30 Mart 2013 Cumartesi

Petronun Memleketi II

Rusya gezimizin ilk bölümünü bu akşam Saint Petersburg'da tamamladık. Kırk sekiz saat bu güzel şehir için çok çok az geldi hem Jelena'ya, hem de bana, o yüzden ayrılışımız bir veda değil, daha ziyade bir "Hasta La Vista", yani yeniden görüşmek üzere olacak sanki.

Saint Petersburg genç bir şehir. Rus çarı Büyük Petro yada bizdeki yaygın ismi ile Deli Petro, Rusyayı batıya yakınlaştıracak bir liman şehri istediği için, her santimetre karesi planlanarak kurulmuş ısmarlama bir şehir. Öyle hassas planlanılınca tabi, ortaya dünyanın en güzel şehirlerinden biri çıkmış.

Biz her ne kadar Deli desek de Petro kendi ülkesine çok faydası dokunmuş bir Çar. Ülkesini kalkındıracak yolun batı tarzı düşünce ve eğitim olduğunu görmüş ve Saint Petersburg'u batı ile Rusya arasında bir köprü olarak hayata geçirmiş. İşte bu yüzden şehir batı mimarisi ile inşa edilmiş, Petro'nun önemli destekleri ile birçok müze, kütüphane ve konser salonu, opera yada bale benzeri kültürel merkezler yapılmış.

Hermitage
Bu müzelerin en önemlisi Hermitage (Ermitaj) isimli Rusya'nın ve dünyanın en büyük müzelerinden biri. Petro'nun ayak izlerini takip eden Katerina'nın başlattığı, sonradan bu günkü haline gelmiş, maddi değeri ölçülemeyen bir sanat koleksiyonu. İlgileniyorsanız zaten biliyorsunuzdur ama benim gibi ressamları sadece isimlerinden tanıyanlardaysanız, bu müzede Rubens, Rembrandt, Michelangelo, Goya, Van Gogh, Gauguin, Renoir, Monet gibi sanatçıların eserlerini bulabileceğinizi söylemiş olalım. Birçok kişi bu müzeyi tamamen gezmenin en az on gün alacağını tahmin etmekte, bilginiz olsun.

Hermitage müzesi Çar ailesinin kışlık sarayında ek bir binada kariyerine başlamış, bugün bu sarayın tümünü ve etrafındaki üç beş başka binayı da asimile ederek genişlemiştir.

Aynı saray binasının Bolşevik devrimi sırasında da hatrı sayılır bir tarihi önemi vardır. 7 Kasım 1917 de Lenin önderliğinde bolşevikler bu binayı basarak ünlü Ekim Devrimimi başlatmışlardır.

Saint Petersburg uzun süre Çarlık Rusyasının başkenti olmuş. Bu yüzden de Rus Tarihinin bildik birçok önemli ismi bu şehirde yaşamış. Petro ve Katerinadan zaten bahsetmiştik, Puşkin, Yusupov, Potemkin ve Kutuzov ise diğer ünlü isimlerin sadece birkaçı.

Yine bir imparatorluk başkenti olması sonucu Saint Petersburg'la ilgili bir dolu saray hikayesi var. Bu hikayelerin çoğunluğu ise soyluların cinsel tercihleriyle ilgili. Bu soylular adam/kadın farketmeksizin ya fazlasıyla karşı cinslerden yada kendi cinslerinden hoşlanıyorlarmış tabii eğer bu hikayeler doğruysa.

Mesela Katerina bayağı meşgulmüş diğer erkeklerle. Onyedi tane aşığı olduğu söyleniyor. Baltacı bu sayıya dahil mi bilmiyorum.

Ancak bu soylu cinsel hikayelerin en şehvetleri tabii ki Rasputin'e aittir.

Rasputin'in öldürüldüğü saray
Sanıldığının aksine bir papaz değildi Rasputin. Hiçbir zaman Ortadoks kilisesine bağlı olmamıştı. O daha ziyade bir keşiş, bir din bilgini sayılabilirdi. İnsanları iyileştiririci bir gücü olduğuna inanılırdı, o yüzden de bir prensi iyileştirme görevine getirilmişti. Bugün olsaydı yanlış tedavi yüzünden dava edilebilirdi. O kadar köfteydi yani tedavi teknikleri. Aynı zamanda Çar ailesinin danışmanıydı. Bir de İncili çok iyi bilir, herkesin anlayacağı basit bir dilde anlatabilirdi.

Ancak Rasputin amcamızın bir özel mahareti vardı ki tüm bu öncekileri bastırır, solda sıfır bırakırdı.

