17 Mart 2013 Pazar

Sicilya

Herkese selamlar. Sicilya gezimizin üçüncü tam günü ardımdan bir ufak güncelleme yapayım dedim ve aldım sazımı elime...

Sicilya bildiğiniz üzere İtalyanın en güneyinde bulunan üçgen biçimli büyükçe bir ada. Coğrafik olarak Avrupa'da bulunsa da, jeolojik olarak Afrika platosundan bir parçası. Afrika'nın Avrasya platosuna çarptığı bir noktada, ve bu yüzden de etrafı aktif volkanlara dolu. Bunların tabii ki en önemlisi ise Avrupa'nın en, dünyanın da ikinci büyük aktif volkanı Etna.

İtalyanın hemen her bölgesi gibi Sicilya da başlı başına bir açık hava müzesi. Birileri Yunanlılardan, Romalılardan, Normanlardan, Araplardan, İtalyanlardan, Hitlerden, Mussolini'den, General Patton'dan, Mareşal Montgomeri'den ve en sonda belirtsemde kesinlikle en az önemlisi olmayan Mafyadan bütün tarihi çalmış ve bu Akdeniz adasına hediye etmiş.

Sicilya, kesinlikle sadece tarih demek değil. Hatta tarihi önemi doğal güzellikleri yanında neredeyse ikinci planda kalabilir, şöyle bir "die hard" doğa sever için.

Güneyde bir ada olmasına rağmen yemyeşil. Heryer portakal, mandalina, limon ağaçları dolu. İtalyanın tüm ürettiği balın yarısına yakını Sicilya'dan gelmekte. Bir de üzüm ve dolayısıyla şarap üretimi var kı sormayın.

Özellikle Etnanın çevresi volkanik faaliyetin yüzeye çıkardığı mineraller yüzünden o kadar verimli ki ne eksen büyüyor. İşte bu yüzden de birçok Sicilyalı en fazla gelir getiren şarap işinde yüzyıllardır.

Haa, bir de Antep Fıstıklarını yere göğe koyamıyorlar. Onlara göre dünyanın en iyisi.

Gerçek Antep Fıstığının ne olduğunu bilen bir Türk olarak bana sorarsanız yok abi, belki Avrupa'nın gerisinin yediği tatsız tuzsuz fıstıklara göre biraz daha iyi olsada bizimkilerin yanında solda sıfır kalır.

İşte Sicilya bir kelimeyle cennet, iki kelimeyle neredeyse cennet bir ada sizin anlayacağınız.

Ancak zamandaşlarım gibi tüm çocukluğunu gangster filimleri, dizileri, vs. seyrederek geçirmiş biri olarak ne yalan söyleyeyim, Sicilya benim için herseyden önce Mafya demek.

The Godfather'dan Şanslı Luçiyanoya, Al Paçinodan Robet de Niroya tüm Mafyanın kökeni Sicilya. Hatta Mafyanın yada orijinal adıyla Cosa Nostra'nın ("o bizim şey" gibi çevirebiliriz Türkçeye) ilk zamanlarımda Sicilyalı olmayan hiçkimse Mafyaya dahil olamıyordu ve sadece kiralık katillik, adam dövme falan gibi ayak işleri yapmakla yetiniyordu.

Mafyanın etkinliği geçmiş yüzyılın Amerikasından başlayıp yakın zamana kadar sürdü. Hatırlarsınız, en son bir savcının Palermo'da suikastine kadar Mafya günümüzde bile sahnedeydi. Sonrasında polis ve adalet kurumlarının yoğun çabalarıyla ortadan kaldırıldı - (mı acaba?).

İşte bu yüzden Sicilya'ya ayak bile basmadan önce Mafyavari bir açıdan görülmesi gerekli yerlerin ve şeylerin bir listesini hazırlamıştım zaten.

Bunlardan ilki bir Mafya şapkası satın almaktı. Bunu da ilk gün Sicilyadaki merkezi üssümüz olan Katanya kentinde başarıyla gerçekleştirdik. Ancak gerçek Cosa Nostra'ya yaklaşmak için adanın batısına, yani Mafyanın doğduğu bölgeye gideceğimiz üçüncü günü beklemek gerekti.

Cosa Nostra Şapka!
Ve bu sabah saat yedide Palermo'ya giden bir otobüse attık kendimizi. Orijinal plan, bir şehir gezmesi olarak çok da fazla yüksek beklentilerimizin olmadığı Palermo'da yarım gün geçirip geri kalan zamanda Corleone başta olmak üzere ünlü gangsterlerin doğduğu kasabaları görmekti.

