2 Ekim 2014 Perşembe

Dubai - AaVeeMee

Birçoğumuzun cebinde bir sürücü ehliyeti bulunur. Bu belgenin asıl ismi "Sürücü Lisansı" 'dır. Sizi araba kullanmaya yetkili kılar. Aynı şekilde bir sporcu lisansı, sahibine spor yarışmalarına katılma, bir inşaat lisansı da bir arsaya inşaat yapma yetkisi verir. Hattızatında, eğer isminiz Bond, James Bond ise adam öldürme lisansınız bile olabilir, duyulmamış bir "lisans" değildir yani.

Ancak bunca lisansın içerisinde, daha öncesinde hiç rastlamadığım bir lisans türüyle ilk kez Dubai'de karşılaştım.

İçki Satınalma Lisansı.

Sağolsun, eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanımızın sayesinde içki satma lisansları konusunu sıkça tartışmıştık, ama o bile içki alma lisanslarını gündeme getirmemişti.

Dubai'de ise otel gibi belirli yerlerin dışında içki satın almak, içmek ve taşımak için bir lisansa ihtiyacınız var.

Bu alkol alma lisansı, kırmızı, bankamatik kartı gibi bir kart. Bir arkadaşımınkini inceleme fırsatı buldum, oradan biliyorum. Yine anladığım doğruysa, sadece yerleşik yabancılara veriliyormuş. Ancak yerleşik yabancı bile olsanız, eğer Müslümansanız, çare yok, meyve suyu ve kahveye talim, yani lisans, misans yok.

Benim gözlemlediğim kadarıyla bu lisans, Dubai'deki yabancıların hayatlarını zorlaştırmamış. Başka bir deyişle (tabii ki eğer Müslüman değilseniz) sistem alkol severlere zorluk çıkarmadan düzgün bir biçimde çalışıyor gibi. Ancak kulağıma çok ilginç geldiği için yazmadan da edemedim.

Bir önceki yazımda, sizlere Dubai'nin en göze çarpan özelliği olan yapılarından ve yapay adalarından sözetmiştim.

Şimdi ise en az onlar kadar önemli başka bir Dubai fenomenini anlatayım isterseniz.

Alış-veriş merkezleri, yani AVM'ler.

Dubai'deki AVM'ler için fenomen kelimesini laf olsun diye kullanmadım. Bu mağaza toplulukları, Dubai yaşamının belki de en önemli parçaları.

Dubai'deki tüm altyapı, turistleri ve yerleşikleri, evlerinden alıp bir alış-veriş merkezine ulaştırmak için tasarlanmış dersek, fazlaca yanılmış olmayız herhalde.

Metrodan indiğinizde, hiç dışarı çıkmadan birkaç kilometrelik yerüstü tünelleri ile AVM'lere ulaşabiliyorsunuz. Bu uzun yürüyüşte yorulmayın diye yürüyen platformlar sizi zahmetsizce taşıyor.

Bu yürüyen platformlarda tasarruf ettiğiniz enerji gerçekten çok önemli çünkü kilometrelerce kare alanlı AVM'lere girip, yürümeye başladığınızda kullanmadığınız her kaloriye ihtiyaç duyuyorsunuz.

Dubai'de ki AVM'ler neredeyse minik birer şehir. Özellikle iki tanesi var ki, mağazalara girmeden sadece yürüyerek dolaşmak neredeyse bir gün ister.

Bunlardan ilki The Dubai Mall, yani Dubai AVM'si.

The Dubai Mall
The Dubai Mall, dünyanın en büyük AVM"si ve Burj Khalifa isimli, dünyanın en yüksek binasının hemen altında kurulu.

Boyutlarını sözcüklere dökmek nasılsa yetersiz kalacağından, olayı fazlaca melodramatik bir hale getirmeden, sadece devasa demekle yetineyim.

Eğer rakam isterseniz, ticari alanı bir milyon yüz yirmi dört bin metrekare ve toplam kat alanı yüz on iki hektar. Bin iki yüz mağazası var. Bir yılda da altmış beş milyon kişi ziyaret ediyor. Türkiyenin nüfusu neredeyse, siz düşünün...

