29 Mart 2023 Çarşamba

Bosna Dağları

Arabanın durduğuna emin olduktan sonra ilk iş, kapyı açıp, kendimi dışarı attım ve açık araziye dönüp doya doya çişimi yaptım. Herhangi birinin beni göreceğine dair bir endişem yoktu, çünkü bulunduğum bu acayip yerde benden başka bir avanağın olması olasılık dışıydı. Aslında başka biri olsa da çok umrumda değidi. İki saatten fazladır arabayı kayıp, sağa sola çarpmadan kullanmakla meşguldüm ve çok iyi biliyordum ki, eğer araba bir dursaydı, bir daha kalkması mümkün olmayacaktı. Bu süre içinde de vücudumun biyolojik fonksiyonları haliyle çalışmaktaydı.

Halbuki yolculuğum nasıl güzel başlamıştı.

Düldüle atlamış, Sarajevo'dan Trebinje'ye gitmek üzere gaza basmıştım. Pırıl pırıl bir kış güneşi altında Bosna dağlarında yoluma devam ediyordum. Bosna dağları İsviçre kadar güzel desem yeridir. Radyoda ise Bosna ve Sırp müzikleri çalıyordu. Bazı şarkıları Niş'te geçirdiğim üç yıldan sonra hatırlıyor, hatırlamadıklarımın da tadını çıkarıyordum. Bosna müzikleri çok güzeldir sevgili arkadaşlar. Mesela Bijelo Dugme, yani Goran Bregoviç'in grubu ve hattızatında Bregoviç'in kendisi de Bosnalı'dır. Yine Bosnalı Dino Merlin isimli bir sanatçıyı görmek için Jelena'nın hatırına Lozan'dan ta Zürih'e gitmişliğimiz vardır.

GPS'i izleyerek yoluma devam ediyordum. Hava güneşli olsa da sonuçta Şubat ayıydı. Yol üzerinde şurada burada kar kümeleri, bazen de çamur birikintileri vardı,

Bir yol ayrımında GPS beni ana yoldan çıkarıp, biraz daha tali bir yola soktu. Manzara da bir anda daha da bir güzel oldu.

Tirmanmaya başlamıştım. Doğal olarak da hava soğumuş, asfaltın üzerinde yer yer kar birikintileri oluşmaya başlamıştı. Daha önce de bir kaç kez bu birikintileri geçmiş, ancak bir süre sonra normal yol koşullarına dönmüştüm.

Kısa bir süre sonra yolun her iki tarafında karlar birikmeye başladı. Belli ki yolu açık tutmak için karları küremişlerdi. Biraz daha sonra ise yol sadece bir arabanın geçeceği kadar daraldı, yokuş da iyice dikleşmişti. Başına benzeri şeyler gelmiş olanlar bilir, altı buz ve karla kaplı böyle yollarda arabanız bir durursa bir daha kaldıramazsınız. Tek careniz geri donmektir. Ancak yol o kadar daralmış ve sağ ve solumdaki kar tepeleri o kadar yükselmişti ki, manevra yapıp, geri dönmek imkansız hale gelmişti. Geri viteste yirmi küsür kilometer gitmek falan olanaksızdı. O yol koşullarında geri geri giderken elbette kayıp, kara saplanacaktım.

Yolun her iki tarafında karlar birikmeye başladı
Çaresiz yola devam ettim. Ya tırmanışın bitip, alçalmaya başlamayı, yada dönüp geri gidebilecek bir açıklığı bulmayı umuyordum.

Uçsuz bucaksız bir ormanın içinde ilerliyorduk.

Düldül'ün kahramanlığı tutmuştu. Bir on kilometre falan sonra kara saplanmış bir arabanın yanından geçtik. Arabanın sahibi görünüşe göre kapıları kitleyip, yayan geri dönmüştü. Araba dediğim de bir BMW X5, koca bir SUV, öyle Opel Corsa falan değil. Ancak Düldül bana mısın demiyor, tırmanmaya devam ediyordu.

Kara saplanmış bir arabayı daha geçtik. O da bir SUV idi ama karla kaplı olduğundan markasını çıkaramamıştım.