Ancak bu plan Palermo'da yarım saat geçirdikten sonra çöp tenekesinde layık olduğu yeri buldu çünkü Palermo öyle yarım günde falan görülebilecek vasat bir şehir değil. Hatta bence İtalyada en çok etkilendiğim Floransa'dan bile daha güzel, daha tarih yoğun bir yer. Bırakın yarım günü, bir hafta zor yeter ağız tadıyla gezmeye.

İşte bu yüzden günün büyük bölümünü hop hop otobüslerde geçirdik. Arkadaşlar, kelimeler yetersiz kalır gördüklerimi anlatmaya. Katedraller, kiliseler, neredeyse camiler, tiyatrolar, Fenikeliler, Araplar, İngilizler, her tarafından tarih fışkırıyor. İtalyada bir şehir göreceğim, hangisine gideyim derseniz ilk sıralamaya rahatlıkla girer Palermo bana sorarsanız, hatta Roma'dan, Milano'dan ve Venedik'ten bile önce.

Bu güzellik nedeni ile benim Cosa Nostra turum biraz ikinci planda kaldı tabii, ancak yine de Palermo'da üçbeş önemli Mafyavari yeri görme fırsatımız oldu.

Bunlardan ilki Hotel Des Palmes, yani Palmiyeler Oteli.

Kaç yüzyıl önce inşa edildiyse aynen öyle kalmış. Rivayete göre bu oteldeki barda asılı saatin akrep ve yelkovanı yakın zamana kadar yokmuş çünkü buraya gelen insanların zaman endişesi bulunamazmış. Devletlerin, politikacıların ve diğer birçok önemli insanların kaderleri bu barda çizilmiş. Biz bara gittiğimizde saatin kolları yerli yerinde idi, ben efsanenin yalancısıyım :)

Hotel Des Palmes Barı

İşte Mafyanın en büyük zirvelerinden biri bu otelde, Joey Bananas lakaplı meşhur mu meşhur bir gangsterin çabasıyla toplanmış geçen yüzyılın ortasında. Bu toplantıya hem Amerikalı, hem de Sicilyalı gangsterler iştirak etmiş. Bir İnter-kontinantel yani kıtalararası Mafya toplantısı sizin anlayacağınız :)

Yine benle yaşıt olanlarınızın bir televizyon dizisinden hatırlayacağı Lucky Luciano yani Şanslı Luçiyano, Amerika'dan atıldığında bir süre bu otelde kalmış. Yıl 1946 yanlış hatırlamıyorsam.

İşte böyle bir otelin böyle bir barındaki tek müşteri olduk eşim Jelena ve ben, bugün. Kendi kendimize yarım saat vakit geçirdik. Garsonlar üç defa hemen geliyoruz siparişinizi almaya dedilersede hiçbiri gelmedi. Biz de otelden çıkıp hemen yakındaki bir Cafe'ye oturduk ve susuzluğumuzu giderdik. Yine de Şanslı Luçiyano ile aynı bara gitmişliğimiz oldu. Kim bilir belki aynı masaya oturmuşluğumuz da.

Palermodaki başka bir Mafyavari ziyaret de Garibaldi Bahçelerinde oldu. Yüzlerce yıllık incir ağaçlarının bulunduğu bir bahçe.

1906 yılında, Mafyanın kökenlerini sorgulamaya gelen New York'lu dedektif Joseph Petrosino burada kurşunlanarak öldürülmüş. Rivayete göre zamanın en büyük Mafya babası Don Vito Cascio bu olay esnasında akşam yemeyini yarıda kesip olay yerine gidip dedektifin başına son kurşunu kendi sıkmış.

Garibaldi Bahçeleri
Don Vito Cascio'nun hangi lokalde yemek yediğini bulamadım ancak çevrede sadece iki restoran var. İşte biz de bugünkü akşam yemeğimizi bunlardan birinde yedik. İstermisiniz aynı restoran olsun?

Sicilya gezimizin diğer bir önemli hedefi de Etna volkanını görmekti. Etme bildiğiniz üzere Avrupa'nın en büyük aktif volkanı. Havaideki Volkan'dan sonra da dünyanın ikinci büyüğü.

Bir volkanolog (yada volkanolojist - doğru terimi Türkçe'de bilmiyorum - siz nasıl diyor Türkçe'de durumları) :) değilim ancak üçbeş okudum, oradan biliyorum, Etna devamlı aktif, yani devamlı lav, duman falan fışkırtıyor.

