ise kız arkadaşını hamile bırakmış. Altı senelik birlikteliklerinden iki çocukları olmuş. Sonrasında Frida ile dokuz yıl beraber olmuşlar ancak evlendikten iki yıl sonra boşanmışlar. Benny, aynı yıl şu anki karısı ile evlenmiş, bir çocuğu daha olmuş.

Bu süre içinde müzik hiç durmamış. Film müzikleri, müzikaller ve kendi gurubunu oluşturması dahil bu tutkusu devam etmiş.

Bu fazlasıyla ilginç yaşam öykülerine sahip kuartetin birleştikleri nokta da doğal olarak ABBA olmuş.

Beraberlikleri ve evlilikleri sırasında dünyanın hep birlikte mırıldandıkları ikonik şarkılar yapmışlar. Kendi adlarıyla bir moda yaratıp, yediden yetmişe herkesi peşlerinden koşturmuşlar.

İlişkilerinin kötüye gitmesi ve sonunda boşanmalarının sürecinde, yine müzikal olarak önemli ABBA şarkılarını vücuda getirmiş olsalar da, ben her nedense bu iç karartan dönemlerini pek zevk alarak dinlemem.

Kafayı yiyip "Chiquitita tell me what's wrong..." dedikleri, yada "I crossed the street, I had a dream..." türü anlam seviyesi fazlasıyla yüksek, iç bayan şarkıları, o güzelim "Bang A Boomerang" yada "Ring Ring" gibi neşe dolu, müzik dolu şarkılarıyla karşılaştırın bir.

Müzik olarak mükemmel bir şarkı da olsa ben şahsen "The Winner Takes It All" dan da hiç haz etmem. Aynı şekilde ABBA kariyerlerine noktayı koyan "The Day Before You Came" de Marilyn French okuyan modern iş kadınının saat saat hayatını anlatması, sadece beni değil herkesi baymıştı. Ancak denk gelirse sesi kısıp bu şarkının video klipini seyredebilir, Agnetha'nın güzelliğini bir kez daha takdir edebilirsiniz.

ABBA, dağıldıktan sonra bir daha müzik yapmak üzere bir araya gelmedi. Gurup, bir reunion ve dünya turnesi için kendilerine önerilen bir milyar dolarlık teklifi de geri çevirdi.

Bir milyar dolar... Ayyy!

Gerekçelerini Björn bir röportajda açıklamış.

"Hayranlarımızın bizi eski halimizle hatırlamalarını istiyoruz."

Walla, ben şahsen iki yüz elli milyon dolar için yeni halimle de hatırlanmayı tercih edebilirdim

Materyalist dünya, ne yapacaksınız?

Müzik yapmak için olmasa da, bu kuartet 1986'dan sonra ilk kez 2004 yılında bir video için, ve ikinci kez aynı yılda, Mamma Mia! müzikalinin galasında bir araya geldi. Hep beraber balkondan bir resim verdiler.

İşte ABBA'nın hikayesi böyle arkadaşlar. İlgilenenleriniz için Stokholm'de bir ABBA müzesi var. Duyduğuma göre renkli bir müzeymiş.

Çocukluğumu dinleyerek geçirdiğim bu guruba veda edip yazımızı bitirelim.

Goodbye ABBA, and thanks for all the music.

2 yorum:

  1. Frida'nın hikayesini temelde aynı olmakla birlikte şöyle okumuştum. Kafayı üstün ırk yetiştirmeye takmış Himmler Alman ordusundan seçme subaylarla yine Aryan ırktan seçme kadınları çiftleştirip üstün ırk peşinde koşarken peydahlanmış bir çocukmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Frida'nın özeli öyle mi tam bilmiyorum ancak o aralar bu kafatasçı akımlar fazlasıyla popülermiş. Sonuçta baba Alman. Zamanın ruhu böyle olabilir.

      Sil

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...