Bu işten kıçımı kurtarmak gibi bir hayalin peşinde değildim. Eğer üç beş dakika içinde bir mucize olup, tırmanış biter de alçalmaya başlamazsam, bir noktada kara saplanacağımın farkındaydım. Telefonu açıp, bir video kaydetmeye başladım. İçinde "Herhalde Goethe geldik!" dedim. Beş yüz metre falan sonra da "gırç", kara saplandım.

Çiş yapmayı bitirince öyle elimle tekerleğin etrafındaki karları temizlemeye çalıştım. Kardan çıkar gibi olduk ama yine kayıp, başka bir noktada kara saplandık.

Öyle takla, tombalak atıp, dönüp, çarpıp, kara saplanmak değil. Arabanın ön tekerlerinden biri karın içine yirmi santim falan girdi, hepsi o. Ancak fark eden bir şey yok. Araba kımıldamıyor, ben de çaresizce ona bakıyorum…

Kara saplanan diğer iki arabayı saymazsanız, buraya gelene kadar uygarlıkla ilgili hiç bir belirti görmemiştim. Yol boyunca sadece dağ, orman ve kar vardı. Ama ne kar…

Sırt çantamı ve ruhsatı alıp, Düldül'ü kitledim, sonra da yokuş aşağı yola koyuldum.

Başka bir evrende romantik bile sayılabilirdi
Olayı çok dramatize etmek istemiyorum sevgili arkadaşlar ancak arabanın içinde müzik dinleyerek gitmekle inin cinin top oynadığı bir ormanda yürümek çok farklı şeyler.

Bir kere tüm açıklığıyla doğanın seslerini duyabiliyor insan. Rüzgardan dolayı ağaçlardan düşen karlar, ayağınızın altında kırılan ağaç dalları falan.

Başka bir evrende romantik bile sayılabilecek bu durum, ritmik olarak karda yürümekten kaynaklanan "gırç, gırç" sesleri ile sevimsiz bir hale dönüşmeye başlamıştı. Bu bir geyik yada tilki de olabilirdi, bir kurt yada, daha da iyisi, bir ayı. Olasılıkla yukardaki şıkların hepsi doğruydu. Hele bir kaç yüz meter sonra kar üzerinde gördüğüm, ayakkabım kadar büyük pençe izlerinden sonra olay daha da berraklaşmıştı. Tek umudum bu izlerin sahibinin piknik sepetleri peşinde koşan Yogi olmasıydı. Yok eğer Balkan inadına haiz bir ayı ise, demek buraya kadarmış diyecektik.

Yogi mi, yoksa...
Elimde telefon, devamlı bağlantı ne zaman gelecek diye bakıyordum. Daha önce anlatmıştım, Bosna'da yerleşim merkezlerinin dışına çıktığınız anda GSM falan hak getire.

Yolda koca bir ağaç dalına denk geldim. Hemen alıp, sağındaki solundaki ufak dalları kırdım. Artık silahlıydım. Nede olsa Tomb Raider oynarken Lara ile bir ayı öldürmüşlüğümüz vardı!

Bir saat falan daha yürüdükten sonra kara saplanmış, markasını çıkaramadığım arabayı geçtim. Ancak gözlerimi parlatan bir gelişme olmuştu, yerde, kara saplı arabanın sahibinin ayak izleri vardı. Artık yalnız sayılmazdım. Bu izleri takip ederek yola devam ettim. Kara saplanmış BMW X5'i geçtikten sonra bir çift ayak izi daha gruba katıldı.

İki saat kadar sonra orman bitmiş, düz bir arazide yürümeye devam ediyordum.

Bir saat civarı da açık arazide yürüdüm. Yoldaki kar incelmiş, hava da biraz daha ısınmıştı.

Sonra uzaklarda bir yerde bir ev gördüm. Telefonu çıkardım. Cılız da olsa bir sinyal vardı. Hemen Jelena'yı aradım. Durumu anlattım, arabayı kiraladığım acentenin telefonunu verdim.

