27 Ekim 2012 Cumartesi

Fotoğrafçının Ruhu

Hadi, biraz fotoğraf geyiği yapalım. Malum, buralarda pek öyle arifeyi, bayramı hissetmiyoruz, üstüne bir de hava da bozdu, yağmur, fırtına yani, bu yüzden yapacak daha akıllı birşey yok, ondan bu fotoğraf geyiği çıktı ortaya. Yoksa her eline DSLR alanın kendisini bir fotoğraf otoritesi olarak görme sendromu geçirmiyorum, bunu da atlamadan geçmeyelim.

Sözün özü, aşağıda okuyacaklarınız, tabii ki lütfedip okursanız, sadece ben kulunuzun şahsi tecrübe ve görüşleridir. Ne eksiksiz, ne de doğru oldukları iddiasındayım.

Neyse, çok geveledik, hemen konumuza girelim.

Konumuz "Nasıl güzel fotoğraf çekilir?"

Öyle basit, genel, eğlenceli bir konu. Canınızı da fazlaca sıkmayacaktır. Düşünsenize, size 70-200 mm zoom objektiflerin kromatik aberasyon problemlerinden de bahsedebilirdim :)

Geçelim konumuza, yani güzel fotoğraf çekmek için ne gerektiğine. Yada ne gerekmediğine...

Birçok kişinin düşüncesinin aksine güzel bir fotoğraf çekmek için güzel bir fotoğraf makinesi gerekmez. Fotoğraf makinesi sadece bir araçtır ve ona ödediğiniz para çektiğiniz fotoğrafların ne güzel, ne de kötü olacağını belirler. Düşünsenize, Şekspir'e gidip kitaplarınız çok güzel, eminim bunun sebebi kullandığınız birinci sınıf kalemlerdir deseydiniz muhtemelen sizi döverdi.

Evet iyi bir makine bazı koşullarda işinizi kolaylaştırsa da güzel fotoğraf çekme koşulları sıralamasında çok altlarda yer alır. Aslında, foroğraf makinesi, objektif, ışık, resim işleme yazılımı, resmi çekilen obje, kompozisyon - yani resim karesine nelerin nasıl girdiği, resımın görüntülendiği yada basıldığı ortam ve en önemlisi resmi çeken kişinin sanatı ve ruhu ile birlikte uzun bir zincirin parçalarından biridir.

İşte bu zincirin halkalarından en zayıfı çekilen fotoğrafın kalitesini belirler.

Örneğin mükemmel bir ışıklandırma altında Angelina Jolie size poz veriyorsa ve sizde de dünyanın en kaliteli fotoğraf makinesi varken üzerinde dağları, ovaları çekmek için kullanılan bir balık gözü objektifi takılıysa yandınız demektir. Çekeceğiniz resim zar zor bir şeye benzer.

Para, bu zincirin hemen tüm halkalarını alabilir ancak fotoğrafçının sanatını ve ruhunu asla!

Birçok kişi binlerce doları en yeni teknoloji fotoğraf makineleri ve objektiflerine yatırır ve Chase Jarvis gibi fotoğraflar çekmeyi bekler. Bir-iki denemeden sonra çektikleri -özürlerimle- manasız fotoğraflara bakar ve problemi daha ileri ve pahalı fotoğraf makineleri ile objektiflerini alarak çözmeye çalışırlar.

Bu durumun araba kullanmayı bilmeden üç yüz bin dolar verip bir Ferrari almaktan bir farkı yoktur. Sadece pahalı olduğu için bir Ferrari, araba kullanmayı bilmeyen birine yarış kazandırmayacaktır.

Eşimle birlikte Singapur'un eğlence parkı olan Sentoza adasındayız. Elimdeki Pro-DSLR kamerayı görüp güvendiklerinden olsa gerek, her halinden Japon oldukları belli bir çift kameralarını verip beraber bir fotoğraflarını çekmemi istediler. Sonrasında gidip beş metre ilerdeki bir Miki Maus dekorunun altında poz verdiler.

Kamera bir Canon 7D, üzerinde 70-200 bir zoom objektif var. Aşağı yukarı dört bin dolar değerinde ekipman. Objektif, neredeyse tüm gazetecilerin kullandığı bazuka benzeri, aksiyon fotoğrafı çekmek için birebir. Tek kusuru bir kilo üçyüz gram ağarlığı, ha bir de iki bin beş yüz dolarlık fiyatı.

Neyse, kamerayı elime aldım ve vizörden baktım. Çiftin sadece kafaları sığabilmişti fotoğraf karesine. Bu objektifi ilk defa 7D üzerinde kullanıyordum, acaba telefoto ucundamıyım diye baktım, yoo değil, 70 mm ucundayım. Ancak 7D'nin küçük sensörü yüzünden 70 mm olmuş size 110 mm dengi.