The Dubai Mall içinde buz pateni ringi
Geleneksel züğürt hesabı vardır ya, "Abi, her birine bir liradan, bir bardak su satsan...", şeklinde başlar hani. Artık siz düşünün burada yapılan alış-verişi.

Aynı noktaya bir daha gelmeden, içinde saatlerce yürüyebilirsiniz. Bütün AVM boyunca, koridorların kesiştiği noktalarda yön levhaları var. Yine her yüz metrede, koca dokunmatik ekranlı bilgisayarlar size nerede olduğunuzu gösteriyor ve gitmek istediğiniz mağazaya en kısa yolu bir harita üzerinde işaretliyor.

Aklınıza gelebilecek her türlü giysi, ayakkabı, parfüm ve elektronik markasının bir mağazası var bu mini şehirde. Jelena ABD'de yada Singapur'da bulamadığı markaların hepsini Dubai Mall'da buldu.

Şelale
Fiyatlar ise hiç de beklediğimiz gibi ucuz değildi. Elektronik eşyalarda İsviçre yüzde otuz daha ucuz diyebilirim. Hanım işlerinin fiyatları da Jelena'nın keyfini kaçırdı. Dubai, bulunabilirlik bakımından bir cennet olsa da, fiyat bakımından bize çok fazla çekici gelmedi, sizin anlayacağınız.

AVM'ler sadece mağazaları barındırmıyor. İçlerinde restoranlar, fast-food zincirleri, cafe'ler, sinemalar, hastaneler, postaneler, camiler, elektrikçiler, kırtasiye dükkanları, yani ne ararsanız var.

Tabii, bir de bu merkezlerin simgesi haline gelmiş star atraksiyonlar var ki, genelde ziyaretlerin en çok anlatılan konuları oluyorlar.

The Dubai Mall'da dünyanın en büyük saydam akvaryumu var. Boyutları neredeyse Van gölü kadar (bilinçli abartı, lütfen işi matematiğe vurmayın). İçinde köpek balığımdan timsaha kadar aklınıza ne gelirse var. Bir tünelle içinden yürüyebiliyor, bütün 'bakliyatla' burun buruna zaman geçirebiliyorsunuz.

Akvaryum
Yine aynı AVM'de bir şelale, buz pateni sahası gibi daha az devasa boylarda başka atraksiyonlar da bulunmakta.

Arada, İnsanın karşısına başka ilginçlikler de çıkıyor. Birkaç koridorun kesiştiği bir noktada öyle bir cafe'ye rastladım ki, neredeyse bir havaalanı kadar büyük. Fotoğrafını, normalde dağların, ovaların fotoğraflarını çekmek için kullandığım geniş açılı bir objektife ancak sığdırabildim.

Dubai'nin iki numaralı AVM'si ise Mall of the Emirates (Moll ov dı Emirıts). Dubai Mall'dan biraz küçük, sadece 700 tane 'cik' mağazası var. Yine aklınıza gelebilecek her marka var tabii.

Ski Dubai
Mall of the Emirates'i bir ikon haline getiren özelliği ise içindeki kış parkı. Bu parkın içi gerçek karla bezenmiş. Sözcüğün anlamıyla kayak yapabiliyor, kızakla kayabiliyor, hatta kartopu bile oynayabiliyorsunuz. Parkın girişimde St-Moritz kasabasını bile görebiliyorsunuz. Bunca senedir İsviçrede görememiştim, elli derece sıcaklıkta, Dubai'de görmek kısmet oldu :)

İsmi Ski Dubai olan böyle bir parkı, dünyada başka hiç bir yerde görmek mümkün değil. Dubai'nin mahşeri sıcağı ile mükemmel bir kontrast oluşturmuş.

Dubai'nin başka çekici bir tarafı ise yemeklerin bolluğu ve çeşitliliği. Her milletten insanın yaşadığı kent, her kültürün mutfağını da birlikte getirmiş.

Çölde kayak pistleri
Orada yaşayan bir arkadaşımızın deneyimleri eşliğinde bir akşam bir Güney Afrika, bir akşam da bir Arjantin restoranında, unutulmaz iki yemek yedik. Son birkaç yılın en güzel eti olarak kayıtlarımıza geçti.