Evet, Rasputin amca, dağı, taşı, uçan kuşu affetmez, dişi bir sineği bile iki saniyede götürebilirdi. Bir rahibeye tecavüz ettiği söylenir. Çariçeyi bile götürmüştür sizin anlayacağınız.

Hal böyle olunca birçok düşman edinmişti Rasputin. İşte bir gün düşmanları ona bir tuzak kurdu ve onu sudan bir meseleyi konuşmak için Moika sarayına çağırdılar. Bir bardak şarap ikram ettiler. Bu şarabın içinde beş kişiyi öldürecek kadar siyanür vardı.

Rasputin bu şarabı içti. Dakikalar geçti, herşey normalinde gitmekteydi ve hala Rasputin'e hiç birşey olmamıştı. Bunun üzerine suikastçilerden biri koşup bir tabanca buldu ve Rasputinin kafasının arkasına bir kurşun sıktı. Rasputin bunun üzerine yere yığıldı ve suikastçiler de koşarak sarayın dışına kaçtılar.

Suikastçilerden biri telaşla kendini dışarı atarken ceketini almayı unutmuştu. Saraya geri döndü ve ceketini alırken Rasputin yattığı yerden kalkıp onun gırtlağına sarıldı. Neyse ki diğer suikastçilerden yardıma koştu ve Rasputinin bedenine üç kurşun daha sıkacak kurtardılar arkadaşlarını.

Rasputin yere yıkılmıştı ancak ölmemiş, yeniden ayağa kalkmaya çalışıyordu. Suikastçiler bu kez demir çubuklarla saldırdılar Rasputin'e. Uzun bir süre başına vurarak öldüresiye dövmeyi sürdürdüler.

Rivayete göre Rasputin hareketsiz kalınca suikastçilerden biri onun pipisini kesti. Bu nadir parçanın bugün hala bir koleksiyoncuda bulunduğu söylenir.

Neyse, sonrasında Rasputinin bedenini bir halıya sarıp buzlu nehire attılar. Üç beş gün sonra cansız beden bulunduğunda hemen otopsi yapıldı.

Ölüm nedeni boğulmaydı. Ne beş kişiyi öldürmeye yeter zehir, ne yediği üç kurşun, ne demir çubuklar, ne de bir organının kesilmesi öldürememişti demek onu. Aynı otopsi hem zehirlenmeyi, hem kurşunlanmayı hem de ağır dövülmeyi teyit ediyordu.

Hikaye böyle işte. Boney M'in de aynı isimli şarkısının sonundaki gibi "Oh, these Russians!" diyesi geliyor insanın.

Biz de hem Rasputinin evini, hem de öldürüldüğü Moika sarayını ziyaret edip andık bu hikayeyi.

Neyse, dönelim sözkonusu şehirimize.

Saint Petersburg, kurulduğundan beri üç kere isim değiştirmiş.

Hayatına Saint Petersurgun Almanca karşılığı olan Sankt Petersburg olarak başlamış.

Sonrasında bu Almanca isim Rusça karşılığına Petrograd olarak dönmüş ve Aziz anlamına gelen Saint kısmı bırakılmış. Böylece İsa'nın bir havarisi ve Hristiyan inanışına göre bir Aziz'e adanmış ismi daha ziyade kurucusu Rus Çarını çağrıştırmaya başlamış.

Bolşevikler yönetime geldiğinde ise beklenilen üzere eski Çarlığı çağrıştıran Petrograd bırakılmış, şehrin yeni ismi olmuş size Leningrad. Bu son değişiklik, şehirin Aziz Peter ile arasını ciddi olarak açmış tabii.

Bolşevikler gidince de tekrar en eski ismi olan Saint Petersburg'a dönmüş.

Neva Nehri
Saint Petersburg konum olarak Neva nehrinin üzerinde yer almakta. Neva nehri aslında bildiğimiz anlamda bir nehir değil, Ladoga gölünü Finlandiya körfezine bağlayan bir su yolu. Bu yüzden de baharda yükselme ve taşma, yazda da kuruma huyları yok. Bu da şehrin denizle olan bağlantısını kolaylaştırıyor.

Neva'nın tek problemi kışın donması ancak Kuzey Kutbunun bu kadar yakınında kışın donmayan birşey bulmak mümkün değil zaten.

İşte Neva nehiri ve kollarının üzerinde belki de dünyanın en cazibeli şehir manzaralarını buluyor insan. Her bina ayrı bir sanat eseri. Bir arkadaşın biz daha gitmeden söylediği gibi hepsi birer açık hava müzesi.

