5 Ocak 2020 Pazar

Yeni Indiana Jones Filmi

Eğer Harrison Ford ölmezse, Spielberg kesin Paris'te bir Indiana Jones filmi çeker, çünkü Paris, Paris olmaktan çıkmış, Marakeş'e dönmüş anasını satayım...

Bu Kuzey Afrikalıları alıp, ucuz işgücü diye hiç bir eğitim vermeden sağa sola atmaya devam ederlerse, memleket de Fransa olmaktan çıkar, Arabistan'a döner tabi.

Paris bu kez nükleer savaş sonrası Mad Max filmleri gibiydi. Hiç bir şey doğru çalışmıyordu. İstasyon görevlisinden McDonald's daki kasiyere kadar karşılaştığımız herkes lakayıt, ne yaptığının, ne konuştuğunun farkında olmayan kaba saba, ve ne yazık ki Kuzey Afrikalı adamlardı.

Az önce McDonald's'da makineyle 🐝Mezzy🐝 için Happy Meal siparişi veremedik. Happy Meal tuşuna basınca iki yuroluk bir oyuncak yazıyordu sadece. Zaten verdiğimiz siparişi de doğru hazırlayamadılar. Bir cheeseburger'ı unutmuşlardı.

Trenimizin kalkmasına on dakika kala hala hangi yola gideceğimizi bilmiyorduk.

Disneyland'de beş gün boyunca "Grev yüzünden tren seferleri aksayacak, (elli metre yandaki) istasyondan yeni kalkış saatlerini öğrenin" diye anons yaptılar. Bir tabelaya yazıp, parkın girişine koysalar elleri aşınır çünkü. Her saat binlerce insan parktan istasyona, istasyondan parka dalga dalga aktı, gitti.

İstasyona gitmekle de iş bitmiyordu. Çoğunlukla soracak görevli bulunmuyordu. Şansınıza birine denk gelirseniz, "Tarife aha orada ama üzerindeki saatlere güvenmeyin" gibi bir cevap alıyordunuz. Tarifeye güvenmeyelim de neye güvenelim gibi bir soru sorduğunuzda ise geleneksel bir "Je sais pas", yani ne bileyim şeklinde tersleniyordunuz.

Yemin ediyorum abartmıyorum. Şu anda Lozan trenindeyiz, indiğimizde toprağı öpeceğim...

Bildiğiniz üzere artık tatillerimizin büyük bölümü 🐝Mezzy🐝 odaklı, yani Disneyland'de geçiyor. Bu kadar sık gittiğimiz için de bir yıllık abonman kartı alıyoruz, yoksa her defasında bilet alırsak batacağız. Neyse, Jelena bir deal bulmuş, abonmanı Aralık'ta ödersek bir yılın üstüne dört ay da bedava giriş hakkımız oluyor. On altı ay hiç fena değil tabi, Jelena hemen online ödemeyi yapmış.

Parka geldiğimizde yıllık abonman sırasına girdik. Önümüzde de bir on kişi falan var. Aradan yarım saat geçti, önümüzde hala aynı on kişi. Gişedeki Kuzey Afrikalı hanım en ön sıradakilerde neşeli bir biçimde sohbet ediyor, elinde bir tomar kağıt, içerde bir taraftan diğer tarafa koşuşturuyor. Zaten kısıtlı zaman, yarım günü abonman kuyruğumda harcarsak battık.

Bir Seyfullah'a sordum, başka yerden abonman kartını alabilir miyiz diye, Parkın girişinde Donald'ın bürosuna git dedi. Bir kilometre falan yürüdüm, Donald'ın bürosu kapalı. Başka bir Habibi'ye sordum, Miki'nin masasına git dedi. Miki'nin masasındaki Abdülfettah ise beni gene ilk başladığımız noktaya geri gönderdi.

Ben döndüğümde hala sırada bekleyen Jelena'nın yüzü gülüyordu. "Yeni bir gişe açtılar" dedi. Gişede de maşallah, etli, butlu Kübra hanım. Bonjurlaştık, Jelena ödemeyi yaptığı kapıdı kadına uzattı. Kadın kapıdı almadı bile. "Bu bir bilet değil, biletinizi verin" dedi. "Ne diyon anacım, ne bileti, burası yıllık abonman gişesi" dedik. Bu hayvan kafasını çevirip, "Size yardımcı olamam kusura bakmayın, sıradaki gelsin" demez mi?

Hıyarlık olmasın diye miktarı yazmıyorum ama ödediğimiz para ciddi bir miktar. Ne yapalım, madem olmuyormuş yeni bilet mi alalım diyelim? "Dur" dedim, "Kağıdın üzerinde yazanları hiç olmazsa okudun mu? ". "Gerek yok" dedi, "Bu bilet değil". Kağıdın üzerinde bu belgeyi görevliye gösterip kartınızı alın yazıyor. Öyle acenteden falan da değil, direkt Disneyland Paris'ten. Jelena buna bir bağırdı ki, sıradakiler konuşmayı bırakıp, bize döndüler. Kasadaki dangalağın şefi gürültüye geldi. Kübra hala söyleniyor, bileti yok girmeye çalışıyor diye. Şefi "Ne bileti?" diye sordu. Gerçekten de abonman sırasında biletlik bir iş yoktu. Şefe elimizdeki kağıdı verdik. Kadın okudu, biraz kızardı. Bizden özür diledi, kağıtla arkaya gitti, sonra elinde getirdiği bir tomar kağıdı Kübra'nın önüne koyup, ona bir şeyler söyledi.

Bizim Kübra nasıl bir anda kanatlandı, melek oldu, anlatamam sizlere Neredesiniz falan diye muhabbete bile başladı. Jelena'nın Fransızca'yı 'İtalyan aksanı' ile konuştuğunu falan idda etti. Neyse sonunda kartlarımızı aldık, parka girdik.

İşte böyle. Otelde kahve makinesi için bozuk para bulamadık. Bozuk para bulduğunumuzda ise makine çalışmadı. Süpermarketteki alış veriş arabasının tekeri kırık, odamızda telefon cihazı yok, kasa kitlenmiyor, vesaire, vesaire.

Yakında arabaları kaldırıp, develeri koyarlar, foie gras yerine de hurma satmaya başlarlar herhalde. Sonrası da Indiana Jones bildiğiniz gibi...

Sevgi ile kalın ❤️

Not: Tanıyanlarınız bilir, ırkçı biri olmadığım gibi ırkçılıkla sonuna kadar mücadele eden biriyimdir. Yukarda yazdıklarımın Kuzey Afrikalıların genleriyle değil, onları eğitim vermeden ucuz işgücü olarak kullanan sitem ile ilgili olduğunu anlatabilmiş olmayı umuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...