Güney Afrika restoranında garsona Jelena'nın yaş günü olduğunu söyledik. Önceden planlanmış bu yalan sonucunda, hepsi Afrikalı garsonlar, yerel kostüm ve enstrümanları (tamtamları) ile inanılmaz bir gösteri yaptılar. Jelena biraz utandı ama biz çok eğlendik.

Arjantin restoranı ise hat safhada snob'du. Yiyeceğimiz ineğin neredeyse genç kızlık soyadını bile söylediler. Sonrasında da, dakikalarca anlattıkları etlerinin özelliklerinden sınava soktular. Ancak mükemmel Arjantin şarapları, snob'luklarını fazlasıyla affettirdi.

Şimdi, isterseniz burada duralım ve bir ara toplam alalım.

Size anlattıklarım kuşkusuz ilginç ve görülmeye, yaşanmaya değer şeyler. Ancak dikkat ettiniz mi bilmiyorum, ne bir Arap ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleriyle, ne de bir Arap şehri olan Dubai ile ödeşleştirilebilecek şeyler.

Arap kültüründen, mutfağından, müziğinden, giyiminden eser yok. Daha ziyade, batı kültüründen seçmece kesilip, bir şehire sakar bir biçimde yamanmış parçalar. Aralarında bir uyum, bir süreklilik yok.

The Empire State Building, Manhattan'ın gerisiyle güzeldir. Bu binayı İstanbula dikerseniz, aynı etkiyi yaratamazsınız .

Çöl
Yine aynı şekilde, bütün bir şehri, batı kültürünün önemli bir parçası da olsa, sadece alış-veriş aktivitesini etrafına sarmalarsanız, şehrin kendisinden çalarsınız bence. Dünyanın en bilinen, en pahalı markaları da olsa, her gün, sabah akşam bu mağazaları gezerek hayat geçmez.

Hayatta, Jelena kadar alış verişten zevk alan çok az kişi tanıdım, ancak o bile, Mall of the Emirates'den sonra, "Yeter Bugi, sıkıldım artık, başka birşey yapalım." dedi.

Arap yarımadası, yada eski tabiriyle Arabistan'daki bu ilk deneyimimde, açıkçası daha fazla Arabistan görmek isterdim.

Yön levhaları ve metrodaki anonslar dışında Arapça konuşan kimse yok. Metroda bir sonraki istasyonun ismini anons ederken, "Merkez-i Ticari-i Alem-i", yani Dünya Ticaret Merkezi'ni duyduğumda sevindirik olmuştum. Çünkü, normalde, yolda yürürken Arapça yerine, ya Urdu, ya Hindu, ya da Asya dillerini duyuyorsunuz.

Çöl
Parmakla sayılabilecek kadar az, orijini Arap yarımadası olan insan gördüm. Sokaklar - pardon, AVM'ler, dünyanın her yerinden gelmiş, her milletten insanlarla doluydu.

Dubai, şu anki haliyle, kırkımdan sonra zengin olmuş birinin evine benziyor. Bir mobilya mağazasına gidip, en pahalı mobilyaları, bir uyum, bir konfor düşüncesi olmadan satın almış, ve rastgele evin içerisine serpiştirmiş gibi,

Kent, zaman geçip de kendi kişiliğini bulduğunda çok daha ilginç olacak kuşkusuz, ancak şu anda biraz nasıl söylesem, rüküş mü derler, siz bir kelime bulun artık.

Bu gezimiz esnasında, Dubai'nin dışına çıkma fırsatı bulduğumuzda ise gerçekten Arap kültürüyle karşılaşıp, mutlu oldum.

Dune Bashing
Bunlardan biri Dune Bashing (Kum Tepeleri Dövme) isimli safariydi.

Bir akşam, güneşin batmasına bir-iki saat kala, 4x4 arazi araçlarıyla çöle gittik. Arabada Jelena, ben ve Filipinli bir çift daha vardık.

Asfalt yoldan çıkıp, kumların üzerinde ilerlemeye başladığımızda, şoförümüz arabayı kenara çekti ve lastiklerin havasını indirdi.

Yeniden yola koyulduk ve çölün kum tepeli bölümüne geldik.