İşte ben kulunuz da belki tepeye çıkar, üçbeş lav, duman fotoğrafı çekerim diye hayal kuruyorum. Üstüne bir de Etna geçen hafta ciddi bir faliyet gösterdi ya, ağızım kulaklarımda.

Ne var ki dağın yanına gittiğimde olayı anlamaya başladım. Benim kafamda bir dağ, bir zirve, bir büyük krater gibi bir resim varken işin adlı Etna dağı aslında kırk kilometre çapında doğalgaz boru hattı gibi bir volkan şebekesi.

Devasa bir dağ!

Etna
Bin yıllardır bir oradan, bir buradan patlamış. Aşağıda kısakollu tişörtlere gezerken tepede yarım metre kar var. Üçbinüçyüz metre yükseklikleri zirveyi bırakın, ikibin metrenin üzerine çıkamıyoruz kar ve rüzgardan. Bu seviyelerdeki ikibin yıllık eski bir krateri gezerken bile ellerim buz kesti neredeyse.

Ama bayağı da öğrendik Etnanın huyunu suyunu.

Etna bir kere sevimli bir volkan. Öyle Vezüv yada Dante's Peak gibi saklanıp saklanıp güm diye patlayarak etrafındakileri sinsice öldürmüyor.

Aksine devamlı olsa da sakn sakin lav kusuyor. Lavların hızı çoğunlukla çok düşük. Saatte üç metre, yani kaplumbağa bile daha hızlı.

Ancak bu meret bir başladığında bir daha durmuyor.

İkibin metrede bir refüj yani sığınma noktası var. Burada da bir iki depo ile bir de küçük Kahveci kılıklı bir dükkan.

İşte 2001 yılında Etna güçlendiğinde lavlar bu noktaya doğru akmaya başlamış. Ama yavaş yavaş...

Etraftaki üç beş depo tamamen termine. Yanmış gitmiş. Kala kala bir bu dükkan kalmış ve lavlar da hala dükkana doğru yollarına devam ediyor. İtfayiye, dükkancı falan hep beraber lavların üzerine su sıkıyor, önüne çukur kazıp, hendek kazıp onların yolunu değiştirmeye çalışıyor ama nafile. Lavlar direkt dükkanın üzerine geliyor.

Gözünüzde canlandırın diye bir daha söyleyeyim. Lav, kankırmızı, akışkan olsada çok koyu ve yapışkan erimiş kaya ve maden. Bu bulamaç da saatte üç metre gibi bir hızla milim milim dükkana yaklaşıyor...

Sonrasında ne oluyorsa oluyor ve lavlar dükkanın sol penceresine on santim kala duruyor. Bugün gittiğinizde binanın yarısı kaya şeklimde donmuş lavların içinde kalmış, içerden de pencerenin dışındaki lavları görüyorsunuz.

Çok az görülebilir böylesi...

Etna maceramız bir lav mağarası ve donmuş bir lav nehrini ziyaretle devam etti. Bir de mağaradayken prof madenciler gibi kasklar ve fenerlerle donandık ki askerden beri böyle gururla fotoğraf çektirmemiştim :)

Lav mağarasının girişi
Neyse diyelim... Gördüklerim beni çok etkiledi. Volkanlar ilginizi çekiyorsa beyeneceğimize eminim. Sicilya'ya giderseniz görmemezlik etmeyin.

Sicilya'nın başka bir sürprizi de Katanyanın kuzeyindeki Taurmina kenti oldu. Ne yalan söyleyeyim, ilk defa adımı Sicilya'ya gittiğimde duydum. Ancak görünce ağızım açık sokak sokak gezdim.

Deniz kıyısında olsa da denize birkaç yüz metre yüksekde, ormanlar içinde, tarih tarih bir kent. Her bina en az beş yüz yaşında. Bahçeler, kiliseler, dekorlar ve süsler birer harika. Kesinlikle bir turizm çeklist kenti. Mutlaka görülmeli.

Taormina
Ve son olarak da Sicilya serüvenimizin başladığı Katanya Kenti'nden sözedeyim size biraz.

Orijinal adı Catania. Türkçe Katanya yazımını ben uydurdum, asıl adı farklı olabilir, pek güvenmeyin benim yazdığıma.

Etna dağının eteklerinde bir şehir. Palermo'dan sonra Sicilya'nın en büyük ikinci şehiri. Palermo kadar olmasa da yine de tarihi yazılarıyla, katedralleriyle ilginç bir yer. Ben çok atılıp bayılmadım, bence görülmese de olur ancak Easyjet Sicilyada bu şehire uçtuğu için

İster istemez görüyorsunuz :)

İşte size biraz Sicilya balı. Görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...