Saint Petersburg Kuzey Kutbuna yakınlığı sebebiyle çok uzun yada çok kısa günler fenomenini yaşamakta. En uzun gece olan 21 Aralık'ta neredeyse günün hiçbir saatinde güneşi görmek mümkün değil diyor bilenler. Sadece birkaç saatlik bir aydınlık, hepsi o.

21 Haziran civarlarında ise hiç gece olmuyormuş. Saat 23:00 da bile ışıksız ortamda gazete okunur diyor yine bilenler.

Biz tam 21 Aralık ve 21 Haziran'ın ortalarında bir tarihte gittiğimiz için günler ve geceler neredeyse eşit uzunluktaydı ancak herkesin tavsiyesi Saint Petersburg'u Haziran civarlarında, yani White Nights (Beyaz Geceler) döneminde görmek. Gitmeyi düşünenlere biz de bu tavsiyeyi iletmiş olalım.

Saint Petersburg kiliseleriyle de çok ünlü bir şehir.

Ruslar bildiğiniz üzere Ortadoks Hristiyanlardır. Ben bir uzman sayılmam ancak bana göre inançları Katoliklerden yada Protestanlardan çok farklı değil. Farkları bence ritüelleri, yani dini uygularkenki örf ve adetleri.

Katolik kiliseleri genelde hüzünlüdür. Resimler, heykeller freskler karanlık ve renksizdirler (Vatikan'daki Sistin Şapeli buna en büyük istisnadır). Ortadoks kiliseleri ise tam tersine rengarenktir, neşelidir, hareketlidir. Papazlar şarkı söylerler' yürürler, dönerler, neredeyse bir dansı andıran ritüellerini uygularlar.

Dökülen Kanın Üzerindeki Kurtarıcı Kilisesi
İşte Saint Petersburg böyle bir dolu kilisenn evsahibi. Eşimle gezdiğimiz "Dökülen Kanın Üzerindeki Kurtarıcı" kilisesi benim bu güne kadar gördüğüm tartışmasız en renkli, en canlı kilise. Sanki bir cocuğun suluboya resim defteri gibi. Binanın yapısı itibarıyla da o kıvrımlı kubbeleriyle Rusya deyince akla gelen yine rengarenk capcanlı bir mimari.

İnancınız ne olursa olsun görmeye değer.

Yine otelimizin yanında bulunan ve bu kez boyutları ile insanı etkileyen Aziz İsak katedralini içerisine girmeden görme şansımız oldu. İçine on bin kişiyi alabilecek kadar büyük bir kilise. Dış görünüşüyle bir Yunan tapınağını andırıyor. Devasa bir yapı.

Başka güzel bir kilise de Kazan Katedrali. Bir kiliseden çok bir Roman agorasını andırıyor dışardan. Şimdiye kadar benzeri bir kilise görmedim. İçi de çok güzel dekore edilmiş ancak aydınlık olarak sanki Katolik kiliseleri ayarında bence, yani biraz fazla karanlık.

Saint Petersburg'un söylenmezse olmaz başka bir yeri de Nevski Caddesi yada tam adıyla Nevsky Prospect. Bu cadde Saint Petersburg'un Champs Elyesses'si, Fıfth Avenue'su yada Bağdat Caddesi. Alış veriş, yemek, eğlence, herşey burada. Çok uzun, çok geniş ve de çok renkli bir bölgesi şehirin. Saint Petersburg'un dağlarında çobanlık yapan bir akrabanızı ziyaret etmeye gelmediyseniz nasılsa er yada geç Nevski'de bulacaksınızdır kendinizi. Tadını çıkarın.

İşte bu şehirdeki kırk sekiz saatimizi sevgili Metin ve eşi ile birlikte bir yemekle sonlandırdık. Bu kırk sekiz saat bana sorarsanız şehirin potansiyeline bir numara küçük geldi. En azından bir opera salonlarını gezmek, Hermitage'da biraz vakit geçirebilmek isterdim. Ne yapalım next time.

Kaldığımız sürede hiçbir güvenlik sorunu yaşamadık, Paris daha tehlikeli bana sorarsanız. Ancak yaşayanların ziyaretçilere ilgisi ve tavırları biraz cila ister diyelim.

Ve artık yavaş yavaş Çarlık Rusyasını bırakıp şu bildiğimiz Soğuk Savaşlı sosyalist Rusya'ya yanı Moskova'ya çevirelim yönümüzü.

Stay Tuned! Bizi izlemeye devam edin :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...