Jelena'dan haber beklerken, yürüyerek uzaktan gördüğüm eve ulaştım. Sırpça'da dedikleri gibi "u pizdu materinu", yani annesinin cinsel organında, ıssızlığın ortasında, tek başına bir ev!

Kapıyı çaldım, kimse cevap vermeyince açıp, içeri girdim. Ahşap-kerpic karışımı bir çiftlik evi. Girdiğim oda da bütün giriş katını kaplayan geniş bir salon.

Yerler halı kaplıydı ama köşedeki bir sandıktan başka bir eşya yoktu. "Zdravo!" diye seslendim. Yaşlıca bir kadın geldi. Bana bakıp, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Kafu?", yani kahve diye sordum. Halimi görünce yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamıştı. "Naravno" dedi, sonra da köşedeki sandığı gösterip, otur diye işaret etti.

Adrenalin de çekilince titlemeye başlamıştım. Beş saatten fazladır, kıç korkusuyla buz gibi havada dağlarda yürüyordum. Kadın bana bir battaniye getirdi, bir shot da Rakija. Hemen Rakija'yı diktim. Kadın sonra şişeyi getirdi. "Yok bacım" dedim, arabayı o gün çıkarabilirsek, kullanmam gerekebilirdi, sarhoş olmasam iyi olacaktı.

Otur diye isaret etti
Ev bir B&B imiş. Yazları trekking yapmaya gelenler kalıyormuş. Kışın ise bildiğiniz köy evi. Kırık Sırpçamla biraz muhabbet ettik. Jelena hala aramamıştı, merak etmeye başlamıştım. Telefonu çıkarıp, baktım, yine sinyal yok. Kadınla kocası bana ilerde bir yönü işaret etti, telefon orada çeker diye. Bir yirmi dakika daha yürüyünce köyü buldum. Küçücük bir yer, on tane bina ya var, ya yok.

GSM bağlantısı da çok netameli. Bir geliyor, bir gidiyor. Sesle konuşmak imkansız, WhatsApp mesajları bile gitmiyor. Sadece Messenger ile textleşiyoruz.

Araba kiralama şirketi konum atmamı istemiş. Hemen Jelena'ya bir konum attım, hatta köyün isminin yazılı olduğu bir trafik levhasının fotoğrafını çekip, gönderdim, araba bu yoldan otuz kilometer gidince dağda diye yazdım.

Jelena, "Adamlar bu olmaz, arabanın tam konumunu istiyorlar" dedi. Yani kurtlarla ayıların arasından beş saat arabanın yanına yürüyüp konum belirlemem, sonra da, bir beş saat daha şu an bulunduğum, telefon sinyalinin olduğu yere geri dönüp, arabanın tam konumu göndermem gerekiyormuş.

Eski komünist ülkelerde yaşamış olanlarınız daha iyi anlayacaklardır. İsteğin mantıklı olup olmadığı önemli değildir. Önemli olan istemek, olmayınca da ne yapalım biz elimizden geleni yaptık ama olmadı diyebilmek…

Jelena benden önce şarlamış adama, o da mahsur kalmış şoförle konuşalım diye tutturmuş. Jelena, "Ben bile kocamla konuşamıyorum, bağlantı çok kötü, sen nasıl konuşacaksın?" demiş. Adam mesajlaşsak da olur demiş. Jelena "Kocam benim söylediklerimden başka ne söyleyebilir?" diye sormuş. Ama adam cevval. İlla benle konusacak. Jelena al bu Bülent diye kendi kardeşini verse, onun ben olup, olmadığını anlama olasılığı da yok. Ama eski komünist kafası işte. Form over substance...

Tam Jelena'nın mesajını okurken, Facebook'tan bir "arkadaşlık isteği" geldi. Araba kiralama şirketinin sahibi! Sinirden telefonu fırlattım, neyse ki kara düştü, kırılmadı.