Bir beş metre geri gittim. Neyse omuzlar sığdı. Bir beş metre daha geri gittim, bu arada da bakıyorum, "Herif bizim kamerayı alıp gidiyor" diye bağırmasınlar diye. İkinci beş metreden sonra belden yukarıları zar zor girdi kareye. Sonucunda fazla uzatmadan çektim resimlerini. Aptalca çekilmiş bir fotoğraf oldu. Mikinin belden aşağısı ile çiftin belden yukarısı :)

Boy fotoğrafıyla Mikinin tümünü sığdırmak için muhtemelen bir yüz metre açılmam gerekecekti. Bu objektif olay için kullanılanilecek en uygunsuz objektiflerden birisi. Bir de üstüne bu objektifi alıp tatil için Japonyadan Singapura taşımak bir kamyonla Formüla Bir yarışına girmekten farklı değil.

Sözün, özü, her pahalı teknoloji her amaca uymaybilir. Sadece pahalı diye iki bin beş yüz dolarlık bir objektif güzel resim çekmek zorunda değildir.

İşin aslı, fotoğraf makinesi ve objektif, güzel fotoğraf çekme zincirindeki en az önemli halkalardır. iPhone 4S ve sonrası fazlasıyla makul kalitede fotoğraf çekebilirler. Büyük boy baskı yapmayacak ve çektiğiniz fotoğrafları bir yazılımla kurcalamayacaksanız iPhone tüm fotoğraf ihtiyacınızı karşılayacaktır.

Eğer iPhone kulağınıza çok amatör geldiyse, bir sonraki adım amatör bir DSLR kamera olacaktır. Entry level yani başlangıç seviyesindeki bu fotoğraf makineleri gerçekten ucuzdurlar, hatta iPhone'dan daha ucuz (ancak bu kameraları telefon olarak kullanamayıp Angry Birds oynayamayacağınızı da unutmayın). Bu kameralarla birlikte satılan kit objektifler ise şaşırtıcı derecede kaliteli fotoğraflar çekebilirler.

Bu aşamadan sonra her alacağınız ileri model fotoğraf makinesi ve objektif, azalan getiriler ölçeğiyle kaliteyi artıracaktır. Bir önceki amatör DSLR makineye altı yüz dolar harcamışken bin iki yüz dolarlık bir sonraki kamera fotoğraf kalitesine en fazla yüzde beş katkıda bulunacaktır. Bu artışı ise eğer çektiğiniz fotoğrafları billboard'larda basmayacaksanız zaten fark etmeyeceksınızdir.

Kısaca fotoğrafa ilginiz varsa, başlamak için binlerce dolarlık bir DSLR'ınız olmasını beklemeye hiç gerek yok. Elinizde ne varsa alın yanınıza ve atın kendinizi dışarı.

Chase Jarvis'e sormuşlar, en iyi fotoğraf makinesi hangisi diye. O da "O anda yanınızda olanı." diye cevap vermiş. Jarvis'in kendisi iPhone ile aktif olarak resim çekmekte.

Peki, madem fotoğraf makinesi ve objektif o kadar önemli değil, güzel fotoğraflar çekebilmek için ne önemlidir?

Biraz teknik. Günümüzde fotoğraf makineleri aslında fotoğraf çekebilen bilgisayarlardır. Bu bilgisayarlar ellerinden geldiğince bizim kafamızdan geçenleri okumaya çalışır ve neyin fotoğrafını nasıl çekmek istediğimizi tahmin ederler. Işığı, poz süresini, objektifin açıklığını ve yüzlerce başka bilgiyi hesaplayıp görüntüyü yakalarlar.

Çoğu zaman bu görüntü doğrudur ve işe yarar, ancak zaman zaman fotoğraf makinesinin telepatik becerileri bizim gerçekten neyin fotoğrafını nasıl çekmek istediğimizi anlamaya yetmez. Bu anlar ise neredeyse her zaman güzel bir fotoğrafın fırsatıdır. Örneğin güneş batımına objektifi çevirip deklanşöre basarsınız ve o güzelim kızıllık yerine simsiyah siluetler çıkar yada gece pırıl pırıl aydınlatılmış bir yapının resmini çekersiniz, ufak bir iki ışık pırıltısı ile yine simsiyah bir kare çıkar makineden.

Başka mı? Eminim başınıza gelmiştir. Mor yada yeşil gökyüzleri, sapsarı gece fotoğrafları, hareket eden kolları yada bacakları bulanık çıkmış çocuk resimleri.

