21 Temmuz 2020 Salı

Eskilerden Bir Arkadaş - 2

Sevgili arkadaşlar, sizlere Romanya'da tanıştığım eski bir arkadaşım ille birlikte başımızdan geçen bir kaç olayı anlatmaya başlamıştım, devam edelim.

Lozan'a yerleştiğim ilk yıllarda aldığım bir arabam vardı. Öyle insanın içini kaldıracak bir araba değil, kendi halinde bir VW Golf. GTI dedikleri hızlı bir modeldi. Çok günüm geçmişti onla. Bir de çok gezmiştim. Aldığımda sıfırdı, ama yıllar bedelini aldı ve iki yüz bin kilometreye falan gelmişti son günlerinde.

Bilgisayar teknolojisinin arabalara yeni girdiği modellerden biriydi. Her yeni bilgisayar tabanlı ürün gibi bol bol yazılım sorunu yaşıyordu.

Kötü bir alışkanlık geliştirmişti. Hiç bir şey yokken elektrik aksamı zırvalıyor, arabanın farklı sistemlerini istemsiz olarak çalıştırıyordu. Kaç kere servise götürdüm. Tamam, oldu diyorlar, üç beş gün sorun çıkarmıyor, sonra yine aynı tas, aynı hamam.

Bir gece işten dönüyordum. Otoyolda sol şeritte, 120 ile falan giderken bir anda motor stop etti, dört kapıdaki camlar aynı anda aşağı indi ve bir Noel ağacı gibi arabanın far, sinyal, stop, her türlü ışığı yanıp sönmeye başladı. Başka kereler kışın ortasında klima, yazın ortasında da ısıtıcı devreye giriyor, çöl kadar kuru havada silecekler çalışıyordu.

Bugün değiştiririm, yarın değiştiririm derken bir süre daha kullandım bu arabayı.

Bir pazar günü size bahsettiğim bu arkadaş ve karısı ile birlikte Burgonya'ya gittik, benim arabayla tabi. Lozan'a iki-üç saat uzaklıkta olduğu için Burgonya böyle günübirlik kaçamaklara çok uygun bir yer.

2002 Romanée-Conti
Araba giderken hiç sorun çıkarmadı. Burgonya'nın en güzel şaraplarının yapıldığı köylerini birbirine bağlayan Route des Grands Crus'yü baştan sona geçtik. Duraklarımızdan biri de Vosne-Romanée köyüydü. Burada dünyanın en pahalı şaraplarından biri olan Romanée-Conti'nin üzüm bağı bulunur.

Arabayı bu bağın yanına park edip, bağı sınırlayan alçak taş duvarın etrafında gezinmeye başladık. Şişesi beş bin dolar olan bu şarabın üretildiği bu bağın güvenliğinden koca bir haç sorumlu. Biz bağa bakarken sevgili oğlum Yumuk bağın duvarına gitti ve sağ arka ayağını kaldırıp, bağa doğru bir güzel işedi.

Bizi bir gülme aldı haliyle. Bol bol şarap ve çiş şakası yaptık. Sizler de eğer bir 2002 Romanée-Conti içerseniz, canım oğlum Yumuğun katkısını lütfen hatırlayın!

Burgundy Trilogy
Oradan Nuits-Saint-Georges, yani Aziz Corc'un Geceleri isimli köye geçtik. Köyün merkezindeki otelde Burgundy Trilogy isimli, Burgonya'nın en ünlü şaraplarından üçünün - Vosne-Romanée, Chambolle-Musigny ve Nuits-Saint-Georges, yine Burgonya peynirleriyle servis edildiği mükemmel bir şarap tadımı yaptık. Bugün Burgonya şaraplarının fiyatı o kadar artmış ki, Burgundy Trilogy'yi ne yazık ki artık menülerinden çıkarmışlar.

Sonra da Lozana geri dönmek üzere yola koyulduk.