Araba dağda kara saplı, ben saatlerce yürümekten yorgunum, güneş de batmak üzere. Çaresiz bir araç bulup, uyuyabileceğim bir yere gitmeye çalışacağım. Köyde hiç bir hayat belirtisi yok, ben de anayola doğru yürümeye başladım. Köyden çıkar çıkmaz telefon yine kaput tabii…

Arkamdan bir motor sesi duydum. Bir araba! Hemen işaret ettim, "Ne, ne, ne!" dedi, bastı gitti, beş dakika sonra da başka bir arabayla geldi. İkinci arabaya bindim. Adamla tarzanca anlaşıyoruz. En yakın kasabaya götürüyordu beni, en azından bir otel varmış dediğine göre.

Anayola çıktığımızda bir polis arabası bizi durdurdu. Bizim şoför arabadan indi, tam polislerin yanına giderken polis camını indirip, bana, İngilizce "Senin adın Bülent mi?" diye sordu. Anlam verememiştim. Polis nereden bilecekti benim adımı? Herhalde ayı şikayetçi oldu diye düşündüm.

"Arabam kara saplandı" diye başladım, "Biliyoruz, biliyoruz, atla" dedi. Polis arabasına bindik, bilmediğim bir yerlere gidiyoruz. İki memur var, birisi yaşlıca, diğeri de yirmi yaşında ya var, ya yok. "Karın bizi aradı" dedi kıdemli olanı. Olan biteni anlamıştım. Jelena, çaresizlikten Bosna güvenlik kuvvetlerini mobilize etmişti. Sevgili karıma karşı bir minnet duygusu yoğunlaştı içimde, yutkunup, geri aşağıya gönderdim.

Arabada polisler "Niçin bu mevsimde dağa çıktın?" diye sordular. "Ne dağı anam babam? Ne işim olur benim dağda? Trebinje'ye gidiyordum, GPS bu yola soktu." dedim. Polisler güldü. "Bosna'da GPS kullanmak pek akıllı işi değildir" dediler. Anladığım kadarıyla yollar kullanıma göre henüz sınıflandırılmamış. GPS için altı şeritli bir otoyol yada yarım metrelik bir patika aynı önemde "yol" sayılıyor. Benim saptığım dağ yolu muhtemelen uzaklık olarak Trebinje'ye giden anayoldan beş yüz meter kısa diye GPS beni oralara göndermiş.

Güneş batmıştı. Arabamızı bir SUV ile değiştirdik, kahve içtiğim köy evini geçtik, dağa tırmanmaya başladık. Kara saplı diğer iki arabayı çekip, götürmüşlerdi. Polisler sen yorgunsun, arabada bekle dediler, kazma kürek Düldül'ün etrafındaki karları küreyip, yolu açmaya başladılar. Bir halatla Düldül'ü çekip, çıkarmaya çalıştılar ama karlar donmuştu, olmadı.

Mesileri saat yedide bitiyordu. Saat sekiz olmuştu, hala dağda, Düldül'ün yanındaydık.

Atlayıp, köye döndük. Polisler bir grup adamı yataklarımdan kaldırdılar. Bu kez tepesinde projektörleriyle koca bir kamyonla yeniden dağa, Düldül'ün yanına döndük. Kamyon, Düldül'ü tuttuğu gibi karların arasından çekip çıkardı. Sen yorgunsun deyip, Düldül'ü dağdan indirdiler, anayola kadar çıkardılar.

Bir kahve içelim diye ısrar ettim. Bana "Şimdi bir yere gidip kahve söylersen parasını sen ödersin. Bizler polisiz, doğru olmaz. İstersen gidip polis istasyonunda bir kahve içebiliriz ama saat gecenin onu oldu, daha sen Mostar'a gideceksin." dediler.

Sonra da gülerek tembih ettiler "Ama lütfen GPS'i kapat!"

Trebinje falan hak getire, doğrudan Mostar'a gidecektim. Tek tek Mostar'a kadar geçeceğim kasabaları ve şehirleri ezberlettiler.

Sevgili arkadaşlar, bu iki insanla dört-beş saat geçirdim. Hiç bir mecburiyetleri yokken, mesaileri bittiği halde saatlerce dağ başında bana yardım ettiler. Dağa kim bilir kaç kez inip, çıkarken bol bol sohbet etme şansımız oldu. Ailelerimizden bahsettik, Sırbistan'da geçirdiğim günleri anlattım. Beraber güldük tabii. Republika Sırpska'daydık, yani her ikisi de köken olarak Sırp'tı.