İşte bu anlarda biraz teknik bilgi hayat kurtarır. Çok öyle tekno-manyak olmaya gerek yok. Shutter Speed (Poz Süresi), Aperture (Objektifin açıklığı) ve ISO (Makinenin ışığa duyarlılığı) ayarlarını bilmek zorlu fotoğrafların yüzde doksan dokuzu için yeterli olacaktır.

Az biraz teknik bilgi güzel fotoğraf çekebilmek için önemli olsa da yine en önemli şart değildir.

Fotoğrafçılık, ışığı kovalamaktır. Işığı anlamak ve ondan doğru biçimde faydalanmanın önemi, tarımda suyun önemi ile aynıdır.

Bir fotoğraf makineye giren ışıkla oluşur. Yeterli ışık gelmezse fotoğraf simsiyah, gereğinden fazla ışık gelirse fotoğraf bembeyaz olur.

Değişik ışık kaynakları, yani güneş, bulutların arkasındaki füneş, tungsten elektrik ampulü, floüresan lambalar renkleei kendilerine özgü farklarla görünür hale getirirler.

Doğrodan gelen parlak ışık kaynakları sert gölgeler, dağınık ışık kaynakları yumuşak gölgeler oluşturur.

Bu ışık türleri ve gölgelerin iyisi, kötüsü, doğrısu, yanlışı yoktur. Hangisini nerede kullanmak isteğinize göre ışıkları yada güneşi çekip istediğiniz noktaya taşıyamayacağınızdan kendinizi, doğru biçimde konumlandırmanız gerekir.

Işık iyi bir fotoğraf için fazlasıyla önemlidir, ancak hala en önemli şart değildir.

Kompozisyon yani fotoğraf karesinin planlanması bizi yavaş yavaş teknik bölgeden alır, sanatsal bölgelerin kıyılarına getirir.

Kompozisyonun sayılarla yada kurallarla ifade edilebilir yönleri bulunsa da bunlar çoğunlukla tavsiye yada genelleme şeklindedirler. Kişi bu kurallar uymasa da fazlasıyla güzel fotoğrflar çekebilir. Hatta çok özel ve popüler fotoğraflar genellikle kompozisyon kurallarının dışına çıkarak çekilmişlerdir.

Fotoğraf sanatının temeli bir öyküyü izleyenlere aktarmaktır. Bir yazar öyküsünü kelimelerle okuycularına aktarırken, fotoğrafçı bu işi kpmpozisyonu ile yapar. Bu işi yaparken de zorunlu olarak uymasa da kompozisyon kurallarına danışır, kendi kişiliğini işin içine katarak kompozistonunu kafasında oluşturur ve teknik bilgisini kullanarak bunu fotoğrafına yansıtır.

Kompozisyon kendi başına kitaplarca yazının ve seminerlerin konusudur ancak bir iki temel özelliğine değinebiliriz burda.

İnsan beyni bir fotoğrafa baktığında gözü ilk olarak görüntünün en keskin yani bulanık olmayan noktasına daha sonra ise en parlak noktasına odaklanır. Bu yüzden fotoğrafta ana konu yada objenin keskin ve parlak olması önemlidir.

Kişinin ilk aklına geldiğinin aksine insan gözü fotoğraf karesinin tam ortasına odaklanmaz. Bu sebeple GENELDE pro fotoğrafcılar fotoğrafını çektikleri kişi yada objeyi labadak diye tam merkeze koymazlar.

Nereye koyarlar derseniz, fotoğraf karesi üzerindeki dört noktadan birine yerleştirirler konu kişi yada objelerini. Bunlar, fotoğraf karesi içine çizilmiş ve kareyi eşit alanlara bölen iki yatay ve iki dikey çizginin kesiştiği noktalardır. Cız tahtası gibi yani. İngilizcede bu kompozisyon kuralına "Rule of the Thirds" yani üçte birlerin kuralı derler.

İnsan gözünün başka bir tuhaflığı ise fotoğrafdaki doğal yada suni çizgileri takip etmesidir. Fotoğrafçılar hedef kişi yada konuları bu çizgilerin sonuna koyarak izleyicileri konularına yönlendirirler.

Kompozisyon, güzel fotoğraf çekebilme şartlarının fazlasıyla önemli bir parçasıdır ancak ondan daha önemli bir parça bulunur.

Birçok fotoğraf meraklısı bana kızacak yada gülecektir ancak güzel bir fotoğrafın olmazsa olmaz şartı, fotoğrafı çektikten sonra renk, parlaklık gibi özelliklerinin ayarlandığı bir yazılımdır.

Diyeceksşniz niye...

Arzedeyim.