Bu noktadan sonra, arkadaşlar, neredeyse elli yaşıma kadar görmediğim, yaşamadığım bir araba yolculuğu yaşadım. O arazi aracı, kum tepeleri üzerinde son hızla, bir roller-coaster gibi, bir aşağı, bir yukarı, delice bir hızla gitmeye başladı.

Çöl Kampı
Şoför, tepeden son hızla inerken frene basıp, direksiyonu sağa yada sola kırıyor, araba iki tekeri üzerine yatıyor ve bir kum bulutunu havalandırıyordu. O kum bulutu küüt diye arabanın üzerine iniyor, bir süre bütün pencereleri kapkara yapıp bizi kör ediyor, sonra da çölün kuru havası nedeniyle, camlarda en ufak bir iz bırakmadan kaybolup gidiyordu.

Jelena bu hızlı araba işlerinden çok korkar. Ancak o arazi aracının içinde, ve gerçekten tehlikeli bir araba sürüşüyle, tepelerin üzerinde iki tekerin üzerine yan yatmışken bile Jelena arka koltukta neşeden çığlıklar atıyordu.

Bir yarım saat sonra durduğumuzda şoförün yanına gidip elini sıktım ve "Senin gibi araba kullanan birini ilk defa görüyorum." dedim.

Develer
Tam güneş batarken, çölün ortasında bir kampa ulaştık. Bu kampta isterseniz develere, isterseniz Quad isimli çöl arabalarına binip gezebiliyorsunuz.

Sonrasında yer sofrasına oturup, kuskuslu, şiş kebaplı mükemmel bir Arap yemeği yedik. Üstüne bir de dansözlü falan bir şov izledik.

İkimiz de çok eğlenmiştik. Bu turun sonunda ilk defa Arabistanda olduğumuzu hissedebildik. Bana sorarsanız, 3D IMAX film izlemekten daha zevkli, yada mekana çok daha uygun.

Bir sonraki gezimiz ise BAE'nin başkenti Abu Dhabi'ye (Abu Dabi) oldu.

Şeyh Zaid Camii
 Abu Dhabi, Dubai kadar modern görünse de, hayat Dubai'ye göre biraz daha oriyental. Dubai'de şortlu, mini etekli kızlar her yerde görünse de Abu Dhabi'de pek göze çarpmıyorlar.

Dubai'den Abu Dhabi'ye gelirken otobüste Jelena ile yan yana oturabilirken, Abu Dhabi'de haremlik-selamlık ayrılmak zorunda kaldık. O otobüsün ön tarafına, ben arka tarafına...

Abu Dhabi'nin en görülmeye değer yeri, Büyük Cami, ya da Şeyh Zaid Camii.

Bembeyaz, harikulade bir cami. Çok yeni, ancak çok güzel yapılmış. Ziyaret edilmesi de çok rahat. Golf arabaları sizi kapıdan alıyor ve kadınların örtünmeleri için ayrılmış bir bölüme götürüyor. Kadınlar caminin dağıttığı siyah giysilerle örtünüyorlar ve içeri girebiliyorlar.

Caminin büyük bir avlusu var. İçerisi ise çok zevkli yapılmış. Dev avizeleri, güzelim bir halısı ve mermer sütunları var.

Şeyh Zaid Camii içi
Abu Dhabi'nin görülecek nesi var sorusuna tabii ki ilk cevap AVM'ler oluyor. Ancak ilginizi çekerse Ferrari World isimli bir eğlence parkı ve F-1 pistini de görebilirsiniz. Biz vakit darlığından bu son ikisini ziyaret edemedik.

İşte böyle...

BAE, eski deyişiyle nevi şahsına münhasır, yani kendisine özgü bir yer. Birçok şeyin en büyüğü, en yükseği bu küçük ülkeye sığdırılmış.

Her yerde alım, ışıltı, şaşaha, yani kısaca para görüyorsunuz.

İşte bu yüzden, ziyaret ederken çok ilginç geldi ve fazlasıyla zevk aldım.

Jelena, başı örtülü, camiin ana salonunda
Ancak bir daha gelir miyim sorusuna, ne kadar uğraşsam da evet cevabını verebilmek için bir neden bulamıyorum.

Kalın sağlıcakla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...