Otoyolda 130 kilometreyle falan giderken, bütün gün gıkı çıkmayan araba yine sapıttı. En sol şeritteyken motor durdu, camlar indi, stereo bangır bangır çalmaya başladı, bu gürültüye bir de arabanın alarmı eklendi.

Zar zor emniyet şeridine kendimizi atabildik. Böyle durumlarda arabaya çakılmış bilgisayar muamelesi yaptığımda, yani kontağı kapayıp, tekrar açtığımda sorun çözülüyordu. Aynı yöntem bu kez de işe yaradı, tekrar yola koyulduk.

Ancak bir on dakika sonra yine aynı rezillik. Tekrar çektik sağa.

İçimden "Ah be oğlum, işemeyecektin o duvara!" diye geçirdim, "O koca haçı da mı görmedin?"

Aziz Romanée bizi cezalandırıyordu...

Arkadaşım arabaya bir de ben bakayım dedi. Hem makine mühendisidir, hem de bu araba işlerine çok meraklıdır. Ertesi gün benim eve geldi. Ben bahçede Yumuk'la oynarken o da kaputu açmış, arabaya bakıyordu. Biraz sonra gülerek geldi. 'Ben bu arabaya artık el süremem" dedi. "Niye?" diye sordum, "O araba artık bir suç mahalli" dedi. "Bir cinayeti rapor etmem gerekiyor" diyerek, pense ile kuyruğundan tuttuğu ölü bir fareyi uzattı bana.

O araba artık bir suç mahalli!
Fare, akünün üzerinde ölmüştü, ama cesedin görünümüne bakarsak, oldukça uzun bir süredir orada olduğu anlaşılıyordu. Zaten akünün üzerine bakınca farenin nerede öldüğü de kolayca belli oluyordu. Leş gibi kirli akü kapağının üzerinde pırıl pırıl bir Mickey Mouse deseni ortaya çıkmıştı.

Fare belki arabanın başına gelenlerin sorumlusuydu ama cesedi ortadan kaldırmış olsak bile arabanın dertleri devam etti, ben de sonunda değiştirmeye karar verdim.

İkinci bekarlığım, gittim, kendime canavar bir araba seçtim. Öyle 350 beygir falan, Porsche, Ferrari, Merrari dinlemiyor, tozunu attırıyor o funky arabaların.

Benim arkadaş "Gel alma bunu, başına dert açar" dedi. "Niye?" diye sorunca da "Bunun seri otomatik bir şanzımanı var, çok arıza yapıyor" dedi. Araba rally falan kazanan bir model, ben de nasılsa onu dağda, taşta kullanmayacağım, bir şey olmaz diye düşündüm ve gözümü karartıp, annesinin izdivaç töreni miktarında bir para bayılarak bu canavarı aldım.

'Canavar' Arabam!
Neredeyse bir sene sorunsuz kullandım. Acayip mutluyum, bir o kadar da zevk alıyorum bu canavarı kullanırken.

Ancak sinsi bir biçimde doğru zamanı kollayan tamircilerin tanrısı Montreux'nün dağlarının tepesinde, iki bin metrede falan vurdu darbeyi. Arabada her şey doğru çalışıyor, düz yolda yada yokuş aşağı tamamen normal gidiyor ama yokuş yukarı, hatta ufacık bir eğim de olsa otomatik vites boşa düşüyordu.

Arabada yalnız da değilim, tam rezillik yaşıyorum. Lozan'ın kuzeyine kadar gelebildik. Otoyolda arada yokuşlar olsa da, ben yokuşu görünce hızlanıyorum, araba da daha önceki hızı ile, sonuna doğru biraz yavaşlasa da yokuşu aşabiliyor.

Lozana girdik. Bilenleriniz bilir, Lozan, yukardan girdiğinizde hep yokuş aşağıdır. Yanımdaki arkadaşı yokuş aşağı bir noktada bıraktım, ama eve gidebilmem mümkün değil. Yaşadığım köyde otoyoldaki gibi hızlanıp, fizik kurallarıyla eve ulaşabileceğim düzlükte bir yol yok.