Elinize üzerinde fotoğraf bulunan bir gazete, dergi yada broşür alın. Burada gördüğünüz her fotoğraf dijital bir fotoğraf yazılımının tezgahından geçmiştir. Bu fotoğraflar en basitce ve masumanesiyle, dijital olarak keskinleştirilmiştir. Büyük olasılıkla renkler parlaklaştırılmış, gökyüzü mavileştirilmiş, cilt lekeleri, kırışıklıklar, sivilceler, vs., ortadan kaldırılmış yada flulaştırılmıştır.

O yüzden, çektiğiniz manzara fotoğraflarında o parlak koyu mavi gökyüzünü bulamıyorsanız kendınızı yada fotoğraf makinenizi suçlamayın. Seksen dolarınıza kıyın ve kendinize bir Adobe Lightroom yada Apple Aperture yazılımı alın. Binlerce dolarlık objektif yada kameralardan daha çok işinize yarayacaktır.

Bu yazılımlar film günlerinin karanlık odaları gibi çalışırlar. Photoshop gibi çöp bidonunu sil, tabelaya benim ismimi yaz gibi olan şeyieri ortadan kaldırıp olmayan şeyleri fotoğrafa koymak yerine fotoğrafın zaten içinde bulundurduğu renk, parlaklık gibi nicelikleri ayarlarlar.

Birçoğumuz bunu sanki fotoğradın orijinalliği bozuluyor yada manipüle ediliyor gibi algılarız ama bu inanın doğru değil.

Biraz tekniğine gireceğim, lütfen af buyurun.

Fotoğraf makineniz bir resim çektiğinizde sensöründen aldığı ham fotoğraf bilgisinin renk, parlaklım,ton gibi ayarlarını otomatik olarak yapar ve sizin için bir JPEG dosyası oluşturur. Makinenizde bulunan manzara, portre, gece gibi çekim modları hep bu ayarların tanımlandığı yerlerdir.

Yukardaki yazılımlar ise aynı sensörden gelen yine aynı fotoğraf bilgisini alır, ancak renk, parlaklık, ton gibi ayarları otomatik olarak yapmak yerine sizin yapmanıza izin verir.

Dediğim gibi çok ama çok önemli bu çekim sonrası işleme yazılımları, yine de güzel fotoğraf çekmenin en önemli etmeni değil.

Peki en önemlisi nedir?

Ruh!

Valla şaka yapmıyorum. Neyin fotoğrafının nasıl çekilebileceğini kulağınıza fısıldayan minik bir ilham perisi. Bu peri, fotoğraf çekmeye alıştıktan sonra daha bir sık uğramakta.

Son iki senedir belki de on bin civarı manzara resmi çektim. Yavaş yavaş ne güzel görünür, ne iyi fotoğraf verir, hissedebiliyoum sanki. Ancak gel gör ki iş insanlara, etrafdaki nesnelere geldiğinde hala bebek gibi emekliyorum.

Evet, etrafımdaki bidon, boru, çeşme, ağaç gibi şeylerin beş yüz resmini çekersem içlerinden bir-ikisi işe yarar çıkabiliyor. Gel de verimden bahset. Yani sokak fotoğrafçılığı tarafında hala çok yeniyim.

N'apıyım, sokakta güzel fotoğraf fırsatlarını göremiyorum.

Geçen bir arkadaşla bir photo shoot'a yani fotoğraf çekme turuna çıktık. Üzüm bağları arasında şahane bir şato. Yolun kenarından mükemmel bir açı yakaladım, ışık ta mükemmel, güneş tam batmak üzere. Krem dö la krem yani.

Gel gör ki biri eski, paslı bir traktörü yolun kenarına bırakmış. "Lan, hangi eşşek bunu fotoğrafımın içine bırakmış?" derken, yanımdaki arkadaş gitti, çat diye o traktörün fotoğrafını çekti. Nasıl güzel çıktı bilseniz...

Yine geçenlerde St-Prex isimli Cenevre (yada Leman) gölünün kenarında cennetten düşmüş bir sahil köyündeyiz. Yedi sene yaşadım, o kadar güzel bir yer yani. Tam göl kenarında taştan bir duvar, duvarın üzerinde kırmızı renkli sarmaşıklar, dibinde kayalar ve yarım daire sahil, tam kartpostallık anlayacağınız.

Tek problem, seksen yaşında bir çift romans yapıyor tam benim fotoğraf noktamda. "Dedeciğim bak git!" falan dedim, olmuyor. Yine tam bu anda aynı arkadaş çat diye yakaladı pozu. Yaşlı çiftin arkası dönük, birbirlerine sarılmışlar, demin size anlattığım manzaraya bakıyorlar. Para versen böyle poz veremezler.

İşte en önemlisi bu.

Uzun oldu biliyorum ama ne yapalım. Dışarda mevsimin ilk karı, arabada yaz lastikleri. Evde oturup geyikliyoruz böyle.

Sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...