Size uzun uzun bu iki insan için güzelleme yapabilirim ancak en doğrusu eve döndüğümde hem polis istasyonuna, hem de genel müdürlüklerine yazdığım teşekkür mektubundan bir alıntı ile duygularımı aktarmış olayım.

"Teşkilatınız böyle memurlara sahip olduğu için gurur duymalıdır. Söz konusu kişiler bırakın Bosna'yı, uygar dünyadaki tüm polis teşkilatlarına örnek olmalıdırlar. Bu insanları tanıdığım için onur duyuyor, kendimi ayrıcalıklı sayıyorum."

Motorun bakım ışığı yandı
O gece Mostar'a gidemedim. Arabanın motorunun bakım gerekiyor ışığı yandı, ben de risk almamak için Sarajevo'ya geri döndüm.

Otelde yatağıma uzandığımda o gün olan biteni gözümün önünden geçirdim ve sevgili karımla bir kez daha gurur duydum.

Araba kiralama şirketinin yaptığı soytarılıktan sonra hadi arabaya atlayıp, Bosna'ya gidelim demişler, ama Niş'ten yol sekiz saat sürüyor. Ne onlara, ne bana faydası olacaktı.

Jelena daha sonra Bosna'daki Touring teşkilatının karşılığı olan organizasyonu aramış, yine beton duvar!

Sonra, Park Ranger'ların karşılığı ormancıları aramış. Ormancılar "Kocanız yaralı mı? Hareket edebiliyor mu?" diye sormuşlar. Jelena da "Hayır, yaralı değil ve yürüyebiliyor" demiş. Adamlar da "O zaman yardımcı olamayız" demişler. Jelena "Ama yardım etmezseniz soğukta donabilir, yada kurtlar saldırabilir" deyince ormancılar "O zaman ararsınız, yardımcı oluruz" deyip, kapamışlar.

Bileydim, ayıdan rica ederdim, ne diyeyim…

Sevgili karım da son çare, en yakın polis istasyonunu arayıp, yardım istemiş.

Öyküyü tamamlamak açısından, ertesi gece Hırvatistan'dan dönerken yolda polis durdurdu. Ben ehliyet falan çıkarmaya çalışırken polis gülüp, "Gerek yok" dedi. Bir de baktım, dün geceki iki polis. Gülüştük, sohbet ettik. Sarajevo'ya kadar belki dört kez daha polis durdurdu. Her defasında "Her şey iyi mi?" diye sordular. Hangi yolu izlemem gerektiğini söylediler. Kimi elimi sıktı, kimi omuzuma dokundu. Hepsi de "Srecen put", yani iyi yolculuklar diyerek beni yolcu etti. İsimlereni yazmıyorum ama benim iki polis arkadaşım sağ olsun, Sarajevo'ya kaybolmadan, sağ salim gideyim diye seferber olmuşlar. ❤️

Bu öykünün başka ilginç bir sonucu daha oldu. Biz Jelena'yla konuşurken 🐝Mezzy🐝 de ayıları kurtları duymuş, başlamış ağlamaya. Sonrasında ben yırtınca, herkese "My dad is a hero, ayıları, kurtları dövüp, kurtuldu" diye gururla anlatmış. Yani sevgili kızımın gözünde kahraman da olduk bu vesileyle. 😍

Her neyse, sözün kısası, umarım hayatımın geri kalanında, bir daha böyle bir gün geçirmek zorunda kalmam.

Ancak başka bir taraftan da, başıma gelenler bana çoğumuzun unuttuğu, yada çok fazla önemsemediği bir şeyi hatırlattı.

Dünya o kadar da kötülükle dolu değil sevgili arkadaşlar.

Sevgi ile kalın ❤️

2 yorum:

  1. Geçmiş olsun. Ne macera olmuş. Tabii yaşayan bilir...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağolun😍 Bunların sonu iyi bitince tatlı birer anı olarak kalıyor, ancak bu, özelde, çok iyi sonlanmayabilirdi😜

      Sil

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...