Arabayı işyerinin yeraltı garajına bıraktım, eve döndüm.

Pazartesi tamirciyi aradım, çekiciyi gönderdiler. Ancak çekicinin kamyonu yeraltındaki garajın kapısından geçemiyor. "Yukarı kadar çıkabilir misin?" diye sordu. "Deneriz" dedim.

Atladım arabaya, düz alanda hızlanıp, çıkıştaki rampaya girdim. Ancak soluğu yetmedi garibin. Rampanın sonuna bir kaç metre kala enerjisi bitti, durduk.

Geri geri gidip bir kez daha deneyeyim dedim ama arkamda garajdan çıkmak isteyen bir araba belirdi. Sadece bir şeritlik, birbirimize yol vermemizin olanaksız olduğu bir yoldayız. Ona geri git gibisinden bir işaret yaptım, o da parmağıyla çıkışı işaret edip, "Çıkmak istiyorum" dedi.

"Gerçekten mi?" diye söylendim, "Ben burasını park çıkışı değil, arabayla ileri geri oynama alanı zannediyordum..."

"Babacım git geri, bak araba bozuk, çıkamıyoruz işte." dedim, o da "Ama ben dışarı çıkmak istiyorum" diye ısrar etti.

Sinirlendim, kontağı kapadım, el frenini çektim, arabayı öylece bırakıp dışarı çıktım.

Geçmiş zaman hatırlamıyorum, ya benim arkadaş, ya da çekici adamı, gitti, arkadaki arabanın şoförünü geri gitmeye ikna etti. Bu geri gitti, ben de onun önünde geri geri onu takip ettim, park yerine ulaştığımızda da yana çekilip yol verdim. Bu da sinir yapıp gaza bastı, gitti.

Aynı şey yeniden başımıza gelmesin diye benim arkadaş park yerine girdi, arkadan gelen trafiği durdurdu. Ben de park yerinde hızlanıp, rampaya yeniden girdim. Ama yine gücümüz yetmedi, geri geri park yerine döndüm. Böyle bir iki kez imamın kayığı modunda gittik, geldik.

Ben çıkmayı denerken benim arkadaşın durdurduğu arabaların sayısı da artmaya başlamıştı.

Son kez gözümü kararttım, come hell or high water amk, bastım gaza...

Rampanın sonuna yaklaşmıştım. Gün ışığı görünmüş ancak araba da iyice yavaşlamıştı. Son bir metreyi gitmek ile durmak arası bir hızla geçtim. Rampayı aşmış, düz yola gelmiştim. Düz yolda canavardı sevgili arabam, gaza bir iki kez bastım, motor kükredi, arkamızdaki arabalar korna çaldılar, alkışladılar.

Araba tamir oldu. Hiç sorunsuz Sırbistan'a gidene kadar kullandım, sonra da sattım.

İşte böyle.

Daha anlatacak çok öykü var da, anonimite bozulmasın diye yazmıyorum, bir de zaman zaman ahlak ve terbiye sınırları tabi...

Kafamın uyuştuğu sayılı dostlarımdan biridir. Aynı tür müzik dinler, aynı tür filmleri izleriz. Yirmi küsür senedir birlikte çok vakit geçirdik. Bir ara aramıza kara kedi girdi ama benim aksiliğimden, neyse sonradan mutabık kaldık.

Ben yedi kere ameliyat olurken, hastanedeyken hep yanımdaydı, Yumuk'a göz kulak oldu.

Sırbistan'a gitmeden bir gün önce karısı, o ve ben bir akşam yemeği yemiştik. Karısı bana "Sırp kızları çok güzeldir, yalnız dönmezsin oradan" demişti. Ben de "Bir daha evlenmek mi?" falan diye cengaverlik yapmıştım. Sağolsun, sonradan nikahımız için ta Lozan'dan Niş'e, hem de arabayla gelmişti.

Ama en önemlisi, bana The Offspring'i sevdiren adamdır, her şeyi unutsam bile, bunu unutmayacağım.

Sevgi ile kalın ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...